Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. maddesindeki "vekil vasıtasıyla
takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır..." amir hükmü karşısında,
gerekçeli kararın sanığın Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesinde talimat ile
alınan savunmasında hazır bulunan ve müdafii olduğu anlaşılan Av.
Abdulselam Demir yerine sanığa tebliğ edilmesi geçersiz olup; sanık
müdafiinin 15.05.2013 tarihinde kendisine yapılan tebliğ üzerine
20.05.2013 tarihli temyiz isteminin bu nedenle süresinde olduğu
anlaşılmakla tebliğnamedeki temyiz isteminin reddine ilişkin düşünceye
iştirak edilmemiştir. İfade özgürlüğü T.C. Anayasasının 26. ve
Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşmenin
10. maddesi ile teminat altına alınmıştır. İfade özgürlüğünün kullanımına meşru bir müdahale için; 1- Müdahalenin kanunlarda öngörülmüş olması,
2- Ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu emniyeti, kamu düzeninin
sağlanması ve suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın korunması, ahlakın,
başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli tutulması
kaydıyla alınmış bilgilerin açıklanmalarının engellenmesi ve yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin değerlerden bir
veya bir kaçını korumaya yönelik olmalıdır. 3- Müdahale demokratik bir toplumda gerekli bulunmalıdır.
İfade özgürlüğü terörle mücadele kapsamında en çok müdahale ve
sınırlamaya maruz kalan temel haklardandır. Nitekim 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 7/2. maddesindeki propaganda yasağı bu duruma örnek
teşkil etmekle birlikte kanun koyucu madde de zaman zaman yaptığı
değişikliklerle özgürlüğü genişletmiştir. Bu amaçla 11.04.2013 tarih ve
6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu; terör
örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün "cebir, şiddet
veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da
teşvik edecek şekilde” yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın AİHS
uygun hale getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak, aynı kanunun 7. maddesinin
2. fıkranın b bendinde ise; toplantı ve gösteri yürüyüşünde
gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli
edecek şekilde; 1- Örgüte ait resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, 2- Slogan atılması, 3- Ses cihazları ile yayın yapılması, 4- Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi,
Şeklindeki fiil ve davranışlar propaganda suçundan cezalandırılacaktır.
Bu düzenleme ile kanun koyucu herhangi bir unsurun varlığına bağlı
olmaksızın bu suçun oluşacağı kabul edilmek suretiyle ifade özgürlüğü
parametrelerini dışlayan tipe uygun eylem tanımlaması yapmıştır.
T.C. Anayasasının 90/son maddesine göre "usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre
yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
antlaşmalarla kanunların aynı konularda farklı hükümler içermesi
nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri
esas alınır." Temel hak ve hürriyetlere ilişkin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine ekli protokoller Türkiye Büyük Millet Meclisince
onaylanmıştır. Anayasal düzenleme karşısında, ifade özgürlüğüne ilişkin
Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesi bir iç düzenleme şekline dönüşmüştür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de; kişinin hakkı ile toplumun çıkarı ve
özellikle kişinin temel ifade özgürlüğü hakkı ve demokratik toplumun
terör örgütlerinin falıyetlerine karşı kendini korumaya ilişkin meşru
hakkı arasında bir denge kurulması ihtiyacını beraberinde getirmektedir.
(Zana v. Türkiye) Devletlerin terör ile mücadelesinin zorluklarına
vurgu yaparak, müdahalenin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp
kaynaklanmadığı, hedeflenen meşru amaca uygun olup olmadığını, devlet
yetkililerince ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup
bulunmadığı ortaya konulmalıdır. (Yılmaz ve Kılıç/ Türkiye davası)
Terör ile mücadele kendine özgü bir takım zorlukları barındırdığından
devletler bu mücadelede daha geniş bir takdir marjına sahip olduğu kabul
edilmekle birlikte terör ile mücadele de bir hukuk rejimidir.
Uluslarası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihmal edilebileceği bir
alan değildir. Toplantı veya gösteri yürüyüşünde olsun veya olmasın;
yazı veya sözler (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma)
ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı
direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular
oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına
uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı
değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın
kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike
testi bakımından analize tabi tutulmalıdır. İfade özgürlüğü sadece
memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların
kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda
demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş
fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şolç
eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler içinde
uygulanabilmelidir. Bu açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde, sanığın nevruz etkinlikleri sırasında bulunduğu
araç camından dışarıya sarkarak terör örgütü lehine sloganlar attığı,
daha sonra içinde bulunduğu topluluğun cebir ve şiddete başvurmadan
kendiliğinden dağıldığı olayda propaganda suçunun oluştuğu gerekçesiyle
mahkumiyet hükmü kurulmuş ise de atılan sloganların terör örgütlerinin
cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek
ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı bu sözlerin ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle
propaganda suçunundan mahkumiyet hükmü kurulması, Kanuna aykırı
olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş
olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 17.07.2015
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.