Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2018 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 2358 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasındaki "tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.04.2011 gün ve 2008/223E., 2011/145K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.11.2012 gün ve 2011/10909 E.,2012/18627 sayılı ilamı ile;(...Davacı vekili, müvekkilinin bilgisi ve rızası hilafına 06.10.2006 günü hesabında bulunan 30.0655,60 TL ile artı para adı altında kullandırılan 149.962,40 TL olmak üzere toplam 180.018,00 TL'nın internet korsanları tarafından hesaplarına yapılan müdahale sonucunda davalı bankanın Kadıköy Şubesindeki 36 ayrı hesaba aktarılarak paraların çekildiğini, repo hesabının 09.10.2006 tarihinde bozularak hesaplarına dönmesi üzerine bankanın izinleri olmadan kullandırdığı krediye mahsuben bu parayı çektiğini, banka tarafından hesaplara gönderilen ve bloke edilerek 3. kişilerin eline geçmesi engellenen 33.072,30 TL nin üzerine 40.000 TL eklenmek suretiyle müvekkiline verildiğini, bunun karşılığında bir ibraname imzalatıldığını, müvekkilinin ekonomik açıdan sıkıntılı olması nedeniyle makbuz niteliğindeki bu ibranamenin imzalandığını ileri sürerek; şimdilik 7.500,00 TL'nın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, davacı şirket tarafından bankaya ibraname verildiğini, BK'nun 113. maddesi gereğince ibraname nedeniyle sorumluluklarının bulunmadığını, zararın gerçekleştiği tarih itibariyle bir yıllık zaman aşımı süresinin geçtiğini, müvekkilinin gerekli önlemleri aldığını, kusuru bulunmadığını, aksine davacının kusurlu olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; toplam 73.072,30 TL için verilen ibra belgesinin tam ibra olmayıp makbuz niteliğinde olduğu, böylece davacının hesabından aktarılan 180.018,00 TL lik zararından davalı bankanın tam sorumlu olduğu, bu miktarın 73.072,30 TL sinin daha önceden davacıya ödenmesi nedeniyle davalı bankanın 106.945,70 TL'den sorumlu olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne, davacı tarafın fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 7.500,00 TL'nın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmiştir.Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.Dava, davalı Banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacının bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin bulunup, uyuşmazlık “taahhütname ve ibranamedir” başlıklı belgenin mahkemece kabul edildiği üzere makbuz hükmünde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Belge başlığı ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde davacının bankayı olay nedeniyle ibra ettiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki dava dilekçesinin açıklamalar kısmında yer alan “..Netice itibariyle zor durumda bulunan müvekkilim esasen bankaca hazırlanmasına rağmen müvekkilim tarafından yazılmış gibi hazırlanan tarihsiz ibranameyi imzalayarak yukarıda belirtilen bedeli almak zorunda kalmıştır..” ibareleri ilgili belgenin ibraname olduğunu doğrulamaktadır. İbra, kural olarak düzenlenmesine neden olan ilişki nedeniyle borcu söndüreceğinden ibranamenin geçersizliği tespit edilmeden makbuz hükmünde sayılması mümkün değildir. Bu itibarla ve davacı tarafça ibranamenin geçersizliği hususunun da ileri sürülmesi nedeniyle, ibranamenin düzenlendiği tarih nazara alınarak objektij ve subjektif unsurları bakımından ibranamenin geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle hüküm kurulması doğru olmamış, kararın temyiz eden davalı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davalı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, davacının bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan davacıya ait paranın çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.İşin esasının incelenmesine geçilmeden önce, Mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılama sonunda verilen kısa kararda, asıl alacağın faizine ilişkin olarak; “…Bu miktara dava tarihinden itibaren değişen oranlardaki yasal faizin uygulanmasına …” dair hüküm kurulmasına rağmen, direnmeye ilişkin gerekçeli kararda ise “… davacı tarafından davalı aleyhine açılan davanın kabulüne ve davacı tarafın fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 7.500,00 TL davacı alacağının davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine,…” şeklinde hüküm kurulduğu anlaşıldığından direnmeye konu kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.Öncelikle belirtmek gerekir ki; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 388, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 298.maddesi uyarınca kararların gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunun HUMK'nın 389.yine HMK’nın 297/2.maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanunkoyucu 1086 sayılı HUMK’nun 381. ve 388. (HMK’u 294 ve 298) maddeleriyle varlık kazandırmıştır.Gerçekten de, 1086 sayılı HUMK’nın 381. ve 388. (HMK 294 ve 298) maddeleri kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasamızın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141.maddesinin 3.fıkrasında; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HUMK'nun 388.(HMK’nın 298) maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.Ne var ki, uygulamada 1086 sayılı HUMK'nın 381.maddesinin son fıkrasının, HMK’nın 294.maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141.maddesi ile HMK'nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.Diğer taraftan; 1086 sayılı HUMK’nın 455 (6100 sayılı HMK.305) maddesinde; hükümlerin tavzihi, hükmün müphem olması veya birbirine aykırı (çelişik) fıkralar ihtiva etmesi halinde, hükmün gerçek anlamının meydana çıkarılması için başvurulan bir yol olduğu belirtilmiş olup, hükmü değiştirecek nitelikte tavzih kararı verilmesi mümkün değildir.Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, mahkeme kısa kararında, “Bu miktara dava tarihinden itibaren değişen oranlardaki yasal faizin uygulanmasına ” denildiği halde, gerekçeli direnme kararının hüküm fıkrasında “davacı tarafından davalı aleyhine açılan davanın kabulüne ve davacı tarafın fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 7.500,00 TL davacı alacağının davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine ” şeklinde; kısa kararda yer alan faize ilişkin hüküm kurulmamak suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulduğu; çelişkili hüküm kurulduğu sonucuna varılmıştır.Hal böyle olunca, mahkemece 1086 sayılı HUMK’nın 381,388.ve 389(6100 sayılı HMK’nın 294, 298 ve 297/2) maddelerinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.Direnme kararı sair temyiz itirazları incelenmeksizin bu nedenle usulden bozulmalıdır.S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 30.09.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.