Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2010 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 2377 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine dair verilen 07.06.2011 gün ve 2010/138 E. 2011/273 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ile davalılardan G.. B.. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 07.12.2012 gün ve 2012/1420 E. 2012/12015 K. sayılı ilamı ile;”… Davacı vekili, kadastro çalışmalarında davalıların miras bırakanı adına tespit edilen 514 no’lu parselin tamamı ile 853 no’lu parselin 15 dönümlük yerini vekil edeni davacının miras bırakanı H...T.. tarafından 1968-1970 yıllarında davalıların miras bırakanı Halil Altay'dan satın ve zilyetliğin devralındığını, davacının babasının ölümüyle taşınmazın davacıya bırakıldığını, kayıt malikinin 01.07.1972 tarihinde öldüğünü, tapunun hukuki kıymetini yitirdiğini, 40 yıldan fazla zilyetliklerinin olduğunu, tapu kaydının intikal görmediğini açıklayarak, davalılar üzerindeki tapu kayıtlarının iptali ile adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalılar H.. A.. Gürler, A.. A.., E.. A.., U.. K.., M.. A.. 03.06.2010 tarihli oturumda davayı kabul ettiğini bildirmişlerdir.Davalı G.. B.. vekili, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, 514 parsel yönünden TMK 713/2.maddesinin şartlarının oluşması nedeniyle, 853 parsel bakımından ise parselin ifraz edilmek istenilen bölümünün 1.5 hektardan az olması sebebiyle ifraz edilemeyeceği, kısmen iktisabın mümkün olmaması nedenleriyle; davanın kısmen kabulüne, 514 numaralı parselin tapusunun iptaline, C.. T.. adına tapuya tesciline, 853 numaralı parsel ile ilgili davanın reddine karar verilmiştir.Hükmü Davacı vekili ve Davalı G.. B.. vekili temyiz etmiştir.Dava konusu 514 parsel 53.600 m2 yüzölçümü ve tarla vasfıyla senetsizden Halil Altay adına 14.06.1966 tarihinde tespit görmüş olup, 30.10.2006 'da ise tapu kayıt malikleri adına tapuda paylı mülkiyet şeklinde intikal görmüştür. Diğer nizalı 853 nolu parsel ise 90.000 m2 yüzölçümüyle tarla vasfıyla tapu kayıt malikleri adına paylı mülkiyet şeklinde 30.10.2006 tarihinde intikal görerek tapuya tescil edilmiştir.Dava, TMK.nun 713/2. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda, tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK’.nun 713/2. maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede, “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” hükmüne yer verilmiştir. Kanun maddesinde yazılı her üç neden ayrı davaların konusudur.Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK.’nun 713/2. fıkrasında yer alan “…maliki 20 yıl önce ölmüş…” hukuki sebebine dayalı olarak TMK.nun 713/1 ve 2.fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında, aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. Yargıtay’ın ve Dairenin kararlılık kazanmış uygulamalarına göre de, bu süre içinde tapunun intikal görmemesi gerekmektedir.TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.”Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargı'da asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargı'daki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı'ndaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.Aynı maddeni 2 .fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.TMK.nun 713/5.fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.Somut olayda; nüfus kayıt örneğine göre, kayıt maliki Halil Altay 01.07.1972 tarihinde ölmüştür. Dava konusu parseller 30.10.2006 tarihinde mirasçılar adına tapuda intikal görmüştür. Tanıkların ve davayı kabul eden davalıların beyanlarına göre, uyuşmazlık konusu taşınmaz 20 yılı aşkın süreden beri davacının murisi Hüdaverdi Taşkın ve ölümünden sonraysa davacının zilyet ve tasarrufu altındadır. Bu açıklamalara göre, davacı lehine kanunda yazılı kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle, 514 nolu parsel yönünden davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmuştur.Davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle hükmün buna ilişkin bölümünün Onanmasına, mahkemece 853 nolu parsel yönünden tapu kayıt maliklerinden H.. A.. Gürler, A.. A.., E.. A.., U.. K.., M.. A..'ın kabul beyanları da dikkate alınarak paylı mülkiyet şeklinde hesap yapılarak kabul edilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle bu parsel yönünden red karar verilemesi isabetli olmamıştır…”Gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davacı vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 713/2.maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı vekili, vekil edeninin babası Hüdaverdi Taşkın’ın sağlığında dava konusu parselleri davalıların miras bırakanı Halil Altay’dan 1968-1970’li yıllarda satın aldığını, ölümüne kadar müvekkilinin babasının kullandığını, ölümünden sonra davacının kullanmaya devam ettiğini, eklemeli zilyetliğin 40 yılı aşkın süreden beri davacı ve miras bırakanında olduğundan TMK.’nun 713. maddesindeki koşulların davacı yararına gerçekleştiğini açıklayarak 514 numaralı parselin tamamı ile 853 numaralı parselin kısmen (15 dönüm) tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalılardan G.. B.. vekili, öncelikle dava koşulunun yerine getirilmesi gerektiğini açıklamış, bilahare zamanaşımının dolduğunu belirtmiş, ayrıca tapu kütüğünde kayıtlı olan bir taşınmazın zilyetlik ve harici satış ile mülkiyetinin aktarılamayacağını açıklayarak davanın değerine de itiraz ederek davanın reddini savunmuştur.Davalılar H.. A.. Gürler, A.. A.., E.. A.., U.. K.. ve M.. A.., 03.06.2010 günlü oturumda, miras bırakanlarının bu yerleri 1970 yılında davacının babası Hüdaverdi Taşkın’a sattığını, ölümünden sonra davacının kullanmaya devam ettiğini açıklamışlar ve açılan davayı kabul ettiklerini imzalı beyanlarıyla onaylamışlardır.Yerel Mahkemece; dava konusu 853 numaralı parselin ifraz edilmek istenen bölümü 1,5 hektar olduğundan ve ifraz edilemeyeceğinden kısmi iktisabın hukuken mümkün olmadığı anlaşılmakla, 853 numaralı parsel ile ilgili davanın reddine, 514 numaralı parsel ile ilgili davanın kabulüne dair verilen karar; davacı vekili ile davalılardan G.. B.. vekilinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Yerel Mahkemece; aynı gerekçelerle önceki kararda direnilmiştir.Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık bir kısım davalıların kabul beyanları da dikkate alındığında 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 8. maddesine göre 853 parsel sayılı tarla niteliğindeki taşınmazın dava konusu edilen kısmının ifraz kabiliyetinin bulunup bulunmadığı, noktasında toplanmaktadır.Yasal mevzuatımızda somut uyuşmazlığa ilişkin hükümler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ‘nun 713 maddesi ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8.maddesidir.Öncelikle belirtilmelidir ki TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında, aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunulmuştur. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. Mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır . Başka bir deyişle mülkiyet 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisinin 639/2 maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir.Somut olayda; nüfus kayıt örneğine göre, kayıt maliki Halil Altay 01.07.1972 tarihinde ölmüştür. Dava konusu parseller 30.10.2006 tarihinde davalı mirasçılar adına elbirliği mülkiyeti hükümlerine göre tapuda intikal görmüştür. Keşifte dinlenen tanıkların ve davayı kabul eden davalıların beyanlarına göre, uyuşmazlık konusu taşınmaz 20 yılı aşkın süreden beri davacının murisi Hüdaverdi Taşkın ve ölümünden sonra da davacının zilyet ve tasarrufu altındadır. Bu açıklamalara göre, davacı lehine kanunda yazılı kazanma koşulları 01.07.1992 tarihinde oluşmuştur. Bu tarihte” bölünemez parsel büyüklüğü” kavramını getiren 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8.maddesi yürürlükte olmadığı gibi , Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarih 2009/58 Esas 2011/ 15 Karar sayılı kararı ile iptal ettiği TMK.nun 713/2. maddesindeki “ ölüm sebebi “ de halen yürürlüktedir. Diğer yandan tanıkların ve davayı kabul eden davalıların beyanlarına göre, uyuşmazlık konusu taşınmaz 20 yılı aşkın süreden beri davacının murisi Hüdaverdi Taşkın ve ölümünden sonra da davacının zilyet ve tasarrufu altında olduğuna göre davacının aktif dava ehliyetinin bulunduğu tartışmadan uzaktır.Mahkemece tüm bu olgular karşısında 853 parsel sayılı taşınmaz bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken talebin reddedilmesi doğru olmamıştır.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, davacının aktif dava ehliyetinin bulunmadığı, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına göre ölüm sebebine dayalı olarak dava açılamayacağı ve dava konusu taşınmazın 5403 sayılı Kanunun 8. maddesine göre ifraz kabiliyetine haiz olmadığı gerekçeleriyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 30.09.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar HAGB'ye itiraz üzerine hem şekil hem de esastan incelenir Hakkı olmayan yere tecavüz suçundan sanık S.nin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154/1, 62 ve 52/2. maddeleri uyarınca 5 ay hapis ve 80,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına da FERAGAT EDİLEN DAVANIN TEKRAR AÇILMASI MAHKEMENİN YAPACAĞI İŞ Davacı vekili dava dilekçesi ile; davalının aleyhine, müvekkillerinin de paydaş olduğu taşınmazın haksız kullanımı nedeniyle 8.000.00 liralık ec-rimisil davası açtığını, davadan feragat edildiği gerekçesiyle davanın reddedildiğini, ancak şu andaki davanın davacıları olan müvekkillerinin, ilk ecrimis Avukatın takip kesinleştiği halde alacağın tahsili için gereken diğer işlemleri yapmaması görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur İlk derece mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:Suç tarihinde Ankara Barosuna bağlı avukat olarak çalışan sanığın, 13/10/2008 tarihli vekaletname ile katılanın K.. ve T.. Köyü tüzel kişiliklerinden olan alacağının tahsili amacıyla vekilliğini üstlendiği, Po Yargıtay Yargıtay Karar Arama Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ? Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Kanunu Yargıtay İş Bölümü Yargıtay Haberleri Karar Arama Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Yargıtay Ceza Dairesi Kararları BAM Kararları Danıştay Kararları Anayasa Mahkemesi Kararları Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları Karar Arama Nasıl Yapılır? Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir? Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır? BAM Karar Arama Nasıl Yapılır? Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır? Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?