Dava: Sanık İ.
A.'nin, mağdur M. U.'ın fiili livata yoluyla ırzına geçme suçundan delil
yetersizliği nedeniyle beraatına ilişkin, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesince
17.05.2004 gün ve 81-154 sayı ile verilen hükmün, katılan vekilince temyiz
edilmesi üzerine, Yargıtay 5. Ceza Dairesince 01.07.2008 gün ve 17502-7214 sayı
ile katılanın yaklaşık 2 ay üroloji uzmanı olan sanığın özel muayenehanesine
prostat tedavisi için gittiği, karın ve makattan üç kez muayene olduğu,
rahatsızlığı geçmeyince olay günü randevu alarak tekrar geldiğinde sanığın
kendisine prostat masajı yapacağını söylemesi üzerine pantolonunu ve iç
çamaşırını çıkarıp muayene masasına ayakları yere gelecek şekilde yüzüstü
yattığı, sanığın kayganlaştırıcı madde sürerek el ve parmaklarıyla prostat
masajına başladığı, birkaç dakika sonra sanığın iki elinin de omzunda
bulunduğunu ve anüsüne girip çıktığını anlaması üzerine hemen toparlanıp sanığa
sen nasıl doktorsun diye bağırıp odadan çıktığı, beklemekte olan diğer
hastalara <buna güvenmeyin ırz düşmanı terbiyesiz adam> şeklinde sözler
söylediği, olayın hemen akabinde sanığın engelleme girişimlerine rağmen
şikayetçi olduğu ve bu suretle sanığın katılanın rızasına aykırı olarak livata
suretiyle ırzına geçtiği, soruşturma ve kovuşturma evrelerindeki mağdurun ve
tanıklar A. D. A., E. A., S. Ç., S. U., A. Ç. ve E. D.'ın birbirine uygun ve
tutarlı anlatımı, mağdurun olay sonrası muayeneye gitmesi üzerine sanığın
etkileme ve yardım için Edirne'deki doktoru telefonla araması, İstanbul Adli
Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 23.01.2004 tarihli 187 no' lu yeterli,
gerekçeli ve kanaat verici mütalaası, namus ve iffetine yönelik bir eylemin
kendisini küçük düşüreceğini bile bile katılanın iftira etmesi için bir neden
olmadığı gibi aksinin hayatın olağan akışına ters olduğu, mahkemece de dolaylı
olarak oluşun bu şekilde kabulü, sanığın kaçamaklı savunması ve tüm dosya
kapsamı ile anlaşıldığı halde sanığın mahkumiyeti yerine delillerin takdirinde
hataya düşülerek beraatına karar verilmesi...> isabetsizliğinden Daire
Başkanı H. C. ve Daire Üyesi B. D.'in;
<37 yaşında ve
prostat rahatsızlığı bulunan mağdur M.'in olay tarihinden önce 3 ayrı kez
sanığın muayenehanesine gittiği, basit muayeneler sonunda ilaç tedavi sinin
uygulandığı,
Olay günü sanık
doktor tarafından kendisine tatbik edilen tuşe rektal ve prostat masajının
yapılış tarzı konusunda önceden yeterli bilgisinin bulunmaması halinde ve bunun
biraz da hoyratça gerçekleştirilmesi durumunda bu tedavi yöntemini farklı
yorumlamış onurunu kıran bir hal olarak algılamış ve tepki göstermiş
olabileceği,
Mağdurun polis beyanında
sanığın iki elinin omuzunda olduğundan bahsetmediği, yargılama ifadesinde ise
sanığın cinsel organını görmediğini söylediği,muayenehanede olay anında başka
hasta kişilerinde bulunduğu, muayene odasının kapısının kilitli olmadığı ve
kapı açıldığında dışarıdan muayenenin yapıldığı yerin görülebildiği, böyle bir
ortamda soyunan doktor sanığın, reşit ve erkek mağdura livatada bulunduğunu
kabul edebilme, kabul etmemekten daha zor bir ihtimal olduğu,
Tepki gösterip
şikayet edeceğini söyleyerek muayenehaneyi terk eden mağdurun peşinden giderek
onu bundan vazgeçirmeye çalışan, hatta para bile teklif eden doktor sanığın bu
hal ve hareketinin suçu zımnen kabul ettiğinden ziyade böyle bir olayın
dedikodu olarak duyulması halinde bile statüsünü etkileyebilecek bir durum
olarak görüp bundan bir şekilde kurtulma gayreti olarak yorumlanmasının daha
uygun olacağı,
Mağdurun yaşı,
gelişimi ve tedavisi sırasında anüs bölgesine kaydırıcı krem sürüldüğü de
nazara alındığında, olay akabinde bu bölgede hiçbir bulgunun meydana
gelmemesinin gerektiği, bu itibarla da eşinin, kocasının külotunda kan
gördüğüne ilişkin beyanının inandırıcı bulunmadığı,
Nitekim olayın
sonrasında düzenlenen mağdurun rapor unda olayı ve iddiayı doğrulayan bir
olgunun saptanamadığı, sanığın bu raporu düzenleyen doktorla görüştüğüne ve
raporun da bunun sonucunda gerçek dışı olarak düzenlendiğine dair kanıtların
mevcut olmadığı,
Bu rapordan ve
olaydan üç gün sonra mağduru muayene eden Adli Tıp Kurumunun anüs bölgesinde
saptadığı bulguların, ileri sürülen livata eylemi ile irtibatının da
kurulamadığı,
Mağdurun ilk
raporunun gerçeği yansıtmadığının ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporun da
saptanan bulguların ise olayla bağlantılı olduğunun kabulü halinde dahi bu
bulguların yapılan tuşe rektal ve prostat masajı sonucunda meydana gelmiş
olabileceği ihtimalinin, ileri sürülen livata eylemi sonucunda meydana geldiği
ihtimalinden ve hatta ondan da daha güçlü bir ihtimal olduğu,
37 yaşında ve evli
mağdurun, anüsüne erkek cinsel organının sokulması ve üzerine abanılıp ileri
geri hareket yapılması durumunda bunun ne anlama geldiğini derhal fark etmesi
gerektiği halde fark edemediğine ilişkin anlatımlarının şüphe ile karşılandığı
ve inandırıcı bulunamadığı,
Dosyada toplanan tüm
kanıtların alt sınırı 7 yıl hapis cezasını gerektiren böylesine ağır bir suçtan
dolayı doktor olan sanığın cezalandırılması için yeterli görülemediği, kuşkunun
bulunduğu, bunun yenilemediği, bu itibarla da mahkemenin beraat kararı yerinde
olduğundan sanığın cezalandırılması gerektiğini benimseyen sayın çoğunluğun
düşüncesine iştirak edilememiştir> yönündeki karşı oylarıyla oyçokluğuyla
bozulmasına karar verilmiştir.
Kırklareli Ağır Ceza
Mahkemesince 23.12.2008 gün ve 212-240 sayı ile;
<... Mahkememizce
önceki kararın doğru olduğu vicdani kanaatine varılarak oyçokluğu ile direnme
kararı verilmiştir.
Üroloji uzmanı olan
doktor sanığın sürekli hastası olan ve sık sık muayenehanesine kontrol amacı
ile gelen ve şikayetlerinin geçmediğini söyleyen katılana tedavi amacı ile anal
yoldan prostat masajı önerdiği, katılanın da bunu kabul etmesi üzerine sanığın
kaydırıcı bir madde kullanmak sureti ile katılan hastasını tedaviye başladığı
konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak katılan, sanık doktoru n
kendisine parmakla rektal tuşe yapmadığını, sanığın her iki elinin de omuzunda
olduğunu hissetmesi üzerine, durumdan şüphelenerek arkasını döndüğünde sanık
doktorun apar topar pantolonunu toparlamaya çalıştığını gördüğünü ve sanık
tarafından olay günü ırzına geçildiğini iddia etmektedir. Katılanın bu
iddiasını destekleyen hiçbir delil dosyada bulunmamaktadır. Olay sonrasında
alınan doktor raporu ve Adli Tıp Kurumu raporlarında katılana fiili livata da
bulunulduğunu düşündürecek her hangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, muayene
de katılanda tespit olunan fissürlerin olay tarihinden sonra da meydana
gelebileceği ve konunun aydınlatılmasının yargılama süreci ile çözülmesi
gerektiği belirtilmiştir.
Sanık doktorun
üzerine yüklenen suçu işleyebilmesi için katılana tüm vücudu ile temas etmesi,
abanması ve fiziksel baskı kullanması gerekmektedir. Sanık doktor katılana
tedavi öncesi herhangi bir ilaç vermemiş ve uyuşturucu iğne de yapmamıştır.
Hali ile fiziki gücü yerinde olan bir erkeğe böyle bir livata fiilin
uygulanabileceğini kabul etmek mantıken mümkün değildir. Kaldı ki yargılama
sırasında katılan ile sanık doktorun arasında fiziksel farklılık olduğu, bu
cümleden olarak katılanın sanık doktordan daha uzun boylu daha iri yapıda
olduğu gözlenmiştir. Şu durumda sanık doktorun kendisinden daha uzun ve daha
iri yapıdaki katılana karşı livata sureti ile ırza geçme fiilini işlemesi
mümkün görülmemiştir.
Olay günü sanık
doktor tarafından kendisine tatbik edilen rektal tuşe ve prostat masajının
yapılış tarzı konusunda katılanın önceden yeterli bilgisinin bulunmaması
halinde ve masajın biraz da hoyratça gerçekleştirilmesi durumunda katılan bu
tedavi yöntemini farklı yorumlamış, onurunu kıran bir hal olarak algılamış ve
tepki göstermiş olabileceği değerlendirilmiştir.
Katılan kollukta verdiği
ifadesinde, sanık doktorun 2 elinin omzunda olduğundan hiç bahsetmediği gibi,
yargılama sırasında da sanığın cinsel organını görmediğini söylemiştir.
Muayenehanede olay anında başka hasta kişiler de bulunmaktadır. Muayene
odasının kapısı kilitli değildir. Ve kapıda kilit sistemi bulunmamaktadır. Kapı
açıldığında dışarıdan muayenenin yapıldığı yerin görülebildiği, böyle bir
ortamda soyunan doktor sanığın, reşit ve erkek olan ve kendisinden daha uzun
boylu ve daha iri yapıda bulunan katılana fiili livatada bulunduğunu kabul
etmek, hayatın olağan akışına göre çok zor bir ihtimaldir. Ayrıca katılan
muayene sırasında kendi duruşu itibari ile sanık doktoru göremeyeceğini
söylemesine rağmen, bilahare katılan, sanık doktorun aniden kendi pantolonunu
indirdiğini ve arkasından anüs kısmına erkek organını soktuğunu ve bu durumu
kendisinin baştan fark etmediğini iddia etmiştir. Katılanın bu iddiası da
birbiri içerisinde çelişkili olduğundan, katılanın ifadesinin şüphe ile
karşılanması gerekmektedir. Sanık doktorun olayın hemen sonrasında, kendisine
tepki gösterip şikayet edeceğini söyleyerek muayenehaneyi terk eden katılanı
şikayetinden vazgeçirmeye çalışması, hatta katılana para bile teklif etmesi,
doktor sanığın bu davranışının üzerine yüklenen suçu zımnen kabul ettiği
anlamına gelmesinden ziyade, böyle bir olayın dedikodu olarak duyulması halinde
bile sosyal ve mesleki statüsünü etkileyebilecek bir durum olarak görüp, sanık
doktorun bundan bir şekilde kurtulma gayreti olarak yorumlanmasının daha uygun
olacağı değerlendirilmiştir.
Katılanın yaşı,
gelişimi ve tedavisi sırasında anüs bölgesine sanık doktor tarafından kaydırıcı
krem sürüldüğü de dikkate alındığında, olay sonrasında bu bölgede tıbbi hiçbir
bulgunun meydana gelmemesinin gerektiği ve bu itibarla da eşinin, kocasının
külotunda kan gördüğüne ilişkin beyanı inandırıcı bulunmamıştır.
Nitekim olayın
sonrasında düzenlenen katılana ait raporda da olayı ve iddiayı doğrulayan bir
olgu tespit edilememiştir. Ayrıca sanık doktorun bu raporu düzenleyen doktor
ile görüştüğüne ve raporunda bunun sonucunda gerçek dışı olarak düzenlendiğine
dair dosyada hiçbir delil mevcut değildir.
Bu rapordan ve
olaydan üç gün sonra katılanı muayene eden Adli Tıp Kurumu, katılanın anüs
bölgesinde tespit edilen bulguların ileri sürülen livata eylemi ile irtibatını
da kuramamıştır.
Kaldı ki katılanın
ilk raporunun gerçeği yansıtmadığının ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporunda
saptanan bulguların ise olayla bağlantılı olduğunun kabul edilmesi halinde
dahi, bu bulguların katılana yapılan rektal tuşe ve prostat masajı tedavisi
sonucunda meydana gelmiş olacağı ihtimali, ileri sürülen fiili livata eylemi
sonucunda meydana geldiği ihtimalinden daha güçlü bir ihtimaldir.
37 yaşında, evli,
sanık doktordan daha uzun ve daha iri yapıda olan katılanın, anüsüne erkek
cinsel organının sokulması ve üzerine abanılıp ileri geri hareket yapılması
durumunda bunun ne anlama geldiğini derhal fark etmesi gerektiği halde, fark
edemediğine ilişkin katılan anlatımları şüphe ile karşılanmış ve mahkememizce
inandırıcı bulunmamıştır.
Katılanın ve
mahkememizde tanık olarak dinlenen büroda çalışan sanık doktorun sekreteri olan
S. Ç.'nın beyanlarına göre, katılanın muayene odasına girip çıkması toplam 5
dakikaya tekabül etmektedir. Bu kadar kısa bir süre içerisinde sanık doktorun
üzerine yüklenen fiili gerçekleştirmesi de mümkün görülmemiştir. Adı geçen
tanığın yalan söylediğine dair dosyada herhangi bir delil bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 01.05.2007 tarih ve 1-43/101 sayılı emsal teşkil eden kararında;
<… Ceza yargılamasının amacı, somut gerçeğin Yargılama Yasasının öngördüğü
usuller çerçevesinde hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanmasına
dayanır…> denilmiştir. Bu içtihatta dikkate alındığında ceza yargılamasında
asıl olan, maddi dünyada gelmiş gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Sanığın dava
konusu eylemi işlediği, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde ve kesinlikle
saptanmadan hakkında mahkumiyet hükmü kurulamaz. Yargıtay kuruluşundan beri bu
esası benimseyerek uygulama yapmıştır. Ne var ki yukarıda detaylı şekilde açıklanmaya
çalışıldığı gibi, doktor olan sanığın üzerine yüklenen fiili livata sureti ile ırza
geçme eylemini işlediği hakkında kesin ve yeterli delillere ulaşılamamıştır.
Sonuç olarak sanık
doktorun üzerine yüklenen suçu işlediğini gösterir her türlü şüpheden uzak ve
mahkumiyetine yeterli, kesin delil elde edilemediğinden üzerine yüklenen suçtan
beraatine karar vermek gerektiği hususunda mahkememizde tam bir vicdani kanaat
oluşmuştur> gerekçesiyle ve oyçokluğuyla önceki kararda direnilmiştir.
Bu hükmün de katılan
vekili ile yerel Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının <onama> istekli 21.06.2010 gün ve 143368 sayılı
tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel
Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Karar: Özel Daire ile
yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık sanığın atılı cinsel saldırı suçunu işleyip
işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosyada:
07.10.2003 tarihinde
saat 17.00 sıralarında muayene olduğu sırada doktor olan sanık tarafından ırzına
geçildiğini iddia eden 1966 doğumlu mağdur M. U.'ın doğruca Emniyet Müdürlüğüne
giderek şikayette bulunması üzerine, sanık Dr. İ. A. aynı gün, saat 22.30 sıralarında
muayenehanesinden çıkarken yakalanmış, Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine
de saat 23.45'de serbest bırakılmıştır.
Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi Acil Servisinde Dr. Ö. E. tarafından 07.10.2003 tarihinde
saat 21.50'de düzenlenen raporda; <Saat 1 7.00 sıralarında prostat şikayeti
ile gittiği bevliye doktoru tarafından fiili livataya maruz kaldığını iddia
eden hastanın muayenesinde; anal mukozanın doğal görünüşte olup herhangi bir
ekimoz saptanmadığı, mukoza pililerinin doğal yapıda olduğu, anal tonosunda
herhangi bir lezyon olmadığı, herhangi bir kanamalı alan saptanmadığı, bu
bulgularla şahısta akut fiili livata düşündürecek herhangi bir bulgu elde
edilmediği> tespitlerine yer verilmiştir.
Poliklinik
defterinden olay günü sanığa ait muayenehanede muayene olduğu anlaşılan mağdura
ilişkin hasta takip formu incelendiğinde;
02.09.2003 tarihli
notta; <halsizlik, idrarda sızlama, lomber ağrı, cinsel isteksizlik,
ereksiyonda zayıflık, suprapubik ağrı, perineye vuran zonklayıcı ağrı ve kabızlık
tespit edildi, bol su ve sıcak suya oturma tavsiye edildi ve ilaç verildi.>
11.09.2003 tarihli
notta; <önceki şikayetleri azalmakla beraber devam ediyor. İdrarda yanma
yok, konstifasyon yok, cinsel isteksizlik ve moral bozukluğu mevcut. Suprapubik
ve makata vuran ağrı... Muayene normal, ED + Kr. Prostatit teşhisi konulduktan
sonra, sıcak suya oturma tavsiye edilip ilaç yazıldı.>
16.09.2003 tarihli
notta; <önceki şikayetleri azalmış, mide yanması ve suprapubik ağrı var..
Kr. Prostatit ve gastrit teşhisi konulduktan sonra, acılı ve baharatlı gıdalardan
uzak durma önerilip, ilaç yazıldı.>
07.10.2003 tarihli
notta; <hasta şikayetlerinin geçmediğini hiç iyileşmediğini ve kötüleştiğini
ifade etti. Rektal tuşe ve prostat masajı önerdim. Hasta kabul etti. Rektal
tuşe yaptım ve prostat masajına başladım. Masaj sırasında paniğe kapılarak
istemediğini söyledi. Ben de elimi çekerek, bunun tedavinin bir parçası olduğunu
ve iyileşmediğini söylediği için masajın yapıldığını ifade ettim. Karakola
gideceğini ve şikayet edeceğini söyleyerek bağırmaya başladı. İçeride başka
hastalar da vardı. Birlikte dışarı çıktık, kendisine lütfen, bu normal bir
muayene ve tedavi yöntemidir, rezil olacağız dedim, çevrede insanlar müdahale
edince ikna edemeyeceğimi düşünerek ne yaparsan yap diyerek muayenehaneye diğer
hastalara bakmak üzere geri döndüm.>
Şeklinde yazıların
bulunduğu görülmektedir.
Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas
Kurulunca, 10.10.2003 tarihinde yapılan muayenede; <M. U.'ın kesik kesik sık
sık idrara çıkma şikayetleri ile doktora gittiğini, doktorun önce ilaç verdiği,
daha sonra geçmeyince prostat masajı yapmak için çağırdığını, eldivenle yumuşatıcı
ile masaj yaptığını, rahatlayıp rahatlamadığını sorduğunu, sonra iki elinin de
omuzlarında olduğunu gördüğünde dönüp baktığında doktorun pantolonunu topladığını
gördüğünü, penisini görmediğini söylediği, klinik seviyede belirgin
psikopatolojik araz tespit edilmediği, anal muayenesinde saat kadranına göre 7,
8, 9 hizalarında yaklaşık 0,4 - 0,5 cm. uzunluğunda 0,1-0,2 cm eninde fissürler
ile saat kadranı 6 hizasında 0,2-0,3 cm uzunluğunda 0,1-0,2 cm eninde 2 adet
fissür olduğu, anüs çevresinde beklemekle dolup boşalan çepeçevre venöz
dolgunluk bulunduğu, anal sfinkter tonusunun doğal olduğu> belirlendikten
sonra; 23.01.2004 gün ve 207 sayı ile düzenlenen raporda, mağdurun ve sanığın
ifadeleri, hasta takip formu, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesince verilen
rapor ve Adli Tıp Kurumunda yapılan muayene birlikte değerlendirilmek suretiyle
düzenlenen raporda; sonuç olarak, <...Mağdurun yaşı gereği vücut gelişimi
dikkate alındığında ve kaydırıcı maddeler kullanılmak suretiyle meydana gelen
fiili livata olgularında hiçbir tıbbi bulgu da meydana gelmeyebileceği tıbben
bilindiği, muayene esnasında da kaydırıcı madde kullanılmış olduğu cihetle, şahıs
livataya maruz kalmış olsa bile hiçbir bulgunun bulunmamış olması gerekirken
Kurulumuzda yapılan muayenesinde tespit olunan fissürlerin ilk muayene
tarihinden sonra meydana gelmiş olabileceği, olayın adli tahkikat suretiyle aydınlatılabileceği>
kanaatine yer verilmiştir.
Kayıtlara göre, sanık
02.04.1962, mağdur ise 22.05.1966 doğumlu olup sanık da darp ve cebir izi
bulunmamaktadır.
Mağdur M. U.
kolluktaki 07.10.2003 tarihli ifadesinde; <...Yaklaşık 5 aydır prostat
rahatsızlığım vardır ve yine yaklaşık 2 aydır Lüleburgaz SSK Hastanesinde
bevliye doktoru olarak görev yapan İ. A.'nin özel muayenehanesine tedavi amacıyla
gittim, bu kontrollerim devam etti, bana bu kontrollerde ilaç verdi ben de
ilaçlarımı kullandıktan sonra 07.10.2003 günü saat 17.00'de randevu aldım ve
saat 16.45 sıralarında Lüleburgaz Fatih Caddesi üzeri İş Bankası yanında
bulunan muayenehaneye gittim. Saat 17.00 sıralarında sıra bana geldi ve içeriye
girdim. İçeride baştan bana ilaçların iyi gelip gelmediğini sordu, ben de iyi
gelmediğini rahatsızlığımın devam ettiğini söyledim ve akabinde pantolonumu çıkarmamı
istedi, bana prostat masajı yapacağını söyledi, ben de pantolonumu ve iç çamaşırımı
çıkardım ve kendisi benim arkama geçti ve baştan eli ile benim makatıma prostat
tedavisi yapmaya başladı, ben de tedavi yapıyor diyerek sesimi çıkarmadım,
fakat biraz zaman geçtikten sonra bana daha değişik sorular sormaya başladı,
kadınlara gidip gitmediğimi, evli olup olmadığımı ve kaç çocuğum olduğunu
sordu, ben de evli ve iki çocuk babası olduğumu söyledim ve aramızda söyleşi
devam ederken aniden kendi pantolonunu indirdi ve benim makat kısmıma erkek
organını soktu, ben baştan fark etmedim ve daha sonra bir ara beni ileriye ve
geriye doğru itmeye başladığında dikkatimi arkaya verdiğimde ve kendisinin bana
rahatlayıp rahatlamadığımı sorduğundan aniden arkaya doğru döndüğümde, Doktor İ.
A.'nin pantolonunu topladığını görmem üzerine bana fiili livatada bulunduğunu
anladım, kendisine sen doktorsun utanmıyor musun, ben sana tedavi amacıyla
gelmişim senin doktorluğuna yakışıyor mu dedim ve oradan çıktım, muyanehanede
bulunan hastalara buna güvenmeyin terbiyesiz adam şeklinde sözler söyledim,
akabinde de karakola gideceğim dedim ve Doktor İ. A. benim arkamdan gelerek
polise gitme sana para vereyim şeklinde tekliflerde bulundu, fakat ben
kendisini dinlemedim ve karakola geldim, şikayetçiyim> derken, 09.10.2003
tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği dilekçede; <Dr. İ. A. tarafından
muayene esnasında tecavüze uğradım. Makatıma yumuşatıcı merhem sürdü. Birden
elleri ile omuzumu tuttuğu anda içime zekerinin girdiğini acıma ile anladım. Ne
yapıyorsun deyince külotunu çekmeye başladı. Edirne'den gelen rapora itiraz
ediyorum. Kabul etmem çünkü Edirne'ye telefon ettiğini duydum. Adli Tıp'ta muayenemi
istiyorum> ifadelerine yer vermiş, Cumhuriyet savcısı önündeki 05.11.2003
tarihli ifadesinde de; <Önceki ifadesini tekrar ettikten sonra... Olaydan 2
ay kadar önce uzmanlık alanı ile ilgili problemim olduğu için muayenehanesine
gittim, o zaman bana basit muayeneler sonucunda bir takım ilaçlar verdi ve bana
prostat başlangıcı olduğumu söyledi. O gün muayenehaneden çıktım ilaçları
kullandım. 15-20 gün sonra rahatsızlığım geçmedi tekrar tekrar gittim aynı
şekilde karnımdan ve makatımdan muayene edip tekrar ilaç verdi, 10-15 gün bu
ilaçları kullandım. Rahatsızlığım geçmeyince olay tarihinde hastaneye gittim.
Durumu anlattım akşam saat 17.00'ye randevu aldım. Sana prostat masajı yapacağım
dedi. Ben de randevu alıp muayenehaneye gittim. Doktor beni muayeneye aldı.
Muayene ederken aynı zamanda evli olup olmadığımı hayat kadınları ile ilimim
olup olmadığı ve birçok sorular sordu. Bu sıra ben muayene masasında yüzükoyun
ve belden aşağım çıplak olarak yatıyordum ve ayaklarım yerde idi. Doktor aynı
zamanda eli ile makatımı muayene ediyordu. Benim yatış pozisyonumda doktoru
görmem mümkün değildi. Bu sırada birkaç sefer kayganlaştırıcı krem sürdüğünü
fark ettim. Daha sonra canımın acıdığını hissettim ve doktora durumu söyledim.
O da bunun tedavisi böyle olur diye yine parmakları ile makatımı muayene etmeye
devam etti. Birkaç dakika sonra doktorun iki elinin de omuzumda bulunduğunu ve
makatıma girip çıktığını fark ettim. Hemen toparlanıp kalktım. Kendisine yaptığının
çok ayıp olduğunu ve şikayet edeceğimi söyledim. Tartıştık, bana tedavinin
böyle yapılması gerektiğini söyledi. Ayrıca özür dileyerek şikayet etmemi
istemediğini söyledi. Ben şikayet etme konusunda ısrar ettim. Bu sefer para
teklif etmeye ve tehdit etmeye başladı. Muayenehaneden ben çıktım. Benden önce
doktor da çıkmıştı. Ben çıkınca oradaki hastalara doktorun terbiyesiz ırz
düşmanı olduğunu ona güvenmemelerini söyledim. Binanın çıkışında doktor bey
beni tekrar yakaladı ve şikayet etmeme konusunda ısrar etti, para teklif etti.
Hatta bu şekilde mücadele ederek muayenehaneden karakolun önüne kadar geldik.
Beni fiziken engellemeye çalıştı. Karakolun yakınlarında dolmuş şoförü olan A.
Ç. isimli şahıs bizi gördü. Ben kendisinden karakola şikayete gittiğimi ancak
doktorun engellediğini söyledim. A. doktoru tuttu. Ben karakola gidip şikayet
ettim. Daha sonra adliye kanalı ile Edirne Tıp Fakültesi hastanesine muayeneye
gittim. Orada muayene esnasında odaya telefon edildi, konuşmalardan arayan
şahsen İ. A. olduğunu anladım. Doktor S. Hanım ile görüştüler. Bu görüşmeyi
beni götüren polis memuru E. isimli polis de duydu. Ne konuştuklarını
bilmiyorum. Beni muayene eden doktorlar kanamamın olduğunu ve ameliyat olmam
gerektiğini bana söylediler. Ancak verdikleri raporda livata bulgusuna
rastlanmadığını yazdı olduğu için ben de itiraz ettim. Bunun üzerine C. Başsavcılığı
tarafından İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderildim. Orada da muayene oldum ancak
sonucunu bilmiyorum. Araştırmalarıma göre aynı kişi böyle olaylara karışmıştır>
demiş,
Duruşmadaki
06.05.2004 tarihli beyanında; önceki ifadelerini tekrar ettiğini söyledikten
sonra <Olay günü 17.00'de muayenehaneye gittim, 17-15'de muayeneye başladı,
öncelikle evli olup olmadığıma, kaç çocuğumun olduğuna, ne kadar maaş aldığıma,
hayat kadınlarına gidip gitmediğime ilişkin tuhaf sorular sordu. Ben anlam
veremedim. Daha sonra pantolon ve külotumu çıkartarak eğilmem suretiyle
muayeneye başladı. Muayene bu şekilde başladıktan sonra kesinlikle eminim ki
iki eli omuzumdaydı ve arkamdan bir şeyin girip çıktığını hissettim. Cinsel
organı olup olmadığından emin değilim. Ancak sert bir şeydi. Cinsel organı
olması gerekir. Zaten üzerime abanmış vaziyetteydi. Ben ne yapıyorsun deyip
arkamı döndüğümde iç çamaşırını çekmiş bir vaziyette pantolonunu çekiştirmeye
çalışırken gördüm. Panikle elbiselerini pantolonunun içine sıkıştırdı. Cinsel
organını görmedim. Kendisine yaptığının yanlış olduğunu, bir hastaya böyle
davranamayacağını, tedavi için geldiğimi, oysa kendisinin beni düzdüğünü
söyledim, süratle oradan ayrılırken oradakilere doktor sanığa güvenmemelerini, ırz
düşmanı olduğunu söyledim. Şikayet etmemem için sanık beni karakola kadar takip
etti. Orada bir şoförün müdahalesiyle ancak kendimi kurtarabildim. Ben sırf
namusumu kurtarmak için şikayette bulundum. Yoksa teklif ettiği parayı kabul
ederdim. Muayene gününe kadar ilaçlarımı düzenli olarak kullandım. Dört-beş
çeşit ilaç kullanıyordum. Ağrı kesiciler, cinsel gücü artırıcı ilaçlar kullandım.
Benim herhangi bir psikolojik rahatsızlığım yoktur. Sanık benim şikayetimden
sonra üniversitedeki hocaları aradı. Kanımca etkilemeye çalıştı. Beni muayene
eden doktor makatımda kanama olduğunu söyledi. Fakat bunu rapora yazmadı. Hatta
götüren polis de bunları yazması gerektiğini söylemişse de yazmadı. Benim
üzerimde de baskı kurup şikayetten vazgeçirmeye çalıştı. Buna E. Y. tanıktır"
dedikten sonra, kendisinden sorulduğunda, <Dışarıda hastalar vardı, odaya
girdiğimizde kapı kilitli değildi, paravan yoktu, kapı açıldığı takdirde direk
hasta görülebiliyordu, devamlı hastaları bu doktora götürüyorduk> diye söylemiş,
bunun üzerine, sekretere sorulduğunda ise, sekreter S. Ç. <muayene odasının
kapısında herhangi bir kilit yoktur. Muayene odasında paravan da yoktur. Kapı
açıldığı zaman muayene masası hemen kapının karşısındadır. Ben muayene odasının
hemen kapısının çaprazında durmaktayım. Benim iznim olmadan herhangi bir hasta
veya vatandaş muayene odasına giremez. Sadece benim giriş yetkim vardır>
demiştir.
Sanık İ. A.
kolluktaki 07.10.2003 günlü savunmasında; <Ben Lüleburgaz İlçesi SSK
Hastanesinde üroloji uzmanı olarak çalışırım aynı zamanda muayenehanem vardır.
Bana sormuş olduğunuz M. U. isimli şahsı hastam olması sebebi ile tanırım bu
şahsı daha önce dört defa muayene ettim, aynı zamanda bu şahsın babası olan N.
U. da benim hastamdı. En son olarak M. U. 07.10.2003 günü akşam saatlerinde
muayene olmak için muayenehaneme kontrol amacı ile geldi prostat şikayeti vardı,
ürolojik muayene içerisinde makattan parmak ile prostat muayenesi yaptım,
kendisinde kronik prostatit teşhisi düşündüm aynı zamanda bir tedavi şekli olan
parmak ile prostat muayenesi sonrasında hasta sen bana ne yapıyorsun terbiyesiz
dedi, ben de kendisine bu muayenenin rutin prostat şüphesi olan hastalara yapıldığını
izah ettim, şahıs bağıra çağıra muayenehaneyi terk etti, daha sonra saat 22.30
sıralarında muayenehanemi kapatıp eve gitmek için dışarı çıktığımda sivil
giyimli iki şahıs yanıma gelerek polis olduklarını söyledikten sonra bir konu
için ifademe başvurulmak üzere beni polis merkezine davet etmeleri üzerine
kendileri ile birlikte polis merkezinize geldim. Olay yukarıda anlattığım gibi
olmuştur başka bir söyleyeceğim yoktur> derken, 02.12.2003 tarihinde
Cumhuriyet savcısına verdiği dilekçede; <7 Ekim 2003 tarihinde saat 17.30 sıralarında
iyileşmediğini ve çok kötü olduğunu söyleyen M. U. 4. kez muayenehaneme
başvurdu. Hastanın daha önceki muayenelerde koyduğum kronik postatit teşhisi
nedeniyle makattan muayene ve prostat masajı olması gerektiğini izah ettim,
kabul etti. Eldiveni takarak rektal muayene ve masaja başladığım sırada, panik
halinde <terbiyesiz bana ne yapıyorsun> diye bağırmaya başladı. Ben de bu
tıbbi muayeneyi bıraktım. Buna bir anlam verememiştim. Ürolojik rektal
muayenelerde zaman zaman hastaların tepkileri olur ancak böyle bir tepkiyi ilk
defa gördüm. Polis karakoluna gideceğini ve beni şikayet edeceğini söyleyerek
bağırmaya devam etti. Birden ne yapacağımı şaşırdım. Bu sırada muayenede
bekleme odasında başka hastalar ve sekreter de vardı, onlar da şaşırdılar.
Merdivenlerden bağıra çağıra ve hakaret ederek inmeye başladı. Lüleburgaz küçük
bir yer olduğu için ve rezillik çıkaracağını düşünerek, birden arkasından gidip
onu ikna edebileceğimi ve bu muayenenin normal olduğunu izah edebileceğimi
düşündüm. Arkasından giderek, birlikte yürümeye başladık. Ona rezil olacağız,
bu tamamen normal bir muayenedir diye, defalarca söyledim. Fakat bağırmaya
devam etti, bu sırada çevreden insanlar yanımıza gelip müdahale edince, ne
yaparsan yap diyerek muayenehaneye diğer hastalara bakmak üzere geri döndüm,
gece saat 21.30 da karakola çağrılınca şoke oldum. 8 Ekim tarihinde sabah
hastaneye gittiğimde, başhekim C. G. beni odasına çağırarak <senin hakkında
böyle bir suçlama olmuş, ben Edirne Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümünü aradım,
orada Prof. Dr. D. A. hocayla görüştüm, bana konudan haberdar olduğunu ve kıdemli
doktor Ö. Bey'in baktığını, muayene sinin tertemiz olduğunu ve fiili livata
bulgusu yok şeklinde rapor düzenlendiğini> söyledi dedi ve moralini bozma
diye teselli etti. 8 Ekim günü öğleyin hastanın eşi beni cep telefonumdan
arayarak beni mahkeme ye verip rezil edeceklerini söyleyerek, kaç para vereceğimi
düşünmemi istedi. Daha sonra hastanın kız kardeşi olduğunu söyleyen bir kadın
eşimi telefonla arayarak çeşitli kırıcı laflar söyleyip tedirgin ve rahatsız
etti. Ben 8 yıldır Lüleburgaz'da çalışıyorum. 16 yıllık evliyim, biri 16 yaşında
diğeri 9 yaşında 2 erkek çocuk sahibiyim. Sicilimde en küçük bir leke yoktur.
Aynı zaman da SSK Hastanesinde başhekim yardımcısıyım. Ben önceleri bu hastanın
rekta tuşeyi hezeyana kapılarak yanlış anladığını ve gerçeğin adli tıp
raporunda belli olacağını düşünerek adli süreci takip etmeye başladım. Daha
sonra, Lüleburgaz'da çeşitli insanlara beni karalayıcı küçük düşürücü sözler
sarf ettiğini ve bana halk nazarında prestij kaybettirmeye çalıştığını fark
ettim. Şahsın ya menfaat temin etmek için ya da hastalığından kaynaklanan
psikolojik rahatsızlık nedeniyle böyle bir işe kalkıştığını düşünüyorum>
şeklinde beyanda bulunmuştur. Duruşmadaki 06.05.2004 tarihli savunmasında ise;
aynı şeyleri tekrar ettikten sonra, <Ben bu suçu işlemedim. Müştekinin bir
hezeyan sonucu ayrıca hastalığı sebebiyle kapıldığı psikolojik ve seksüel araz
nedeniyle iftirada bulunduğunu düşünüyorum. Kendisini daha önce yatarak
ultrason vasıtasıyla muayene ettim, hastalığının geçmemesi üzerine iznini
alarak eldiven kullanmak suretiyle muayenesini anal yoldan yaptım. Başka bir
tedavi şekli de yoktur. Antidepresif ilaçlar, erkeklik hormonu ve antiboyotik
ilaçlar kullandı. Olayın olduğu gün dördüncü gelişiydi> demiştir.
Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi öğretim üyesi olan tanık Prof. Dr. A. D. A. mahkemeye talimatla verdiği
20.04.2004 tarihli ifadesinde; <Sanık ve mağduru olay öncesinde tanımam,
yaklaşık 1 hafta veya 10 gün önce sanık bu dava ile ilgili olarak görüşmek
üzere bölümümüze geldi, bizden öğretim üyeleri olarak fikrimizi sordu, bunun
haricinde hiçbir temasımız olmadı, benim olaydan ertesi gün haberim oldu, çünkü
asistanlarımız nöbetleri sırasında verdikleri raporları vs. daha sonra bize
bildirirler, ayrıca olaydan sonra Lüleburgaz SSK Hastanesi Başhekimi beni
telefonla aradı, başhekimi bizim üniversitede ihtisas yaptığı için tanırım,
bana kaymakamın olayla ilgili bilgi almak istediğini, kendisinin de ilgili
doktorun amiri olduğunu söyledi, ben de bir gün önce yazılmış olan raporu
okudum, olay hakkında da o an fikir sahibi oldum, bunun dışında mağdurun
muayenesi ve raporun düzenlenmesi sırasında ne kimse tarafından arandım, ne de
kimseyi aradım, sanıkla da telefon görüşmesi yapmadım> demiştir.
Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Adli Tıp Anabilimdalı'nda çalışmakta olan ve mağdur hakkındaki ilk
raporu düzenleyen Dr. Ö. E. mahkemeye talimatla verdiği 20.04.2004 tarihli
ifadesinde; <Nöbetçi olduğum gece acil servise çağrıldım. Fiili livata
iddiası vardı, M. U. isimli kişi polis nezaretinde hastaneye getirilmişti,
muayenesini ve anal muayenesini yaptım. Bu konudaki bulgulara ilişkin raporumu
yazdım. Raporumda belirttiğim hususlar dışında Söyleyecek bir şeyim yoktur.
Akut livatayı düşündürecek herhangi bir bulguya rastlamadım. Raporumu kendisi
de nöbetçi olan Doç. Dr. G. A.'a da bildirdim> demiştir.
Polis memuru olan tanık
E. A. mahkemeye talimatla verdiği 19.04.2004 tarihli ifadesinde; <Ben M. U.'ı
savcılığın görevlendirmesi ile Edirne Tıp Fakültesi acil servisine götürdüm.
Acilde bulunan diğer görevliler Edirne Adli Tıp Kurumundan konuyla ilgili uzman
istediler. Biz acil serviste uzman beklerken, acil serviste ismini bilmediğim
bayan bir doktora telefon geldi. Ben telefon konuşmalarını dikkatle dinledim ve
İ. A.'nin aradığını öğrendim. Gidip doktora kimin aradığını sordum. Kendisi
bana Lüleburgaz'dan İ. A.'nin aradığını ve Adli Tıptan gelecek uzman doktorla
görüşmek istediğini ancak doktor henüz gelmediğinden görüştüremediğini söyledi.
Bu bayan doktorun adını müşteki almıştı ben bilmiyorum. Ben İ. A.'nin Adli Tıp
Uzmanıyla görüşüp görüşmediğini de bilmiyorum. Ayrıca ben muayeneye
girmedim> demiştir.
Sanığın sekreteri
olan tanık S. Ç. 06.05.2004 tarihli duruşmadaki ifadesinde; <Sanıkla, o gün
muayeneye gelen ve şu an huzurda bulunan şahsın içeride bulunmaları 5 dakikadır.
İçeriden alışmadığımız sesler geliyordu. Hastalarımız da dışarıda bekliyordu.
Hasta doktora ne yapıyorsun diye bağırdığında, o da daha önce açıkladığını,
muayenenin ancak böyle yapılabileceğini söyleyince hasta ona terbiyesiz herif
seni şikayet edeceğim diyerek odadan çıktı, doktor bu arada eldivenleri çıkarıp
hastanın yanlış harekette bulunduğunu anlatmaya çalışsa da hasta aynı
hareketlere devam ederek doktor sanığa güvenmemelerini, kesinlikle bir daha
gelmemelerini, insanların parasını alarak onları sömürdüğünü söyledi. Hasta ile
birlikte doktor dışarıya çıktı. Doktor, on dakika kadar sonra gelerek kalan
hastalarına baktı> demiştir.
Mağdurun eşi olan tanık
S. U., 06.05.2004 tarihli duruşmadaki beyanında; <Olay günü eşim eve geldiğinde
morali bozuk ve yüzü kapkaraydı. Ne olduğunu sorduğumda bir şey anlatmadı. İki
saat kadar sonra olanları anlattı. Yatarken külotunu değiştirmesini söylediğimde,
baktığımda kanlar içindeydi. Sinirlerim bozuldu. Bu olaydan yaklaşık 15-20 gün
makatından sürekli rahatsızlık çekti. Sürekli akıntısı oldu. Utandığımızdan
doktora dahi gidemedik. Çevreye çıkamadık. Bu olayı anlattıktan sonraki üç gün
içerisinde herhangi bir tedavi veya müdahale yapmadık. Eşimin herhangi bir
psikolojik rahatsızlığı yoktur> demiştir.
Tanık E. D.,
mahkemedeki 27.05.2004 tarihli duruşmada; <M. benim kayınbiraderim olur. Sanıkla
da tanışırız. Olay tarihinden iki gün kadar sonra sanık yanıma gelerek hakkındaki
iddiaları söyledikten sonra müdahille konuşmamı bu olayın kapanmasını istediğini
maddi manevi zararları ne ise onu karşılayabileceğini, aksi takdirde kendisi
için ölebilecek adamları olduğunu, tehditvari bir üslupla söyledi. Bu konuşma sırasında
suçu işlediğine dair bir şey söylemedi. Ancak olayın aslının olmadığını bana
söyledi. Ben de kendisine kendileri için de ölebilecek insanlar olduğunu bu
şekilde konuşmasının yanlış olduğunu mahkemenin bu hususta karar vereceğini
kendisine söyledim> demiştir. Sanık bunun üzerine, <E. ile konuştuğum doğrudur,
böyle bir şeyin iki taraf için de rezalet olabileceğini, iddiaların asılsız
olduğunu, bir çözüm yolu bulmamız gerektiğini, E.'ın üç çocuğunun sünnetini
yaptığımı söyledim> şeklinde eklemede bulunmuştur.
Tanık A. Ç.,
mahkemedeki 27.05.2004 tarihli duruşmada; <M. arkadaşımdır. Olay tarihinde okul
servisinin şoförlüğünü yaptığım için beklediğim sırada sanıkla müdahili
birbirlerine sarılmış vaziyette ve hararetli bir şekilde konuşurlarken gördüm.
Sanık müdahile mütemadiyen <Bu işi unut, beni şikayet etme, benim tanınmışlığım
ve doktorluğum vardır, böyle söylersen doktorluğum elden gidebilir> diyerek
konuşuyordu ve bu sırada kendisine <ne kadar para istersen vermeye hazırım>
diyerek para teklif etti. Ben de aşağıya inip tarafları sakinleştirmeye çalıştıysam
da müdahil doğruca karakola gitti. Ben tartışma sırasında olayın ne olduğunu
anlayamadım. Daha sonra karakola gittim. Müdahil arkadaşım olduğu için olayın
mahiyetini öğrenmek istemiştim karakola sokmadılar> demiştir. Sanık bu ifade
üzerine sorulduğunda sanık para teklif ettiği hususunu kabul etmediğini,
söylemiştir.
Tüm dosya kapsamı
birlikte değerlendirildiğinde;
37 yaşında ve prostat
rahatsızlığı bulunan mağdur M.’in olay tarihinden önce 3 ayrı kez sanığın
muayenehanesine gittiği, basit muayeneler sonunda ilaç tedavisinin uygulandığı,
olay günü sanık doktor tarafından kendisine tatbik edilen tuşe rektal ve
prostat masajının yapılış tarzı konusunda önceden yeterli bilgisinin
bulunmaması halinde ve bunun biraz da hoyratça gerçekleştirilmesi durumunda bu
tedavi yöntemini farklı yorumlamış, onurunu kıran bir hal olarak algılamış ve
tepki göstermiş olabileceği,
Mağdurun kollukta
sanığın iki elinin omuzunda olduğundan bahsetmemesi, yargılama aşamasında ise
sanığın cinsel organını görmediğini söylemesi,
Muayenehanede olay
anında başka hasta kişilerin de bulunduğu, muayene odasının kapısının kilitli
olmadığı ve kapı açıldığında dışarıdan muayenenin yapıldığı yerin
görülebildiği, böyle bir ortamda soyunan doktor sanığın, reşit ve erkek mağdura
livatada bulunduğunu kabul edebilme, olanağının bulunmadığı,
Sanığın, tepki
gösterip şikayet edeceğini söyleyerek muayenehaneyi terk eden mağdurun peşinden
giderek onu bundan vazgeçirmeye çalışması, hatta para bile teklif etmesinin
böyle bir olayın dedikodu olarak duyulması halinde dahi statüsünü
etkileyebilecek bir durum olması nedeniyle bundan bir şekilde kurtulma gayreti
olarak yorumlanması gerektiği,
Mağdurun yaşı,
gelişimi ve tedavisi sırasında anüs bölgesine kaydırıcı krem sürüldüğü de
nazara alındığında, olay akabinde bu bölgede hiçbir bulgunun meydana gelmemesinin
gerektiği, bu itibarla da eşinin, kocasının külotunda kan gördüğüne ilişkin
beyanının inandırıcı bulunmadığı,
Nitekim olay
sonrasında düzenlenen 07.10.2003 tarihli raporda da olayı ve iddiayı doğrulayan
bir olgunun saptanamadığı, sanığın bu raporu düzenleyen doktorla görüştüğüne ve
raporun da bunun sonucunda gerçek dışı olarak düzenlendiğine ilişkin iddianın
da doğrulanmadığı,
Bu rapordan ve
olaydan üç gün sonra mağduru muayene eden Adli Tıp Kurumunun anüs bölgesinde
saptadığı bulguların, ileri sürülen livata eylemi ile irtibatının kurulamadığı,
Adli Tıp Kurumundan
alman raporda saptanan bulguların yapılan tuşe rektal ve prostat masajı
sonucunda meydana gelmiş olabileceği,
37 yaşında ve evli
mağdurun, anüsüne erkek cinsel organının sokulması ve üzerine abanılıp ileri
geri hareket yapılması durumunda bunun ne anlama geldiğini derhal fark etmesi
gerektiği halde fark edemediğine ilişkin anlatımlarının diğer kanıtlar
karşısında inandırıcı bulunmadığı ve mahkemenin beraat kararının yerinde olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu itibarla; temyiz
itirazlarının reddiyle, yerel mahkeme hükmünün tebliğnamedeki düşünceye uygun
olarak onanmasına karar verilmelidir.
Sonuç: Açıklanan
nedenlerle,
1- Katılan vekili ve
yerel Cumhuriyet savcısının temyiz itirazlarının reddiyle, Kırklareli Ağır Ceza
Mahkemesinin 23.12.2008 gün ve 212-240 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın,
Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına TEVDİİNE, 19.10.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki
düşünceye uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.