Normal
0
21
false
false
false
TR
X-NONE
X-NONE
MicrosoftInternetExplorer4
DAVA : Kasten öldürme
suçundan sanık İ. Ç.'ın 765 Sayılı T.C.K.nun 449/1, 59, 31 ve 33. maddeleri
uyarınca 30 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Osmaniye Ağır Ceza
Mahkemesince verilen 17.1.2006 gün ve 80-3 Sayılı re'sen temyize tabi olan
hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen
Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.6.2007 gün ve 7197-5238 sayı ile;
"... Olay günü
maktulün evinde ölü olarak bulunduğu, 24.3.2004 tarihli ölü muayene tutanağına
göre saat 22.00-23.00 arasında ölmüş olabileceğinin belirtildiği, tanık
beyanlarına göre muhtemelen ölüm saatinde sanığın kardeşleriyle birlikte
işlettiği lokantada ve tanık Suat'ın büfesinde olduğu, saat 23.00 civarında
maktulün eve gelen çocuklarının cesedi bulduğu, yengeleri olan tanık Dursel'e
haber verdikleri, tanık Dursel'in, ilk bakışta maktulün düştüğünü sanması
üzerine sanığın çalıştığı lokantaya telefon açtığı, sanığın kardeşi Abdullah'a
eve gelmelerini söylediği, bu sırada lokantada olan sanığın da ölüm olayından
bu şekilde haberdar olduğu, sanığın aşamalardaki inkara yönelik savunmalarına,
savunmayı doğrulayan tanık beyanlarına, fenni kanıtlara, sanığın oğlu olan 8
yaşındaki tanık H. M. Ç.'ın 27.6.2005 tarihli keşifte tanıklıktan çekildiği,
önceki beyanlarının birbirleriyle çelişkili olduğu, olayın görgü tanığı
olmadığı gibi maktulün tırnak arası svaplarından alınan numunenin, sanık ve
maktulden başka 3. bir kişiye ait olduğunun belirlendiği, sanığın eşi olan
maktulü öldürdüğüne dair mahkumiyetine yetecek kesin ve inandırıcı delil de
olmadığı anlaşılmakla beraatına karar verilmesi gerekirken yetersiz
gerekçelerle mahkumiyetine karar verilmesi...",
İsabetsizliğinden
bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece
29.11.2007 gün ve 96-248 sayıyla direnilmesi üzerine dosyayı inceleyen Ceza
Genel Kurulunca 17.2.2009 gün ve 172-26 sayı ile;
"... Resmi
nikahlı eşi S.Ç.'ı kasten öldürme suçundan sanık İ. Ç.'ın, mahkumiyetine karar
verilen somut olayda çözümü gereken uyuşmazlık, sanığın atılı suçu işleyip
işlemediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusu
değerlendirilmeden önce, direnme kararının usulüne uygun olarak verilip
verilmediğinin saptanması gerekir.
İncelenen dosya
içeriğine göre;
Bozmadan sonra sanık
ve katılana usulüne uygun olarak davetiye tebliğ edilmiş, sanık 30.10.2007
tarihli oturuma katılarak müdafii huzurunda bozma ilamına uyulmasını
istemiştir. Oturum C.Savcısının dosyayı inceleyip mütalaa beyanı için
29.11.2009 tarihine ertelenmiştir.
Bu oturuma sanık
katılmamış, sanık müdafii ve katılan vekili iştirak etmiştir. Mahkeme önce
sanık müdafiine, sonra katılan vekiline, en son da C.Savcısına bozma konusunda
diyeceklerini sorarak bozma ilamına direnilmesine ara karar şeklinde karar
vermiş, sonra da kimseye söz vermeden duruşmayı bitirerek direnme hükmü
kurmuştur.
1412 Sayılı
C.M.U.K.nın 251. maddesine paralel bir düzenleme getiren 5271 Sayılı C.M.K.nın
'Delillerin tartışılması' başlıklı 216. maddesinde; ' ( 1 ) Ortaya konulan
delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet
savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir.
2-) Cumhuriyet
savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin
açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet
savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3-) Hükümden önce son
söz, hazır bulunan sanığa verilir' hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin 1.
fıkrasında ortaya konulan kanıtlarla ilgili tartışmada hazır bulunan taraflara
hangi sıraya göre söz verileceği, 2. fıkrada taraflara tanınan karşılıklı cevap
hakkı düzenlenmiş, son fıkrada da son sözün sanığa verileceği kuralı getirilmiş
bulunmaktadır.
Savunma hakkı
Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak, herkesin meşru vasıta ve
yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını
bizzat kullanabileceği gibi müdafii ile de kullanabilir. Nitekim ülkemizin de
kabul ettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin adil yargılanma hakkının asgari
koşullarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; sanığın, müdafii tayin etme
yetkisiyle belirli koşullarda müdafiiden ücretsiz yararlanabilme hakkı
bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı 'meşru bir yol', müdafii de
savunma hakkının kullanılması bakımından 'meşru bir araçtır'.
5271 Sayılı C.M.K.nın
2/1-c maddesinde; şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan
avukat olarak tanımlanan müdafii, ceza yargılamasını yürüten makamlar önünde
şüpheli veya sanığın savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere sahip
olması gereken şüpheli veya sanığın yardımcısıdır ( Center/Zafer, Ceza Muhakemesi
Hukuku, 6. bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2008, s.159, Öztürk/Erdem,
Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. bası, Seçkin Yayınları, Ankara, 2006,
s.310-311 ).
1412 Sayılı
C.M.U.K.kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafiilik sistemini benimsemiş,
sınırlı bazı hallerde ise kişilerin kendilerini yeterince savunamayacakları ve
kamusal bir kurum olan savunmanın zaafa uğrayacağı kabulünden hareketle zorunlu
müdafiilik sistemini getirmiştir. 5271 Sayılı C.M.K.ise zorunlu müdafiilik
sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek derecede
genişletmiştir. Bu Yasaya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk,
kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması ( 150/2. md.
), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan
fazla hapis cezasını gerektirmesi ( 150/3. md. ), resmi bir kurumda kusur
yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması
( 74/2. md. ), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi ( 101/3. md. ),
davranışları sebebiyle hazır bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak
yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ( 204/1. md.
) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması ( 247/3. md. ) hallerinde müdafii
görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Aynı Yasanın, 147.
maddesinde; şüphelinin müdafii seçme hakkının bulunduğu, onun hukuki
yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır
bulunabileceğini kendisine bildirilmesi gerektiği, 148. maddesinde; müdafii
hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin, hakim veya mahkeme huzurunda
şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı, 149.
maddesinde; şüphelinin, soruşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla
müdafiin yardımından yararlanabileceği, avukatın şüpheliyle görüşme, ifade alma
veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkının
engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı, 153. maddesinde; müdafiin, soruşturma
evresinde dosya içeriğini inceleyebileceği ve istediği belgelerin bir örneğini
harçsız olarak alabileceği, şüphelinin ifadesini içeren tutanakla bilirkişi
raporları ve şüphelinin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere
dair tutanaklar hakkında kısıtlama yapılamayacağı, 154. maddesinde; şüphelinin
vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının
duyamayacağı bir ortamda görüşebileceği hükme bağlanmıştır.
Öte yandan C.M.K.nın
suç niteliğinin değişmesi durumunda ek savunma hakkı verilmesine dair 226.
maddesinin 4. fıkrasında, ek savunma hakkına dair yazılı bildirimlerin varsa
müdafie yapılacağı belirtildikten sonra 'müdafii sanığa tanınan haklardan onun
gibi yararlanır' hükmü getirilmiştir.
Bu açıklamalar
ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın yokluğunda ya
da yanında, duruşmada onu temsil eden müdafiine 'son söz hakkı' verileceğine
dair açık bir usul kuralı, gerek 1412 Sayılı C.M.U.K.nda gerekse 5271 Sayılı
C.M.K.nda yer almamaktadır. Ancak ceza yargılaması yasasının her konuyu
ayrıntısıyla düzen-lemesi beklenmemelidir. Bu sebeple usul yasalarının
düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve Kanunun
ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulabilmektedir.
5271 Sayılı C.M.K.nın
226/4. maddesinde ek savunma hakkının verilmesi konusunda, müdafiin sanığa
tanınan haklardan onun gibi yararlanmasına dair getirilen kuralın, olayımızda
da kıyasen uygulanma olanağı bulunmaktadır. Bunun sonucu olarakda C.M.K.nın
216/3. maddesi uyarınca sanığın oturumda hazır bulunmaması halinde hükümden
önce son sözün, hazır bulunan müdafiye verilmesi zorunludur. Savunma hakkıyla
yakından ilgili bulunan bu zorunluluğa uyulmaması yasaya mutlak aykırılık
oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkı
olup, bu hak hiçbir şekilde kısıtlanamaz.
Bu itibarla, sanığın
hazır bulunmadığı son oturumda C.Savcısının beyanının tespitinden sonra hazır
bulunan sanık müdafiine son sözün verilmemesi savunma hakkının kısıtlanması
niteliğinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin,
belirtilen usul yanılgısı sebebiyle bozulmasına karar verilmelidir...",
Gerekçesiyle hükmün
bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Osmaniye
1. Ağır Ceza Mahkemesince 17.11.2009 gün ve 136-227 sayı ile; sanığın yine 765
Sayılı T.C.K.nun 449/1, 59, 31 ve 33. maddeleri uyarınca 30 yıl hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verilmiş, re'sen temyize tabi olan bu hükmün sanık
müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1.
Ceza Dairesince 30.12.2011 gün ve 3895-8720 sayı ile;
"... 1- )
17.11.2009 olan karar tarihinin gerekçeli karar başlığında 29.11.2007 olarak
gösterilmesi mahallince düzeltilmesi mümkün yazım hatası olarak görülmüştür.
2-) Olay günü,
maktulün evinde ölü olarak bulunduğu, 24.3.2004 tarihli ölü muayene tutanağına
göre tahminen 5 ile 7 saat önce yani saat 21.00-22.00 sıralarında ölmüş
olabileceğinin belirtildiği, tanık beyanlarına göre muhtemelen ölüm saatinde
sanığın kardeşleriyle birlikte işlettiği lokantada ve tanık Suat'ın büfesinde
olduğu, saat: 23.00 civarında maktulün eve gelen çocuklarının cesedi bulduğu,
yengeleri olan tanık Durnel'e haber verdikleri, tanık Durnel'in ilk bakışta
maktulün düştüğünü sanması üzerine sanığın çalıştığı lokantaya telefon açtığı,
sanığın kardeşi Abdullah'a eve gelmelerini söylediği, bu sırada lokantada olan
sanığın da ölüm olayından, bu şekilde haberdar olduğu Dairemizin 28.6.2007
tarihli bozma kararımızda açıklandığı gibi, sanığın olay anında işyerinde
çalıştığı konusunda yaptığı savunma tanıklarca doğrulandığı, öldürülenle
sanığın ortak çocukları olan küçük tanık H. M.'in anlatımlarına tek başına
başka bir anlatımla diğer delillerle desteklenmeden itibar edilemeyeceği,
esasen bu tanığın açıklamalarının çelişkili bulunduğu gibi tanık S. Ö. yanında
iken ifadesinin tespit edildiği, öldürülenin tırnak aralarında yer alan
dokuların muhtemelen boğuşma sırasında oluşup üçüncü kişiye ait olduğu, sanıkla
bir ilgisinin bulunmadığı, öldürülenin aile dışı gizli ilişkilerinin
bulunduğunun ifade edildiği, böylece sanığın atılı suçu işlediği konusu büyük
ölçüde kuşkulu kaldığı, kuşkudan sanık yararlanır ilkesi gereğince beraatine
karar vermek gerekirken yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi...",
İsabetsizliğinden
bozulmuştur.
Yerel mahkemece
29.3.2012 gün ve 65-58 sayı ile;
"... Mahkememiz
önceki kararlarında H. M. Ç.'ın sanığı suçlayan ifadelerinin neden hükme esas
alınması gerektiğini gerekçeleriyle ortaya koymuştur. Olay tarihinde 8 yaşında
bulunan maktule ve sanığın müşterek çocukları H. M. Ç. 24.3.2004 tarihinde saat
19:25 sıralarında olaydan yaklaşık 21 saat sonra alınan beyanında annesini
Duygu ablasının sevgilisinin öldürdüğünü söylemiş, bu yönde araştırmalar
yapıldıktan sonra bunun gerçek olmadığı kesin olarak ortaya konulduğunda
polisler tarafından tanık H. M. Ç.'ın 2.4.2004 tarihinde ek ifadesi alınmış,
yine 3.4.2004 tarihinde Cumhuriyet Savcılığında ifadesi alınmış, hem 2.4.2004
tarihli beyanında hem de 3.4.2004 tarihli beyanında annesini sanık olan
babasının öldürdüğünü söylediği görülmüştür. Tanık H. M. Ç. mahkemedeki
beyanında hiçbir şey görmediğini söylemiş, keşifte ise tanıklıktan çekilmiştir.
Mahkememizin ilk hükmünde de belirtildiği gibi olay tarihinde 8 yaşında olan H.
M. Ç. olaydan 21 saat sonra alınan ifadesinde 'Duygu ablamın sevgilisi öldürdü'
yalanını kimler söyletmiştir. Bunu irdelemek gerekmektedir. Gerçekten de yaşı
itibariyle böyle bir yalanı uydurması ve kurgulaması mümkün olmayan tanığa
ifadesi ezberletilmiş, tahkikat yanlış yöne sevk edilmiştir. Tahkikatın yanlış
yöne sevk edilmesi sonucunda İ. Ç. başlangıçta şüpheliler listesinden çıkmış,
mağdur konumunda görülmüştür. H. M. Ç.'ın ilk ifadesi sonucunda yapılan
araştırmada ifadenin doğru olmadığı ortaya çıkınca olayı gördüğüne dair beyanda
bulunan tanık H. M. Ç. polisler tarafından yeniden dinlenilmiş, olayı tüm
ayrıntılarıyla anlatmış, babasının annesini öldürdüğünü söylemiştir. Tanık
Cumhuriyet Savcılığında da babasının annesini öldürdüğünü anlatmıştır. Bu
aşamada da Emniyet Müdürlüğüne 30.3.2004 tarihinde isminin H. Ü. olduğunu söyleyen
bir kişi tarafından İ. Kaplan isimli kişinin maktuleyi öldürdüğü ihbarı
yapılmış, bu yönde de polisler araştırmalar yapmışlar ve tahkikat bilinçli
olarak yanlış yönlere sanıktan başka kişilere yönlendirilmiştir. Tanık H. M.
Ç.'ın duruşmada hiçbir şey görmediğini söylediği, keşifte de tanıklıktan
çekildiği görülmektedir. Tanığın çelişkili beyanlarda bulunduğu sabittir. Ancak
bu çelişkilerin hangi sebeplere dayalı olduğu tartışılmalı beyanlarının
tamamını yok saymak yerine olaya uygun düşen beyanları değerlendirilmelidir.
Tanığın yaşı itibariyle görmediği bir olayı kurgulaması ve anlatması
beklenemez. Ancak yönlendirme yapıldığında yapılan yönlendirmeye uygun olarak
beyanda bulunması düşünülebilir. Olayımızda da tanığın ilk alınan ifadesinin
açık açık yönlendirildiği ve tahkikatın yanlış yöne sevk edilmek istendiği
görülmektedir. Poliste alınan 2. ifadesinde ve Cumhuriyet Savcılığında alınan
ifadesinde tanık olayı bütün çıplaklığıyla anlatmıştır. Tanığın beyanını
doğrulayan mahkememizin ilk hükmünde tartışılan deliller de mevcuttur.
Maktulenin evde kanlar içinde yatarken bulunması üzerine polis ve ambulans
aranmaksızın aile büyükleri aranmış, onların olay yerine gelmeleri sağlanmış,
deliller karartılmıştır. Maktulenin tırnak arasından alınan svapları da bu
çerçevede değerlendirmek gerekir. Resmi bir sıfatı olmayan aile dostu M. C.
çağrıldığı halde ambulans ve polise haber verilmemesi düşündürücüdür. M. Ç.'ın
da olayı başından beri yanlış yöne sevk ettiği ve beyanlarının doğru olmadığı
sabittir. Maktulenin düşüp kafasını vurduğu ya da halının kaydığı şeklinde
bildirimlerde bulunulmuş, resmi sağlık görevlileri yanıltılmak istenmiştir.
Maktulenin bulunduğu yere gelen görevliler maktulenin öldüğünü olay yerinde
tespit etmişler ancak hayata döndürebilmek amacıyla maktuleyi ambulansa
almışlardır. Buradan maktuleyi hastaneye götürmüşler, üzerini soyduklarında
bıçak darbelerini görmüşler, öldürüldüğünü söylediklerinde maktulenin
akrabaları hastaneden kaçışmışlardır. Maktulenin eşi olan sanık hastaneye hiç
gitmemiş, cenazeye dahi katılmamıştır. Sanığın akrabalarının bu tür garip
davranışlar sergilemelerinin arkasında yatan gerçeğin H. M. Ç.'ın ifadesinde
belirtildiği gibi maktuleyi sanığın öldürülmesi olduğu anlaşılmaktadır. Tanık
H. M. Ç.'ın davanın bütün aşamalarında beyanlarının akrabaları tarafından
yönlendirilmeye çalışıldığı 8 yaşındaki çocuğa önce Duygu ablamın sevgilisi
öldürdü senaryo ezberletildiği, daha sonra duruşmada hiçbir şey görmediğine
dair beyanda bulunmasının sağlandığı, kesif mahallinde de mahkememizin ara
kararında belirtilmemiş olmasına rağmen naip hakim tarafından dinlenilmek
istenildiğinde yaşı itibariyle tanıklıktan çekilmenin anlamını bilemeyecek
durumda olan çocuğun hata yapıp ağzından bir söz kaçırır düşüncesiyle
tanıklıktan çekilmesinin sağlandığı görülmektedir. Mahkememizce tanığın
beyanları çelişkili olsa da yukarda belirtilen gerekçelere nazaran babasının
öldürdüğüne dair beyanlarına itibar etmek gerektiği kanaatine
varılmıştır...",
Gerekçesiyle
direnilerek sanığın önceki hükümdeki gibi cezalandırılmasına hükmolunmuştur.
Re'sen temyize tabi
olan bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya,
Yargıtay C.Başsavcılığının 01.03.2013 gün ve 179042 Sayılı "onama"
istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel
Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : Sanığın resmi
nikahlı eşini kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut
olayda, Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın atılı suçu işleyip işlemediği
noktasında toplanmakta ise de, öncelikle maktule ve sanığın müşterek çocuğu
olan, soruşturma ve kovuşturma aşamasında önce çekinme hakkını kullanmayan
ancak daha sonra yapılan keşifte tanıklıktan çekinme hakkını kullanan tanık H.
M. Ç.'ın önceki beyanlarının hükme esas alınıp alınamayacağının belirlenmesi
gerekmektedir.
Maktule ve sanığın
müşterek çocuğu olan, soruşturma ve kovuşturma aşamasında önce çekinme hakkını
kullanmayan ancak daha sonra yapılan keşifte tanıklıktan çekinme hakkını
kullanan tanık H. M. Ç.'ın önceki beyanlarının hükme esas alınıp
alınamayacağına dair önsorunun değerlendirilmesinde:
İncelenen dosya
kapsamından;
Olay gecesi saat
00.15 sıralarında polise yapılan bir ihbar üzerine maktulün öldürülmesine dair
olarak soruşturmaya başlanıldığı, olaya dair bilgisi olan diğer kişilerle
birlikte maktule ve sanığın ortak çocukları olan 1996 doğumlu H. M. Ç.'ın da
kolluk tarafından olaydan bir gün sonra 24.3.2004 tarihinde ifade sahibi
sıfatıyla beyanının alındığı, tanığın bu beyanında annesini aile dostları olan
M. C. isimli şahsın kızı D.'nun sevgilisinin öldürdüğünü söylediği, bu beyan
üzerine tespit edilen kişilerin 2.4.2004 günü saat 18.35 sıralarında emniyette
tanık H. M.'e teşhis ettirildiği, kendisine gösterilen kişiler arasında
annesini öldüren kişinin olmadığını ve gerçeği anlatacağını beyan etmesi
üzerine aynı gün 21.00 sıralarında yine ifade sahibi olarak ek ifadesinin
alındığı, Cumhuriyet savcısı tarafından da 3.4.2004 günü çekinme hakkı
hatırlatılmak suretiyle tanık olarak ifadesinin tespit edildiği, tanık H. M.'in
annesini babası olan sanığın öldürdüğüne dair anlatımda bulunduğu,
Kovuşturma aşamasında
mahkeme huzurunda 02.06.2004 tarihinde tanıklıktan çekinme hakkının
hatırlatılmasına karşın tanık sıfatıyla ifade verdiği, naip hakim vasıtasıyla
27.6.2005 tarihinde yapılan keşifte ise kendisine hatırlatılması üzerine
çekinme hakkını kullanarak tanıklık yapmayacağını beyan ettiği,
Yerel mahkemece;
"olayın tek görgü tanığı olan H. M. Ç. keşif sırasında tanıklık
yapmayacağını beyan etmiş ise de, tanık daha önce emniyet müdürlüğü,
C.Savcılığı ve ağır ceza mahkemesi huzurunda tanık olarak ifade vermiştir. Bu
tanık mahkemede beyanda bulunmuş olduğundan 5271 Sayılı C.M.K.nın 210/2 ve 1412
Sayılı C.M.U.K.nın 245. maddesindeki tanığın beyanının hükme esas
alınmayacağına dair düzenlemenin bir anlamı bulunmamaktadır. Tanık mahkemede
çekinme hakkını kullanmadığına göre beyanlarının hükme esas alınabileceği
kanaatine varılmıştır" gerekçesiyle tanık H. M.'in beyanının hükme esas
alındığı,
Anlaşılmaktadır.
Tanık H. M. Ç.'ın
soruşturma aşamasındaki tanıklığı 1412 Sayılı C.M.U.K.nun yürürlüğü zamanında
başlayıp kovuşturma aşamasında 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlüğe
girmesinden sonra da devam etmiş olması sebebiyle ön soruna dair uyuşmazlık her
iki kanun yönünden de ele alınmalıdır.
Tanıklıktan çekinme
1412 Sayılı C.M.U.K.nun 47. maddesinde; "Aşağıdaki kimseler şahitlikten
çekinebilirler:
1-) Maznunun
nişanlısı,
2-) Evlilik bağı
kalmasa bile karısı veya kocası,
3-) Maznunun nesepten
veya sebepten usul ve füruu yahut 3. dereceye kadar ( Bu derece dahil )
nesepten veya kendisiyle sıhriyet hasıl olan evlilik bağı kalmasa bile 2.
dereceye kadar ( bu derece dahil ) sebepten civar hısımları ve maznunla
aralarında evlatlık bağı bulunanlar.
Yukarda yazılı
kimselere dinlenmezden evvel şahitlikten çekinmek hakları olduğu bildirilir. Bu
hakkı istimalden vazgeçenler dinlenirken dahi vazgeçmelerini geri
alabilirler",
1 Haziran 2005
tarihinde yürürlüğe giren 5271 Sayılı C.M.K.nun 45. maddesinde ise;
" ( 1 )
Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:
A-) Şüpheli veya
sanığın nişanlısı.
B-) Evlilik bağı
kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi.
C-) Şüpheli veya
sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.
D-) Şüpheli veya
sanığın 3. derece dahil kan veya 2. derece dahil kayın hısımları.
E-) Şüpheli veya
sanıkla aralarında evlatlık bağı bulunanlar.
2-) Yaş küçüklüğü,
akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle tanıklıktan çekinmenin önemini
anlayabilecek durumda olmayanlar, kanuni temsilcilerinin rızalarıyla tanık
olarak dinlenebilirler. Kanuni temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin
çekinmeleri konusunda karar veremez.
3-) Tanıklıktan
çekinebilecek olan kimselere, dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri
bildirilir. Bu kimseler, dinlenirken de her zaman tanıklıktan
çekinebilirler" biçiminde düzenlenmiştir. Benzer şekilde düzenlenmiş olan
maddeler arasındaki tek farklılık 5271 Sayılı C.M.K.nun 45/2. maddesinde
getirilen, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle
tanıklıktan çekinmenin önemini anlayabilecek durumda olmayanların, kanuni
temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilecekleri yönündeki hükümdür.
Başlangıçta
tanıklıktan çekinme hakkını kullanmayan tanıkların daha sonra kovuşturma
aşamasında tanıklıktan çekinme haklarını kullanmaları 1412 Sayılı C.M.U.K.nun
"Şahitlikten çekinme hakkını sonradan kullanan şahidin ifadesi"
başlıklı 245. maddesinde; "Duruşmadan önce dinlenipte ilk defa olarak
duruşma esnasında şahitlik etmekten çekinmek hakkını kullanan şahidin yazılı
ifadesi dahi okunmaz" şeklinde düzenlemiş iken 5271 Sayılı C.M.K.nun
"Duruşmada okunmayacak belgeler" başlıklı 210. maddesinin 2.
fıkrasında; "Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada tanıklıktan
çekindiğinde, önceki ifadesine dair tutanak okunamaz" biçiminde
düzenlenmiş, aynı kanunun 217. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesinde;
"Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış
delillere dayandırabilir" ve "Duruşmada okunması zorunlu belge ve
tutanaklar" başlıklı 209. maddesinin ilk fıkrasında; "Naip veya
istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya
istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanaklarıyla muayene ve keşif
tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adli
sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna dair bilgilerin yer
aldığı belgeler, duruşmada okunur" hükümleri getirilmiştir. Böylece 5271
Sayılı Kanunun 210. maddesi uyarınca tanıklıktan çekinme hakkı olmasına karşın
daha önce bu hakkını kullanmayan bir tanık duruşmada tanıklıktan çekindiğinde
önceki ifadesine dair tutanaklar da okunamayacak, 217. maddenin 1. fıkrasındaki
hüküm uyarınca, hakim kararını duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış
delillere dayandırabileceği için tanığın daha önceki aşamada tanıklıktan
çekinme hakkını kullanmayarak verdiği beyanlar hükme esas alınamayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında
önsoruna dair olarak yapılan değerlendirmede;
Gerek 1412 Sayılı
C.M.U.K.nun 47, gerekse 5271 Sayılı C.M.K.nun 45. maddeleri uyarınca
tanıklıktan çekinme hakkı bulunan, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı ve
kovuşturma aşamasında mahkeme huzurunda tanıklıktan çekinme hakkını
kullanmayarak tanıklık yapan, ancak duruşmanın devamı niteliğindeki keşifte
tanıklıktan çekinme hakkını kullanan, maktule ve sanığın ortak çocukları 1996
doğumlu H. M. Ç.'ın tanıklıktan çekinmiş olması sebebiyle önceki beyanlarının
5271 Sayılı C.M.K.nun 210 ve 217. maddeleri uyarınca hükme esas alınmasının
mümkün olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, tanık H.
M. Ç.'ın beyanlarını hükme esas alan yerel mahkeme uygulamasında isabet
bulunmamaktadır.
Önsoruna dair olarak
çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı;
"... Maktule ve
sanığın müşterek çocukları olan tanık H. M. Ç., mahkemede dinlendiği sırada o
sırada yürürlükte bulunan 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 47. maddesine göre usulüne
uygun biçimde çekinme hakkının hatırlatılmasına rağmen bu hakkını
kullanmamıştır.
Tanığın mahkeme
huzurunda ilk kez ifade verdiği sırada tanıklıktan çekinmiş olması halinde 1412
Sayılı C.M.U.K.nun 245 ve 5271 Sayılı C.M.K.nun 210/2 maddelerinin açık
anlatımı karşısında, soruşturma aşamasında verdiği ifadeler okunamayacak
dolayısıyla da 5271 Sayılı C.M.K.nun 217/1. maddesi uyarınca bu beyanlar
duruşmaya getirilmediği ve tartışılmadığı için hükme esas olamayacaktır.
Ancak olayımızda
farklı bir durum olarak, tanık önce mahkeme huzurunda kendisine tanıklıktan
çekinme hakkı hatırlatılmasına karşın tanıklıktan çekinmeyerek tanıklık yapmış
ve önceki ifadeleri de duruşmada okunmuştur. Bu aşamadan sonra keşif sırasında
tanıklıktan çekinmesi, eski beyanlarının hükme esas alınamayacağı anlamına
gelmemelidir. Çünkü önceki beyanları zaten tarafların tartışması için duruşmada
okunmuş yani mahkemenin önüne getirilmiştir. Buna göre artık bu beyanların 5271
Sayılı C.M.K.nun 217/1 maddesi gereğince hükme esas alınmasında kanuni bir engel
bulunmamaktadır.
Öte yandan 5271
Sayılı C.M.K.nun 45/3. maddesindeki; 'Tanıklıktan çekinebilecek olan kimselere,
dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri bildirilir. Bu kimseler,
dinlenirken de her zaman tanıklıktan çekinebilirler' ifadesi beyanların
alındığı sırada da çekinmenin mümkün olduğunu, ancak dinlenme bittikten sonra
çekinmenin sözkonusu olmayacağına işaret etmektedir. Somut olayda tanık zaten
önceki aşamada ve mahkeme huzurunda bildiklerini anlatıp tanıklık yaptığı için
keşifte dinlenilmesi zorunluluğu da bulunmamaktadır.
Aksinin kabulü
halinde tanıklıktan çekinme hakkı bulunup da bu hakkını kullanmayıp tanıklık
yapan kişilerin hükmün kesinleşmesine kadar her zaman mahkemeye gelerek
tanıklıktan çekinme haklarını kullanmak istediklerini beyan etmeleri ve böylece
önceki beyanların hükme esas alınamaması ihtimali doğabilecektir.
Bu nedenle,
kovuşturma aşamasında önce çekinme hakkını kullanmayan tanığın daha sonra
çekinme hakkını kullanması halinde önceki beyanlarının hükme esas alınabileceğine
karar verilmelidir..." düşüncesiyle,
Önsoruna dair
çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle
tanığın beyanının hükme esas alınabileceği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Önsoruna dair
çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi O. Koçak'ın, karşı oy
düşüncesine ise esasa dair uyuşmazlığın altında yer verilmiştir.
Tanık H. M. Ç.'ın
beyanlarının hükme esas alınmaması gerektiğine karar verilmiş olması sebebiyle
bu beyanlar dışındaki deliller gözönüne alınarak sanığın olay tarihinde resmi
nikahlı eşini öldürüp öldürmediği, yani suçun sübutuna dair uyuşmazlığın
değerlendirilmesine gelince:
İncelenen dosya
kapsamından;
1960 doğumlu olan
sanıkla 1970 doğumlu olan maktulenin 14 yıllık evli oldukları ve bu evlilikten
R. E., Z.S., H. M. ve N. B. isimli müşterek 4 çocuklarının bulunduğu,
23.3.2004 günü saat
22.00 sıralarında maktulenin A.Ö. isimli komşularına süt almak için gönderdiği
çocuğu R. E.'nin eve gelerek kapıyı çaldığı, salonun ışıklarının yanmasına ve
zile basmasına rağmen kapıyı açan kimsenin olmadığı, bunun üzerine R. E.'nin
yakında bulunan amcalarının eşleri olan D. ve A.'ye annesini sorduğu,
maktuleden haberlerinin olmadığını söylemeleri üzerine yarım saat kadar orada
oyalandıktan sonra Asiye isimli yengesinde bulunan kardeşi Z. S.'u da alarak
tekrar evlerine geldiği, çocuk odasının ışıklarının yandığını gördükleri, zile
basmalarına rağmen kapı açılmayınca bir sopayla demir dış kapının kilidini
itmek suretiyle açarak içeriye girdikleri, içeride holde anneleri maktuleyi
çamaşır makinesinin önünde yatar vaziyette gördükleri, bağırmaları üzerine
oturma odasında uyuyan kardeşleri H. M. ve N. B.'in uyandıkları, R. E.'nin
koşarak bu durumu yengelerine haber verdiği, onların da saat 23.00 sıralarında
sanığın ve kardeşlerinin işlettiği Osmaniye ili M. Şahin Bulvarı üzerinde sebze
hali yakınlarında bulunan G... Restorana telefon ederek sanık ve kardeşlerine
olayı "yengem düşmüş" şeklinde ilettikleri, sanık ve yanındaki
arkadaşı M. C.'ın eve geldikleri, ancak bu aşamadan sonra 112 acil servise M.
C. tarafından saat 23.13' te haber verildiği, saat 23.16'da acil servis ekibi
geldiğinde olay yerinin aşırı şekilde kalabalık olduğu, maktulenin nefes
almadığını tespit etmelerine rağmen vücudunun sıcak olması sebebiyle müdahale
etmeye çalıştıkları, olay yerinde yetersiz ışık bulunmasından maktuleyi
ambulansa taşıyarak müdahale ettikleri ve saat 23.26'da Osmaniye Devlet
Hastanesi acil servisine ulaştırdıkları, sanığın bu sırada hastaneye gelmeyerek
evde kaldığı, maktuleye müdahale etmek için üzerindeki eşyalar çıkartıldığında
bıçaklanarak öldürüldüğünün ortaya çıktığı, maktulenin öldürüldüğünün
anlaşılmasından sonra hastaneye gelen yakınlarının da hemen oradan
ayrıldıkları, maktuleyi morga indirmek için yakınlarından kimsenin
bulunamamasının hastane personeli tarafından da garip karşılandığı,
Polise bu aşamadan
sonra 00.15 sıralarında haber verildiği, saat 00.20 sıralarında kolluğun olay
yerine geldiği, bu aşamada maktulenin ve sanığın tırnak arası svaplarının
alındığı, olay yerinin fotoğraflarının çekildiği,
Olaydan bir gün sonra
ifade sahibi olarak ifadesi alınan sanığın, olayla bir ilgisinin bulunmadığını
beyan ettiği, yine olayla ilgili maktule ve sanığın müşterek çocuklarıyla aile
çevresinden kişilerin beyanlarının alındığı, ancak faile ulaşılması açısından
soruşturmada yol alınamadığı,
Sanık ve maktulenin
ortak çocukları H. M.'in 24.3.2004 tarihinde alınan ilk ifadesinde, aile
dostları M. C. isimli kişinin kızı Duygu'nun sevgilisinin annesini öldürdüğünü
söylemesi üzerine soruşturmanın bu yöne doğru derinleştirildiği,
Kolluk tarafından
yapılan araştırma sonucu tespit edilen Duygu'nun erkek arkadaşının teşhis için
2.4.2004 tarihinde sanık ve maktulenin çocukları H. M., R. E. ve Z.S.'a
gösterildiğinde teşhis edemedikleri, ancak bu aşamada H. M.'in gerçeği
anlatacağını beyan etmesi üzerine ifadesinin alındığı, annesini olay gecesi
babasının öldürdüğünü ayrıntılı olarak anlattığı, bir sonraki gün Cumhuriyet
savcısı huzurunda da bu beyanını tekrarladığı,
Ölü muayene ve otopsi
tutanağında; ölümün inceleme saatinden 5-7 saat önce yani 21.00-22.00
sıralarında gerçekleştiğinin belirtildiği,
Adana Adli Tıp Şube
Müdürlüğü Morg İhtisas Dairesinin otopsi raporunda; maktulenin vücudunda 8 adet
kesici delici alet yarasının mevcut olduğu, bu yaraların 4 adedinin her birinin
müstakilen öldürücü nitelikte oldukları, kullanılan aletin bir kenarının keskin
diğer kenarının künt olduğu, ölümün kesici delici alet yaralanmasına bağlı iç
organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu meydana
gelmiş olduğunun bildirildiği,
Ankara Polis Kriminal
Laboratuarının 4.5.2004 tarihli raporunda; maktulenin sağ el baş ve işaret
parmağı tırnak aralarından alındığı belirtilen kan örneğinin maktule ve
sanıktan farklı bir erkek şahsa ait olduğu, maktulenin el serçe parmağı tırnak
arasından alındığı belirtilen svap örneği üzerinde bulunan kan örneğinde
maktuleye ait olduğu belirtilen kan örneği, maktulenin sağ el baş ve işaret
parmağı tırnak arasından alındığı belirtilen tırnak arası svabı üzerinde
bulunan kan örneğinde erkek karaktere ait genotiplerin karışık olarak
bulunduğu, sanığın tırnak arası svaplarında herhangi bir bulguya ulaşılamadığı
tespitinin yapıldığı,
Ankara Kriminal Polis
Laboratuarının 22.4.2004 tarihli raporunda; sanığın tanık H. M.'in beyanı
üzerine evde gardrobundan el konulan ve olay sırasında giydiği iddia edilen bir
adet koyu gri takım elbise, bir adet gri ve kirli beyaz kareli gömlek üzerinde
herhangi bir biyolojik bulguya rastlanmadığının belirtildiği,
Ankara Polis Kriminal
Laboratuarının 7.5.2004 tarihli raporunda da; olay yerinden toplanan 3b numara
ile işaretlenmiş bir sigara izmaritine bulaşmış tükürük örneğinin maktuleye ait
olduğu, 3a numaralı sigara izmaritine ait tükürük örneğinin maktuleyle sanıktan
farklı bir erkek şahsa ait olduğunun tespit edildiği,
Maktulenin erkek
kardeşi olan katılan E.G.'in; olay sonrası Osmaniye iline geldiğinde kız
kardeşi olan maktule S.'ın eşi ve aile yakınlarının olaya çok ilgisiz
kaldıklarını, cenazeyi almak için hastaneye dahi uğramadıklarını, sanık
yakınlarının kız kardeşi S.'ın öldürülmesinden memnuniyet duyar bir hal ve
tavır sergilediklerini, sanıkla aile yakınlarından şüphelendiğini beyan ettiği,
Tanık Z. S. Ç.'ın;
okuldan çıkıp saat 17.30 sıralarından eve geldiğinde annesinin evde olduğunu,
annesinin ağabeyi R. E.'yi süt almak amacıyla A. isimli komşularının evine
gönderdiğini, kendisinin de annesinden izin alarak A. yengelerine gittiğini,
daha sonra ağabeyinin de oraya geldiğini ve "eve gittim kapının ziline
bastım kapıyı açan olmadı, her halde annem evde yok, biraz bekleyelim
gideriz" dediğini, saat 23.00 sıralarında ağabeyiyle birlikte evlerine
gittiklerini, eve vardıklarında kendilerinin yatak odasının lambasının yanar
vaziyette olduğunu, bunun üzerine annelerinin evde olduğunu düşünerek tekrar
zile bastıklarını, kapıyı açan olmayınca bir tahta çubuk vasıtasıyla dış demir
kapıyı açarak içeriye girdiklerini, koridorda annesinin çamaşır makinesinin
yanında sırt üstü yatar vaziyette gördüklerini, önce annesinin kayıp düştüğünü
zannederek yaklaştığını, hareket etmediğini görünce ağabeyinin D. isimli
yengesine haber vermek üzere evden ayrıldığını, kendisinin de telefonla S.
isimli yengesini aradığını, Durnel yengesiyle S. yengesinin eve geldiklerini, daha
sonra Durnel yengesinin çocuk odasının penceresini açarak amcası M.'e bağırarak
çağırdığını, bu sırada oturma odasında yatan kardeşlerinin uyandığını,
kendisinin evden dışarı çıkarak M. ve A. amcasını çağırdığını ve geri
döndüğünü, kendisinin babasının iş yerini aradığını ve telefona çıkan amcasına
"annem düşmüş, çabuk eve gelin" dediğini, daha sonra babasıyla
arkadaşı M. C.'ın eve geldiklerini, M. C.'ın annesinin bileğini tutup
yokladığını ve ambulans gelmesini beklediğini, ayrıca yine ambulansa telefon ettiğini,
babasının iş yerinden eve geldiğinde "ne oldu burada" diye sorduğunu
ifade ettiği,
Tanık R.E. Ç.'ın;
olay günü akşam saat 19.00 sıralarında annesinin kendisini süt almak için
gönderdiğini, saat 22.00 sıralarında eve giderek zile bastığını, salonun
ışıklarının yanmasına rağmen kapıyı açan olmadığını, kapıyı zorladığını
açamadığını, D. ve A. yengesinden sorduğunda annesinden haberlerinin olmadığını
söylediklerini, yengelerinde yarım saat kalarak kardeşi Zelihayla birlikte
tekrar evlerine gittiklerini, bu sırada çocuk odasının ışığının yanmakta
olduğunu, tekrar zile bastıklarını, kapı açılmayınca eline bir sopa alarak
demir dış kapıyı açtığını, içeri girdiğinde holde çamaşır makinesinin önünde
annesini kanlar içinde yerde yatar vaziyette gördüğünü, bağırması üzerine
oturma odasında uyuyan kardeşleri N. ve H.in uyandıklarını, koşarak Durnel
yengesine haber verdiğini, onun da koşarak evlerine geldiğini, lokantaya
babasına telefon açtığını, sonra ambulansın gelerek annesini götürdüğünü
söylediği,
Tanık D.Ç.'ın; saatin
tam olarak kaç olduğunu hatırlamadığı bir sırada R. E.'nin gelip annesini
sorduğunu, kendisinin "annen bizde yok Asiye yengene bak" diye
söylediğini, aradan belli bir süre geçtikten sonra yine R. E.'nin
"yenge" diye çağırdığını, balkona çıktığında "yenge koş annem
düşmüş, yerde yatıyor" dediğini ve kendisinin maktulenin evine gittiğini,
eve girdiğinde maktulenin kızı Z.'nın annesinin başında ağlarken gördüğünü,
Serap diye seslendiğini ve yüzüne hafiften vurduğunu, bayıldığını sanarak ayıltmak
istediğini, ancak ayılmadığını, kaldırdığında kafasının altında birikmiş kanı
gördüğünü, yanağında da yara izi olduğunu, fakat boynundaki kesi izini fark
etmediğini, direk pencereye koşarak kendi evlerine doğru "koşun koşun
Serap'a bir şeyler olmuş" diye seslendiğini, tekrar geri dönerek lokantayı
telefonla aradığını, eşinin kardeşi Abdullah'a da "koşun Serap'a bir
şeyler olmuş" dediğini, bu sırada Serap'ın evine hamile eltisi S.'in de
geldiğini, ondan sonra diğer akrabalarının da olayı duyduğunu, bir anda olay
yerinin kalabalık olduğunu, bu sırada eltilerinden Güngör'ün ambulansı
aradığını, ambulanstan önce olay yerine sanık İ. ile M. C.'ın geldiğini, M.
C.'ın S.'ın kolunu yokladığını ve İsa'ya "dışarı çık" dediğini, daha
sonrada M. C.'ın elindeki telefonla birilerini aradığını, ondan sonra
ambulansın geldiğini, hemşirenin maktuleye iğne vurduğunu ve kalp masajı
yaptıklarını, ambulansla hastaneye götürdüklerini, hastaneye giderken sanık
İsa'nın eşi ile gelmediğini, M. C.'ın otosuyla kendisinin de hastaneye
gittiğini, hastanede S.'ı acile aldıklarında M. C.'ın S.'ın bıçaklanarak öldüğü
haberini kendilerine verdiğini dile getirdiği,
Tanık M. C.'ın;
sanıkla ailece samimi olduğunu, olay günü saat 21.00'de balık pazarının
köşesindeki tekel bayiine geldiğini, tekel büfesinde sanıkla birlikte A. E.'la
öğretmen M.A.'un da bulunduğunu, saat 22.00 sıralarında İ. ile birlikte tekrar
G... Restorana gittiklerini ve içki içtiklerini, saat 23.30 sıralarında
lokantanın telefonunun çaldığını, telefona Abdullah'ın çıktığını, kendisine
işaret ederek "İ.'nın evine çabuk gidin" dediğini, İ. ile birlikte
kendisine ait arabayla gittiklerini, olay yerine vardıklarında İsa'nın evinde
D., anneleriyle diğer gelinlerin evin içerisini doldurduklarını gördüğünü,
maktuleye baktığında nabzının atmadığını, elini başının altına soktuğunda
elinin kan olduğunu, bu sırada içeri giren İsa'nın eşini bu şekilde görmemesi
için dışarı çıkardığını, 112 acil servisi aradığını ve ambulansın geldiğini,
maktuleyi ambulansa taşıdıklarını, burada müdahale edildiğini ve hastaneye
götürüldüğünü, eve geldiğinde İsa'nın dışarıda kasanın üzerinde oturur
vaziyette olduğunu, herhangi bir tepki yada panik durumunda olmadığını,
kendilerine eşi ile ilgili bir şey sormadığını, gayet sakin olduğunu
belirttiği,
1990 doğumlu olan
tanık E.Ö.'ün; maktulenin evinde olay sonrası bulunduğu bir sırada D., A., S.
ve bir kısım kadınların aralarında olayı yorumlarken içlerinden bir tanesinin
bu olayı "ya kocası İsa'nın ya da M. C.'ın yapmış olabileceğini"
söylediğini, ancak yüzlerine bakmadığı için hangisinin bu şekilde bir söz
söylediğini bilmediğini, evde aile ortamında konuşurken maktulenin küçük kızı
Z.'nın S. Ö.'e olayı kimin yaptığını bildiğini, ancak söylemesi halinde
babasının kendisini döveceğini söylerken duyduğunu beyan ettiği,
Tanık S. Ö.'in; tanık
E.'ün bu beyanlarını doğrulamadığı,
Sanıkla aynı
lokantayı işleten kardeşleri A.H ve C. Ç.'ın; olay günü sanığın saat 20.30-
21.00 sıralarında "çay içmeye gidiyorum" diyerek tekel büfesi işleten
arkadaşı Suat'ın yanına gittiğini, saat 22.00 sıralarında sanık ve M. C.'ın
tekrar restorana geldiklerini ve içki içmeye başladıklarını, daha sonra
Durnel'in telefonla aradığını, "yetiş S.'a bir şeyler oldu" dediğini,
sanığa "evde bir problem var her halde hemen gitmen gerek" denildiğini
ve saat 23.00 sıralarında sanığın M. C. ile restorandan ayrıldığını, saat 23.15
sıralarında da M. C.'ın tekrar iş yerini arayarak "galiba Serap öldü"
dediğini ifade ettikleri,
Sanık ve
kardeşlerinin çalışdığı lokantada garson olarak çalışan tanık B. K.'ın; sanığın
saat 21.00-21.30 sıralarına kadar iş yerinde takıldığını, sonra fırını
kapatarak gittiğini, nereye gittiğini bilmediğini, saat 22.30 sıralarında da iş
yerinin telefonun çaldığını, Abdullah'ın telefona baktığını sonra "ağabey
kapatıyoruz ( İsa'nın hanımını kast ederek ) yengem merdivenlerden düşmüş
gideceğiz" dediğini söylediği,
Tanık H. G.'ün; sanık
ve kardeşlerinin işlettiği restoranda komi olarak çalıştığını, olay günü
sanığın restorandan kaçta ayrıldığını tam olarak bilemediğini, fakat
ayrıldıktan 1 saat kadar sonra yanında M. C. ile birlikte iş yerine geri
döndüğünü, kendilerine yemek için servis açtığını, müşterinin az olması sebebi
ile o gün işten saat 23.05 sıralarında ayrıldığını dile getirdiği,
Tanık A. T.'in; sanık
ve kardeşlerinin işlettiği restoranda 14 yıldır garson olarak çalıştığını, olay
günü sanığın 20.30 sıralarında fırını kapattığını ve iş yerinden M. C. ile
birlikte ayrıldıklarını, saat 22.00-22.30 sıralarında iş yerine tekrar geri
döndüklerini beyan ettiği,
Tanık M. Y.'ın; olay
günü akşam saatlerinde sanığın çalışdığı restorana yemek yemeye gittiğini, saat
20.30 sıralarında sanığın lokantanın fırın kısmında çalışırken gördüğünü, daha
sonra sanığın lokantadan ayrıldığını ve saat 22.30 sıralarında tekrar bir arkadaşıyla
döndüğünü belirttiği,
Tanık S. Ö.'ın;
sanığın 20.50 sıralarında motosikletiyle işlettiği tekel bayiine geldiğini,
22.15 sıralarında M. C. ile tekel bayiinden ayrılarak motosikletiyle gittiğini,
sanıkta herhangi bir olumsuzluk gözlemlemediğini ifade ettiği,
Tanıklar F. E. ve
A.E.'nun; S. Ö.'ın çalışdığı tekel büfesinde sanığı gördüklerini, sanığın tekel
büfesine saat 19.50'de geldiğini ve saat 22.15'te ayrıldığını, sanık, S. Ö. ve
M. C. ile hep beraber bulunduklarını beyan ettikleri,
Tanıklar ambulans
şoförü H. S. ve hemşire J. K.'un; olay akşamı doktor H. N. E.'le saat 23.20
sıralarında olay yerine gittiklerini, içeride loş bir ışık ve bayanların
olduğunu, evin dışında da bir sürü erkek bulunduğunu, doktorun ilk muayenesinde
bayanın öldüğünün anlaşıldığını, vücut sıcaklığından dolayı belki kurtarır
mıyız düşüncesiyle ambulansa aldıklarını, M. C.'ın da olay yerinde olduğunu,
haber alınca olay yerine varmalarının 4-5 dk sürdüğünü, bugüne kadar birçok
adli olaya gittiklerine, adli olaylarda ya polisten önce ya da polisle birlikte
olay yerine gittiklerini, bu olayda ise kendilerine haber verilmeden herkesin
olaydan haberdar olduğunu ve bu sebeple olay yerinin kalabalık olduğunu,
bayanın bıçakla öldürüldüğünü duyan yakınlarının hastaneden hemen kaybolduklarını,
bayanı morga indirmek için bile kimseyi bulamadıklarını, bayanın kocasını gerek
olay yerinde gerekse hastanede görmediklerini söyledikleri,
Sanığın aşamalarda
özetle; eşini öldürmediğini, kimin öldürdüğünü de bilmediğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Amacı somut olayda
maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili
cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini
yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki
ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen
ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada;
"suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" şeklinde, Latincede
ise "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık
yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın
mahkumiyetine karar verilebilmesi açısından gözönünde bulundurulması gereken
herhangi bir soruna dair şüphenin, mutlak surette sanık yararına
değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, davaya
konu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği
ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi halinde
uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir.
Ceza mahkumiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata
dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli,
toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek
ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa
bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli
amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar
ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktulenin evinde
çocukları tarafından bulunduktan sonra hemen ambulansa değil de sanığa ve
kardeşlerine haber verilmesi, ambulansa olaydan çok sonra haber verilmesi,
sanığın olayın haber verilmesinden sonra eve geldiğinde maktuleyle
ilgilenmemesi, maktule hastaneye götürülürken sanığın gitmeyerek evde kalması,
maktulenin öldürüldüğünün anlaşılması üzerine hastanede bulunan yakınlarının
hemen oradan ayrılması, hastaneden dönen kişilere sanığın maktule hakkında
herhangi bir şey sormaması, tüm bu gelişmelerden sonra çok geç bir saatte
kolluğa olayın bildirilmesi gibi hususlar göz önüne alındığında sanığın
maktuleyi öldürdüğü yönünde şüphe oluşmakta ise de, olay gecesi maktulenin
öldürüldüğü saat olan 21.00-22.00 sıralarında sanığın eve geldiğine dair herhangi
bir tanık beyanının olmaması, aksine belirtilen saatlerde sanığın S. Ö.'a ait
tekel büfesinde arkadaşlarıyla birlikte olduğuna dair tanık beyanlarının
bulunması, maktulenin tırnak arası svaplarındaki kan örneğinin sanıktan farklı
bir erkek şahsa ait olduğunun belirlenmesi, yine evden alınan sigara
izmaritlerindeki tükürüğün sanıktan başka bir erkek şahsa ait olduğunun tespit
edilmesi, sanığın olay günü giydiği elbise üzerinde herhangi bir biyolojik
bulgunun olmaması ve sanığın aşamalarda istikrarlı olarak suçu işlemediği
yolundaki savunması karşısında, sanığın atılı suçu işlediği şüphe boyutunda
kaldığından "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereğince sanığın
beraatine karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece mahkumiyetine karar verilmesinde
isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel
mahkeme direnme hükmünün sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken
mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne
katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; "sanığın mahkumiyetine karar
verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından yerel mahkeme direnme hükmünün
onanması gerektiği" düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
Genel Kurul Üyesi
O.Koçak ise; "Olayın tek tanığı ve maktuleyle sanığın müşterek çocukları
1996 doğumlu H. M. Çalışır ifade verdiği sırada şahadetten çekinme hakkı
hatırlatılırken kanuni temsilcisi bulunmamış ise de ifade verme tarihinde
yürürlükte bulunan 1412 Sayılı Kanunun 47. maddesinde böyle bir zorunluluk
yoktu, bu zorunluluk, ifade tarihinden sonra yürürlüğe giren 5271 Sayılı
Kanunun 45/2. fıkrasıyla getirilmiş olup usul hükümleri geriye
yürütülemeyeceğinden tanığın ifade sırasında kanuni temsilcisinin bulunmaması
bir eksiklik olarak görülemez.
Tanık küçüğün
Cumhuriyet savcılığı ve duruşma aşamasında verdiği ifade sırasında şahadetten
çekinme hakkı hatırlatılmış olmasına rağmen çekinmemiş keşif sırasında
şahadetten çekindiğini söylemiştir. Keşif sırasında alınan ifade önceki ifadeye
destek mahiyetindedir. Duruşmada tanıklıktan çekinmedikten sonra artık bu
hakkını kullanamaz. Keşif yapılmasa da tanık ifade verdikten sonra ertesi gün
gelip benim ifademi geçerli saymayın ben şahitlikten çekiliyorum deseydi
verilen ifadeyi yok mu sayacaktık? 1412 Sayılı C.M.K.nun 47/2. fıkrasında
'yukarıda yazılı kimselere dinlenmezden evvel tanıklıktan çekinme hakları
olduğu bildirilir. Bu hakkı istimalden vazgeçenler dinlenirken dahi
vazgeçmelerini geri alabilirler' denmiş olmasına göre şahadetten çekinen tanık
daha sonra şahadetten çekilmeyeceğini söylerse dinlenebilir. Kanun koyucu
şahadetten çekinen kimsenin dinlenebileceğini belirtirken tanıklıktan
çekinmeyen ve ifade veren kimsenin daha sonra çekinebileceğine dair bir hüküm
getirmemiştir. 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 245. madde de görüleceği üzere
'duruşmadan önce dinlenip de ilk defa olarak duruşma esnasında tanıklık
etmekten çekinmek hakkını kullanan tanığın yazılı ifadesi dahi okunamaz'
dendiği de gözetildiğinde tanık duruşmada şahadetten çekinmemiş ise artık
çekinme hakkını kullanamaz.
1412 Sayılı
C.M.U.K.nun 243. maddesinin muadili olan 5271 Sayılı Kanunun 210. maddenin de
uygulanma olanağı yoktur. Bu maddenin uygulanması için delil bir tanığın şahsi
malumatına dayanılmış olması gerekir. Aşağıda izah edildiği üzere vakıanın
delili sadece bu tanığın ifadesi değildir.
İzah edilen
sebeplerle küçük tanığın ifadesi delil değerlendirilmesinde nazara alınmalıdır.
Hükmün esasına
gelince sanığın aşağıda belirttiğim deliller karşısında mahkumiyet kararı
verilmesi ancak sanığa tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği görüşündeyim.
1-) Öncelikle küçük
tanık Mert'in 2.4.2004 ve 3.4.2004 tarihli ifadelerinde annesiyle babasının
tartıştığını, annesinin babasına" bıktım artık senden" dediğini,
babasının dışarı çıktığını, tekrar gelerek annesini öldürdüğünü söylemesi,
2-) Tanık E. Ö.'ün
verdiği ifadede S. Ö.'e maktuleyle sanığın kızları Z.'nın olayı kimin yaptığını
bildiğini ancak söylerse babasının kızacağını söylediğini ve bunu Sebile'den
duyduğunu söylemesi,
3-) Maktulenin
çamaşır makinası yanında bulunmasına rağmen merdivenden düştü, halıda kaydı,
başını çarptı gibi ifadeler kullanılması,
4-) Sanığın, maktule
hastaneye kaldırıldığı sırada, maktulenin yanında gitmemesi ve yakınlarının
hastanede bıçakla öldürülmüş denmesi üzerine hastaneden ayrılarak maktuleyi
hastanede bırakmaları, sanığın cenazeye dahi gelmemesinin hayatın olağan
akışına uygun bulunmaması,
5-) Maktulenin bir
başkasıyla ilişkide bulunduğu iddiası,
6-) Maktule evde
bulunduğunda polis ve ambulansa geç haber verilmesi,
7-) Sanığın ölüm
saatinde çalıştığı işyerinden geçici olarak ayrılması,
8-) Küçük tanık
Mert'in baskı sebebiyle psikolojik tedavi görmesi,
İzah edilen
sebeplerle sanığın mahkumiyetinin doğru olduğu ancak, maktulenin bir başka
kişiyle ilişkili olması ve kavga sırasında bıktım artık senden demesi
karşısında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği düşüncesiyle
çoğunluğun kararına katılmıyorum" görüşüyle önsoruna dair karşı oy, esasa
dair olarak ise farklı düşünceyle direnme hükmünün bozulması yönünde oy
kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan
nedenlerle;
1-) Osmaniye 1. Ağır
Ceza Mahkemesi'nin 29.3.2012 gün ve 65-58 Sayılı direnme hükmünün sanığın
beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi
isabetsizliğinden bozulmasına,
2-) Dosyanın,
mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine,
15.04.2014 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden de
oybirliğiyle karar verildi.