DAVA : Davacıların
haksız tutuklanma sonucu uğramış oldukları zarar nedeniyle 10.000'er Lira
manevi tazminatın, davalı hazineden tahsiline yönelik istemlerinin kısmen
kabulü ile 4.500'er Lira manevi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine, fazlaya
ilişkin taleplerin reddine ve 900 Lira vekalet ücretinin davalı hazineden
alınarak davacılara verilmesine ilişkin, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesince verilen
29.12.2005 gün ve 58-418 sayılı hükmün davalı hazine vekili tarafından temyiz
edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 25.06.2009 gün
ve 3193-7474 sayı ile;Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 07.03.2000 gün ve
2000/8-44-48 E.K. sayılı kararı da gözetilerek, tazminat istemine ilişkin
davanın, beraat kararının verildiği tarihten itibaren 9 yıl 2 ayı aşan uzun bir
süreden sonra açıldığı, davacı asilin bu süre içinde hakkındaki hükmün
kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun
bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen süre
içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı anlaşılmakla, davanın süre
yönünden reddine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde davanın
kabulü ile tazminata hükmedilmesi..." isabetsizliğinden bozulmasına karar
verilmiştir.
Yerel mahkeme ise
27.01.2010 gün ve 382-20 sayı ile;
1- Davacının 466
sayılı Yasa uyarınca tazminat istemine esas teşkil eden Diyarbakır 3 no'lu
DGM'nin 1994/617 Esas, 1996/7 Karar sayılı dosyasına ilişkin olarak
mahkemesince verilen cevaptan ve ekinde gönderilen kesinleşme şerhini içerir
ilamdan; davacılar M. C. ve T. Ç. hakkında açılan kamu davasında, davacıların
'devlet ülkesi topraklarından bir kısmını ayırmaya matuf eylemlerde bulunma'
suçundan cezalandırılmasının talep edildiği, bu suçlama nedeniyle davacıların
soruşturma aşamasında 07.09.1994 tarihinde gözaltına alındıkları, 16.09.1994
tarihinde tutuklanıp cezaevine konuldukları, 16.01.1996 tarihinde tahliye
edildikleri ve yargılama sonucunda aynı tarihte davacı-sanıkların üzerine atılı
suçlama nedeniyle delil yetersizliğinden beraatine karar verildiği, böylece
davacıların toplam 496'şar gün ( 1 yıl 4 ay 11 gün ) özgürlüklerinden yoksun
kaldığı, kararın davacılar yönünden temyiz edilmeksizin 24.01.1996 tarihinde
kesinleştiği, kesinleşen kararın bizzat davacılara tebliğ olunmadığı,
davacıların kesinleşen karardan dava açılmadan beş gün önce haberdar olduğunun
kabulü gerektiği;
2- Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin bozma ilamında da belirtildiği üzere; beraat kararının
kesinleşmesinden dava açma süresine kadar 9 yıl 2 ayı aşan bir zamanın
geçtiği,somut davanın 466 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi
gerektiği, Yargıtay'ın tüm dairelerinin süreklilik kazanan uygulamalarında
kesinleşen kararın bizzat davacıya tebliği tarihinden itibaren 466 sayılı
Yasanın 2. maddesinde belirtilen 3 aylık sürenin başlayacağı hususunun yerel
mahkemelerin uygulamalarında da süreklilik kazandığı, yine 466 sayılı Kanunun
2. maddesinin düzenlemesinde dava açma süresinin üst sınırı yazılı olmamakla
birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 07.03.2000 tarih 2000/8-44 Esas,
2000/48 Karar sayılı kararı ve Yargıtay Ceza Daireleri'nin kararlarında, beraat
kararının kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık sürenin en üst sınır dava
açma süresi olarak uygulanması yönünde Yargıtay 9. Ceza Dairesinin mahkememiz
kararını bozan kararına kadar benzeri davalar açısından kanuni boşluğa rağmen
uygulama birliğinin bulunduğu, bu aşamadan sonra Yargıtay Ceza Daireleri'nden
farklı ve birbiriyle çelişen kararların çıkması ihtimali ve daha önce görülen
benzeri davalar nedeniyle eşitsizliklerin de doğacağı, ayrıca 10 yıllık sürenin
bu tür davalarda en üst sınır dava açma süresi olarak uygulanması gerektiği hususunda
farklı bir gerekçe olarak Borçlar Kanunu'nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin
genel hükümlerinin iş bu dava ve benzeri davalarda uygulanması gerektiği, zira
Borçlar Kanunu'nun 60/1. maddesinde düzenlenen;
'Zarar ve ziyan yahut
manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır
olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her
halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra
istima olunmaz' hükmü çerçevesinde;
Davanın beraatle
sonuçlanıp kesinleşmesine kadar devam eden manevi bir haksız fiilin/baskının
mevcudiyetinin varlığı da dikkate alınmak suretiyle fiilin bu tarihten itibaren
sonuçlanmış/vukuu bulmuş olacağı, davacı hakkındaki beraat kararının
kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık sürenin 466 sayılı yasa gereği açılan
davalarda en üst sınır dava açma süresi ( Borçlar Kanunu deyimiyle hak düşümü
süresi ) olduğunun ve bu nedenle de davanın yasal süresi içerisinde açıldığının
kabulü gerektiği;
3- Mahkememizce
davacıların ikamet yeri, sosyal ve ekonomik durumu bakımından yapılan
araştırmaya göre; dava tarihi itibariyle Hakkari İli, Yüksekova ilçesi, Dize ve
Güngör Mahallelerinde oturdukları böylece davanın yetkili mahkemede açıldığı;
davacı Metin'in tutuklandığı tarihte öğrenci olduğu, davacı Tahir'in ise bir
ayakkabı mağazasında işçi olarak çalıştığı, Yüksekova Mal Müdürlüğü'nün yazısı
uyarınca da tutuklu kalınan tarih ve öncesinde davacıların mükellefiyet
kaydının olmadığı;
Öncelikli sorun
olarak, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma ilamına uyma-direnme hususunda,
yukarıda 2 nolu bentte açılanan gerekçelerle Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
kararına direnmek suretiyle yukarıdaki araştırma ve incelemeler sonucunda;
Yargıtay Ceza Daireleri'nin istikrar kazanmış uygulamaları ve yukarıda Borçlar
Kanunu genel hükümleri çerçevesinde yukarıda yapılan açıklamalar gereğince
beraat kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık süre içerisinde ve kararın
kendilerine tebliğinden itibaren 3 aylık hak düşürücü süre içerisinde tazminat
davasının açılması ( Y.9.CD.2002/492-2003/549 E/K ) yönünden yapılan incelemede
de davacı hakkındaki beraat kararının 24.01.1996 tarihinde kesinleşmesinden
sonra dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçmediği, yine beraat kararının da
bizzat davacılara tebliğ olunduğuna ilişkin herhangi bir belge bulunmadığının
anlaşılmasına göre 3 aylık hak düşürücü sürenin de dolmadığı, davacıların
'devlet ülkesi topraklarından bir kısmını ayırmaya matuf eylemlerde bulunma'
suçundan yargılandığı, bu nedenle ağır hapis cezası tehdidi altında 496'şar gün
( 1 yıl 4 ay 11'er gün ) süre ile özgürlüklerinden yoksun kaldıkları, yapılan
yargılama sonucunda delil yetersizliğinden atılı suçlamadan beraat ettikleri;
özgürlüklerinden yoksun kaldıkları zaman dahilinde çektikleri elem ve üzüntünün
davacıları manevi çöküntü içerisinde bırakıp bu şekilde zarara uğramalarına
sebebiyet vermiş olacağı anlaşıldığından, davacıların sosyal ve ekonomik
durumu, atılı suçun niteliği, göz altına alınmalarına neden olan olayın cereyan
tarzı, tutuklu kaldıkları süre ve benzeri hususlar da gözetilmek sureti ile
zenginleşme sonucu doğurmayacak şekilde hak ve nesafet kuralları göz önünde
bulundurularak ve de direnme kararı gereği aynen bir önceki hükümde gibi
hükmolunan manevi tazminatın, talep gereği dava tarihi olan 12.04.2005
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak
davacıya verilmesine, davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmesine..."
karar verilmiştir.
Bu hükmün de davalı
vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
07.06.2011 gün ve 106609 sayılı "onama" istekli tebliğnamesi ile
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca
değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Yargıtay Ceza
Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; koruma tedbirleri nedeniyle
tazminat istemine ilişkin davanın yasal süresinde açılıp açılmadığının
belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca,
öncelikle yerel mahkeme direnme hükmünün yeni hüküm olup olmadığı hususu ön
sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun
süreklilik kazanmış uygulamalarına göre, şeklen ısrar kararı verilmiş olsa
dahi;
a ) Bozma kararı
doğrultusunda işlem yapmak,
b ) Bozma kararında tartışılması
gereken hususları tartışmak,
c ) Bozma sonrasında
yapılan araştırmaya, incelemeye, toplanan yeni kanıtlara dayanmak,
d ) İlk kararda yer
almayan ve daire denetiminden geçmemiş bulunan yeni ve değişik gerekçelerle
hüküm kurmak,
Suretiyle verilen
hüküm, özde direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucu verilen yeni
bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz edilmesi halinde ise incelemenin
Yargıtay'ın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekir.
Direnme kararında;
ilk hükümde yer almayan yeni ve değişik gerekçe ile, Yargıtay Ceza Genel Kurulu
ve Özel Daire kararlarına yer verilmiş olup, bu hususun Özel Dairece
incelenmemiş olması karşısında, konunun ilk kez Ceza Genel Kurulunca
incelenmesi olanaklı görülmediğinden, hükmün Özel Dairece incelenmesi
gerekmektedir.
Bu itibarla, direnme
kararı olmayıp yeni hüküm niteliğindeki yerel mahkeme hükmünün, temyiz davasına
bakmakla görevli olan Özel Dairece incelenmesi gerekeceğinden, dosyanın
Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan
nedenlerle;Hakkari Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.01.2010 gün ve 382-20
sayılı karar yeni hüküm niteliğinde olduğundan, dosyanın temyiz incelemesi için
Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
tevdiine, 12.07.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.