Dava: Davacı vekili, davacı işçinin iş sözleşmesinin ücretlerinin ödenmesi nedeni ile haklı olarak feshettiğini belirterek, kıdem tazminatı ile ödenmeyen ücret ve yıllık ücretli izin alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Hüküm duruşmalı olarak davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş ise de; HUMK’un 435. maddesi gereğince duruşma isteğinin süreden reddine ve incelemenin evrak üzerinden yapılmasına karar verilmiş olmakla Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi. Gereği konuşulup düşünüldü:YARGITAY KARARIDavacı vekili, davacı işçinin dava dilekçesinde belirtilen süre ve ücret üzerinden davalı işyerinde çalıştığını, iş sözleşmesinin son beş aya ait ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile haklı olarak feshettiğini belirterek, kıdem tazminatı ile ödenmeyen ücret ve kullandırılmayan yıllık ücretli izin alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı işveren vekili, davacının kayıtlarında belirtilen süre ve asgari ücret üzerinden çalıştığını, davacının iş yerini terk ettiğini ve bu tarihe kadar bütün alacaklarını aldığını, Aralık ayında çalışma dönemini tamamlamadığı için maaşını alamadığını, 5 ay maaş almadan çalıştığı yönündeki iddianın şüphe ile karşılanması gerektiğini, davacı ve 6 arkadaşının mazeretsiz olarak iş yerini terk ettikleri ve giderken iş yerine ait çek, fatura, irsaliye gibi bir kısım kıymetli evrakı ve yine iş yerine ait bazı malzeme ve eşyaları alıp götürdüklerini, haklarında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğunu, soruşturmanın devam ettiğini, davacı ve arkadaşlarının götürmeleri nedeniyle Kasım ayı dışındaki ücret bordrolarının dosyaya ibraz edemediklerini, davacının işe gelmemesi nedeniyle devamsızlıktan tutanakları düzenlendiği, bu nedenle iş akdinin 4857 sayılı kanunun 25/II-g maddesine dayanılarak tek taraflı olarak haklı nedenle feshettiklerini, senelik izinlerini de tam olarak kullanıldığını, davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.Dosya içeriğine göre davacı ve 6 arkadaşının son beş aya ait ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile 29/12/2008 tarihinde işte kullandıkları araçlar ve araçlara ait diğer eşyaları bırakarak iş sözleşmelerine son verdikleri, işverenin son beş ay için Ağustos ayına ait bordro ve Kasım ayına ait avans ödemesi dışında belge ibraz etmediği, avansın son beş aylık ücretten mahsup edildiği, ancak Ağustos ve Kasım ayı ücretlerini davacı ve arkadaşlarının almadıklarına dair yemin ettikleri, bordrolardaki imzanın sahteliği iddiası ile C.Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundukları, Eylül, Ekim 2008 ayları ile son ay ücretinin ödendiğine dair herhangi bir belge ibraz edilmediği, somut uyuşmazlıkta Ağustos ve Kasım 2008 ayları ücretlerinin ödenip ödenmediği, davacının çalışma süresi ile alındığı ücretin uyuşmazlık konusu olduğu anlaşılmaktadır.1)Öncelikle davacının uyuşmazlık konusu olan aylar dışında Eylül ve Ekim ayları ücretlerinin ödenmediği, bu nedenle davacı işçinin iş sözleşmesi feshetmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II.e maddesi uyarınca haklı nedene dayandığı anlaşıldığından, kıdem tazminatına hak kazanacağı yönündeki değerlendirme yerindedir.2)Ancak hüküm altına alınan ücret alacağının miktarı, kıdem tazminatı ile yıllık ücretli izne esas ücretinin miktarı ve hizmet süresi uyuşmazlık konusu olup, çözümlenmiş değildir.a) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 187/b. 5 maddesi uyarınca biri hakkında verilecek kararın diğerine tesir edecek mahiyette olması halinde; birinci davanın her ne şekilde olursa olsun karara bağlanması sonucu, ikinci davanın konusu ortadan kalkacak ise, o zaman, bu ikinci davanın birinci dava sonuçlanıncaya kadar ertelenmesi, yani birinci davanın neticelenmesinin, ikinci dava için bekletici mesele yapılması gerekir.Davacı işçi davalı işveren tarafından sunulan Ağustos ve Kasım 2008 ayları ücret bordrosundaki imzanın sahteliği iddiası ile işveren aleyhinde suç duyurusunda bulunmuştur. Ücret alacağının ödenip ödenmediği konusunda belirleyici olacak bu suç duyurusu ve açılacak kamu davası sonucu beklenmeden, salt davacı yemini ile anılan ücretlerin ödenmediği gerekçesi ile anılan aylar için ücret alacağına karar verilmesi hatalıdır.b) İş yargılamasında çalışma olgusunu ve hizmet süresinin, kısaca kıdemini ispat yükü, genel ispat kuralı gereği iddia eden işçiye aittir. İşçi bu olguyu tanık dahil her türlü delille ispat edilebilir. Dinlenen tanıkların tarafsız, bordro tanığı veya kamşu işyerinde çalışanlardan olması önemlidir. Taraflarla ihtilaf ve husumet içinde olanların tanıklığına itibar edilmemelidir.Dosya içeriğine göre davacının hükme esas süresi yönünden tanık beyanlarına değer verilmiştir. Ancak dinlenen tanıklar davacı ile birlikte aynı konuda davalı işveren aleyhinde dava açan kişilerdir. Kısaca davacılar birbirlerine tanıklık yapmışlardır. Davalı aleyhine dava açan işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi gerekir. Mahkemece aksine inandırıcı delil bulunmaması nedeni ile kayıtlardaki hizmet süresi yerine, itibar edilmemesi gereken tanıkların beyanındaki sürenin esas alınması bozma nedeni yapılmıştır.c) Taraflar arasında tazminatın ve alacakların belirlenmesine yönelik ücretin miktarı uyuşmazlık konusudur. Davacı davalıya ait işyerinde asgari ücretin çok çok üstünde bir ücretle çalıştığını iddia etmiş, tazminat ve alacakların bu ücrete göre belirlenmesini talep etmiş, davalı işveren ise davacının asgari ücretle çalıştığını, bordroların imzalı olduğunu savunmuş, mahkemece davalı aleyhine aynı nedenle dava açan tanık beyanlarında belirtilen ücret kabul edilerek belirlenen tazminat ve alacaklar hüküm altına alınmıştır.İş sözleşmesinin tarafları, asgari ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılamadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçiler o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir.4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma koşullarını temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur. Aynı yasanın 37. maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesi zorunlu olduğu hükmüne bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamadığından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusunun mahkemece resen araştırılması gerekmekle, mahkemenin belgeye değer vermeden önce muvazaa şüphesinin ortadan kaldırması ve kendiliğinden gerekli araştırmaya gitmesi gerekir (Yargıtay 9.HD.23.9.2008 gün 2007/ 27217 E, 2008/ 24515 K.).Çalışma belgesinde yer alan bilgilerin gerçek dışı olmasının da yaptırıma bağlanmış olması, belgenin ispat gücünü arttıran bir durumdur.Asıl sorun, yasal yükümlülüğe ve cezai yaptırıma rağmen 8. ve 37. madde hükümlerine aykırı şekilde belgelerin hiç verilmemesi noktasında ortaya çıkar. Kural olarak ücretin miktarı ve ekleri gibi konularda ispat yükü işçidedir. Ancak bu noktada, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8 ve 37. maddelerinin işverene bu konuda bazı yükümlülükler de göz ardı edilmemelidir. Bahsi geçen kurallar,İş sözleşmesinin taraflarının ispat yükümüne yardımcı nitelikte olduğu gibi, çalışma yaşamındaki kayıt dışılığı önlemesi amacına da hizmet etmektedir. Bu yönde belgenin verilmiş olması ispat açısından işveren lehine olmakla birlikte, belgenin düzenlenerek işçiye verilmemiş oluşu, işçinin ücret, sigorta primi, çalışma koşulları ve benzeri konularda yasal güvencelerini zedeleyebilecek durumdadır. Çalışma belgesi ile ücret hesap pusulasının düzenlenerek işçiye verilmiş olması, iş yargısını belirlenmesi bakımından da önemli kolaylıklar sağlayacaktır. Bu bakımdan ücretin ispatı noktasında taraflar delillerinin değerlendirilmesi sırasında, işverence düzenlenmesi gereken bu tür belgelerin düzenlenmiş olup olmamasının da gözetilmesi gerekir.Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta primi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık bayanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.Yukarıda açıklandığı üzere, davalı aleyhine dava açan kişilerin tanıklıklarına itibar edilemez. O nedenle davacının görevi, yaptığı iş ve meslekte kıdemi dikkate alınarak faaliyet gösterilen sektörde ilgili meslek odası veya sendikadan emsal ücret araştırılması yapılarak, davacının aldığı ücret belirlenmeli, bu ücret üzerinde belirlenecek tazminat ve işçilik alacakları hesaplanarak hüküm altına alınmalıdır. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA<karar>, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 06/06/2011 günü oybirliğiyle karar verildi.