Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1637 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 13212 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL,ALACAKTaraflar arasında görülen tapu iptal ve tescil, olmazsa alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tüm mirasçılar adına tescil, olmazsa bedelin vekilden tahsili isteklerine ilişkindir.Davacı, miras bırakan babası ...'nın kayden maliki olduğu ... üzerinde 4 katlı bina bulunan 662 parsel sayılı taşınmazın satışı konusunda davalı ...'a 17/12/2008 tarihinde vekaletname verdiğini, davalı ...'in vekil sıfatıyla çekişmeli taşınmazı 17/12/2008 tarihinde 21.400,00 TL bedelle diğer davalı ...'e satış suretiyle temlik ettiğini, babası ...'ın temlikte kullanılan vekaletnameyi vermeden 3-4 ay kadar önce kanser hastalığına yakalandığını ve vekaletnameyi verdiği tarihinden 14 gün sonra 02/01/2009 tarihinde öldüğünü, murisin vekaletin ne anlama geldiğini bilmediğini, bu nedenle vekaletin geçersiz olduğunu ileri sürerek davalı ... adına olan tapu kaydının iptali ile muris ...'nın mirasçıları adına payları oranında tesciline, olmazsa davalı ...'den 19.000,00 TL'nin 02/01/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte alınmasına karar verilmesini istemiştir.Davalı ..., daha önce ... mirasçıları tarafından ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/11 E sayılı dosyası üzerinden dava konusu taşınmazla ilgili öncelikle gabin, olmadığı takdirde vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve mirasçılar adına tescil, bunun mümkün olmaması halinde satış bedelinin iadesi davası açıldığını, Mahkemece davanın reddine karar verildiğini ve bu kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiğini bu kararın eldeki dava için kesin hüküm teşkil ettiğini bildirip davanın öncelikle usulden, Mahkeme aksi kanaatte ise esastan reddini savunmuştur.Diğer davalı ..., usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemiştir.Mahkemece, daha önce taraflar arasında görülen ve Yargıtay'ın incelemesinden geçerek kesinleşen ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/11 E 2010/98 K sayılı kararı esas alınarak davanın reddine karar verilmiştir.Çekişme konusu 662 parsel sayılı taşınmaz muris ... adına kayıtlı iken, ... Noterliği'nin 17/12/2008 tarih ve 2355 yevmiye no'lu düzenleme şeklindeki vekaletname ile davalı ...'ın çekişmeli taşınmazın satışı konusunda vekil tayin edildiği, vekilin de taşınmazı 18/12/2008 tarihinde davalı ...'e 21.400,00 TL bedel karşılığında temlik ettiği kayden sabittir.Bilindiği üzere; elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.TMK'nın 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, TMK'nın 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.TMK'nın 702/2. maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir (11.10.1982 tarihli, l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.Yine bilindiği üzere; Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesi de , fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü”; eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle ... Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Somut olaya gelince, tapunun iptali ile tüm mirasçılar adına tescil istenmiş, ancak terekeye mümessil tayin edilmesi için açılan davanın sonucu beklenmeden esas hakkında karar verildiği gibi mirasbırakanın ehliyetsizliği konusunda, inceleme yapılmadan sonuca gidilmiştir.Hâl böyle olunca; terekeye mümessil tayin edilmesi için açılan davanın sonucunun beklenmesi, terekeye mümessil tayin edilir ise davayı açan mirasçının sıfatının sona ereceği gözetilerek tereke mümessili huzurunda davanın sürdürülmesi, taraf teşkili sağlandıktan sonra vekaletname ve akit tarihlerinde mirasbırakanın ehliyetli olup olmadığı hususunda ... Kurumu'ndan rapor alınması, mirasbırakanın ehliyetli olduğu saptanır ise diğer hukuki sebepler yönünden inceleme yapılması gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru değildir.Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,15.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.