6100/m. 24,26,107,109,119
DAVA : Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; Kayseri 1.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne
dair verilen 20.12.2013 gün ve 2012/562 E.-2013/828 K. sayılı kararın
incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay
22.Hukuk Dairesinin 04.03.2014 gün ve 2014/3767 E.-2014/4758 K. sayılı
ilamı ile;
(... Davacı vekili, müvekkili işçinin davalıya ait işyerinde kesintisiz
çalıştığını, davalı işverenin iş sözleşmesinin devam ettiği bir tarihte
müvekkili işçiyi resmi kayıtlarda işten çıkmış gibi gösterdiğini, daha
sonra ise kayden yeniden işe girişinin yapıldığını, muvazaalı işe girdi
çıktı işlemlerinde işverenin amacının işyerinde uygulanan toplu iş
sözleşmesiyle verilen ücret zamlarından işçiyi mahrum etmek ve yeni bir
sözleşmeyle işe başlamış gibi göstererek işçi ücretlerinin asgari ücret
seviyesine düşürülmesi olduğunu, kanuna karşı hile olan bu işlem
sonucunda müvekkilinin ücretinin işyerine yeni girmiş bir işçi gibi
asgari ücret seviyesine indirildiğini, toplu iş sözleşmesiyle getirilen
ücret zamlarından yararlandırılmadığı gibi ikramiye hakedişlerinin
düşürüldüğünü, geçersiz sayılması gereken bu işlem nedeniyle doğan fark
işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, fark aylık ücret ve
fark ikramiye alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep
etmiştir.
Davalı vekili, öncelikle zamanaşımı def'ini ileri sürerek, davacı
işçinin müvekkiline ait işyerinde çalışmasının aralıklı olduğunu, önceki
dönem çalışması sonunda davacının serbest iradesiyle işverene dilekçe
vererek iş sözleşmesini sonlandırdığını ve tüm haklarını alarak işvereni
ibra ettiğini, daha sonra ise müracaatı üzerine tekrar işe
başlatıldığını, davacı gibi diğer işçilere de işten ayrılışları
sebebiyle ya ihbar sürelerinin kullandırıldığını ya da ihbar
tazminatlarının ödendiğini, ayrıca kıdem tazminatlarının ve sair
alacakların da eksiksiz olarak ödendiğini, taraflar arasında yapılan
yeni sözleşme ve belirlenen yeni ücretten de sendikanın haberdar
olduğunu, ne sendikanın ne de davacının ücrete herhangi bir itirazda
bulunmadığını, davacının dava konusu alacaklara hak kazanmadığını,
ayrıca davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağını beyanla
davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın
belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları
taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve
tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107. maddesine göre,
"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve
kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun
imkânsız olduğu hâllerde alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar
ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı
veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu
anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da
açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit
edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk
sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama
özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının
sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde
kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın
açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya
değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir.
Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine
rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten
beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava
açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi
mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak
davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava
açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar
aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz
edilemez. Özellikle, kısmi davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate
alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan
hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla,
alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda,
belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan
yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici
mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı
tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya
değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda
davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış,
madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu
delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu
(örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali
açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde
bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava
açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve
dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde
bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda
alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması,
talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına
gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin
davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak
Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni
Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında
taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı
olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması
halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü
gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık
bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir.
Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup
olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat
edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün,
ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde
(elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası
açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun
ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net
şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda
olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz
alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere
aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak
delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair
işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası
açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi
incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için
yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı
dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası
açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s.
225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı
davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz
edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak
davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması
gereklidir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı
hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin
kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden,
davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut
değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul
edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca fazla çalışma,
hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı
belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına
dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara
alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması
gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına
dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı
olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak
belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz
alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak
arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar
bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen
kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak
davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak
tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir.
Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya
belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları
varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan
kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak
davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda
kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak
davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan
söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun
109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır.
Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının
sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak
belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa
kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan
maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve
Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı
halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı
durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan
davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi
mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle
bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan
dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep
açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak
süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde
belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre
verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan
reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte
bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut
olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda,
tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık
olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve
bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması
anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir
durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H.
Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara
2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar
gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte,
belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi
dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ.
maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır.
Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep
muğlaksa, aynı Kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık
kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi
dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra,
davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep,
davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla
birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o
zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava
reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası
şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın
şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek
karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas
2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanunun 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya
karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava
dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması
(objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu
kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir
talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da
dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup
olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi
gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan
kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak
davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir.
Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu
davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu
şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa
açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s.
414). Keza aynı şey kısmi dava için de sözkonusudur.
Mahkemece, dava dilekçesinde davanın açıkça belirsiz alacak davası
türünde açıldığının belirtilmemiş olması gerekçesiyle, açılan dava,
kısmi dava türünde kabul edilerek sonuca gidilmiştir. Ne var ki, dava
dilekçesinde yer alan açıklama ve talep sonucundan davanın belirsiz
alacak davası olarak açıldığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, mahkemece de,
tensip zaptında davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığına ilişkin
ara karar tesis edilmiştir. Davacı vekilince de, bilirkişi raporunun
sunulmasının ardından, 6100 sayılı Kanun'un 107/2. maddesine
dayanılarak, talep miktarı artırımına ilişkin dilekçe sunulmuş ve
davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı tekrar belirtilmiştir.
Hal böyleyken, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı yönünde
şüphe yoktur.
Somut olayın özellikleri dikkate alınarak, yukarıda belirtilen
açıklamalar ışığında, davanın belirsiz alacak davası olarak açılabilmesi
için gerekli şartların bulunup bulunmadığının değerlendirilmesine
gelince;
Dava dilekçesinde, esasen çalışma süresinin kesintisiz olmasına rağmen
işyeri kayıtlarında aralıklı gösterildiği, işverenin hileli işlemleriyle
davacının aylık ücret miktarının ve ikramiye hakedişlerinin
düşürüldüğü, toplu iş sözleşmesiyle getirilen ücret zamlarından
yararlandırılmadığı vakıalarına dayanılmış, işverenin sözkonusu
işlemleri nedeniyle doğan fark aylık ücret ve fark ikramiye
alacaklarının tahsili talep edilmiştir.
Öncelikle, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı tartışmalı
ise de salt sözkonusu tartışmanın varlığı alacağı belirsiz hale
getirmez. Keza davacı, çalışma süresini ve ücretini
belirleyebilmektedir. Davacının ne zamandan beri çalıştığını veya
ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi aynı zamanda hayatın olağan
akışına da aykırıdır. Davacı işçinin kendisinin bilmediği çalışma
süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farzetmek
ispat kurallarına da hayatın olağan akışına da aykırıdır. Keza tarafın
yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını
belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün
değildir.
Diğer tarafdan davacı, dava konusu alacakların miktarlarının
belirlenmesinde, işverenin elinde bulunan bilgi ve belgelere
dayanmamakta, aksine işverence tutulan kayıtların muvazaalı olduğu
gerekçesiyle nazara alınamayacağını iddia etmektedir. İşverenin maddi
hukuktan doğan yükümlülüklerini (belge ve bordro düzenleme gibi) yerine
getirmemesi, tuttuğu belgelerin gerçeği yansıtmaması, davadan önce
işçinin alacaklarını inkar etmesi ya da ikrar etmekle beraber yerine
getirmemesi davacıya kural olarak belirsiz alacak davası açma imkanını
vermez. İşçi bu durumlarda dahi, alacağının miktarını veya değerini
belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açamaz (Simil, s. 412).
Ayrıca, yukarıda da belirtildiği gibi, salt bilirkişi incelemesine
gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir.
Dava dilekçesinde, fark aylık ücret ve fark ikramiye alacakları
hakkında, çalışma süresinin kesintisiz kabul edilmesiyle aylık ücret
miktarının toplu iş sözleşmesi hükümlerine uygun şekilde esas alınarak
yapılacak hesaplamayla, işverence öncesinde yapılan ödemelerin mahsup
edilerek fark tutarların hüküm altına alınması talep edilmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere davacı, çalışma süresini, kendisine ödenen
aylık ücret miktarını, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret
miktarını ve kendisine işverence yapılan ödemeleri belirleyebilecek
durumdadır. Bu haliyle, objektif dava birleşmesi şeklinde açılan eldeki
davada, talep edilen işçilik alacakları belirsiz alacak değildir.
Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli bir alacak olduğu ve
dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla,
hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa
girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
KARAR : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıya ait işyerinde kesintisiz olarak çalışan ve Toplu
İş Sözleşmesinden ( TİS) yararlanan davacının işyerinde fiilen
çalışmalarına devam ederken çıkış verildiği kısa bir süre sonra da aynı
işyerine girişi yapılarak hileli girdi çıktı işlemine tabi tutulduğunu,
TİS ile getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı gibi almakta
olduğu yevmiyesinden de mahrum bırakıldığını, işverenin maksadının
kıdemli işçileri TİS ile verilen ücret zamlarından mahrum etmek ve yeni
bir akitle işe başlamış gibi göstererek ücretlerini asgari ücret
seviyesine düşürmek ayrıca kıdem süresini, parçalara bölerek kıdem
tazminatını etkisizleştirmek olduğunu, yapılan muvazaalı girdi-çıktı
işlem sonucunda ikramiye alacaklarının da tam olarak ödenmeyerek yıllık
120 yevmiye alacakları yerde 6x12=72 yevmiyeye düşürülerek mağdur
edildiğini, ileri sürerek belirsiz alacak davası olarak işçilik
alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
Davalı İşveren vekili, eski iş ilişkisinin tasfiye edilip yeni iş
ilişkisi kurulduğunu, yanılma, aldanma veya korkutma sonucu oluşturulan
işlemlerde bu durumun ortadan kalktığı tarihten itibaren 1 yıl
içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmeyen tarafın sözleşme
ile bağlı olacağını, hak düşürücü süre yönünden davanın reddinin
gerekeceğini, alacakların bir kısmının zamanaşımına uğradığını, HMK 107
ve devamı gereğince davacının eski yevmiyesini ve yeni yevmiyesini
bildiğini, ikramiye sayısını da bilmekte olduğunu, bu durumda dava
ettiği alacak miktarlarını hesaplaması mümkün ve kendisinden
beklenebildiğini, bu davanın belirsiz alacak davası şeklinde
açılamayacağını, hukuki yarar yokluğundan dolayı davanın reddi
gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, işverenin fesih işleminin toplu iş sözleşmesinden
yararlanmaya ilişkin düzenlemeleri dolanan, sadece görünürde bir işlem
olduğu, taraf iradelerinin anlaşarak sözleşmeyi sona erdirme şeklinde
olmadığı ve davacı işçi ile aynı durumdaki diğer işçilerin iş
sözleşmelerinin kesintisiz devam ettiği kabul edilip, dava dilekçesinde
davacı tarafından dava konusu alacağın belirsiz olduğunun belirtilmesi
açılan davanın belirsiz alacak davası olduğunu göstermeyeceği, kısmi
davaya konu edilen alacak da belirsiz alacak niteliğinde olması
nedeniyle açılan davanın kısmi dava niteliğinde olduğu gerekçesiyle
davalının ıslaha karşı zamanaşımı itirazı kabul edilerek davanın
kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün taraf vekillerinin temyizi üzerine;
Özel Dairece, hüküm yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü temyize taraf vekilleri getirmiştir.
I-) Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler aşamasında davacı vekilince
verilen dilekçe ile işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu
olup olamayacağı ile ilgili Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile 22. Hukuk
dairesi kararları arasındaki içtihat farklılığının giderilmesi için
İçtihatlarının Birleştirilmesi talebinde bulunulduğu bu nedenle
görüşmelerin İçtihatların Birleştirilmesi talebinin sonuçlanmasına kadar
ertelenmesi talep edilmiş ise de İçtihatların Birleştirilmesi talebinin
Yargıtay Başkanlık Divanı tarafından henüz kabul edilip gündeme
alınmamış olması nedeni ile görüşmelerin ertelenmesi talebinin reddine
oybirliğiyle karar verildi.