MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİLTaraflar arasındaki davadan dolayı ...Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 15.05.2013 gün ve 2011/365 esas 2013/226 karar sayılı hükmün bozulmasına ilişkin olan 06.11.2014 gün ve 16698-17011 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacılar vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, davanın kabulüne dair verilen kararın davalı tarafından temyizi üzerine, Dairece; '' ...Somut olayda, dava konusu taşınmazları anne Esma'nın kimden ve ne şekilde edindiği, edinim sırasında vekaletnamenin kullanılıp kullanılmadığı belirlenmemiş ve davacılar adına vekâleten devredilen paylar bulunması halinde yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda hükme yeterli bir araştırma yapılmadan sonuca gidilmiştir. Kabule göre de; mahkemece, vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı belirtildiği halde vekille işlem yapan davalının iyiniyetli olmadığından bahisle davanın kabul edilmesi de doğru olmadığı gibi davacı tarafın muris muvazaasına yönelik açık bir talebi bulunmadığı ve davacıların varsa devredilen payları da belirlenmediği halde miras payı oranında iptal tescile karar verilmiş olması da isabetli değildir. Ayrıca, kabul edilen dava değeri üzerinden nisbi karar ve ilam harcı tahsili yönünde hüküm kurulması gerekirken, harç yönünden hüküm kurulmaması da hatalıdır. Hâl böyle olunca davacı tarafın iddiası ve değinilen olgular dikkate alınarak gerekli araştırma ve incelemenin yapılması özellikle davacılar adına vekaleten işlem yapılıp yapılmadığının belirlenmesi, şayet yapılmışsa belirtilen ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde ve eksik inceleme sonucunda karar verilmesi doğru değildir. '' gerekçesi ile bozulmuş, davacılar vekili tarafından karar düzeltme istenmiştir.Davacılar, 116 ada 53, 59 ve 61 parsel sayılı taşınmazların mirasbırakanları ...ttiğini, 17.08.1999 tarihinde üzerindeki evlerin zarar görmesi üzerine devletin verdiği krediden yararlanmak ve bu konudaki bürokratik işlemleri takip etmek için kardeşleri olan davalının eşi ...'ı 25.09.2000 tarihinde vekil tayin ettiklerini, anılan vekilin görevini kötüye kullanarak taşınmazlardaki paylarını anneleri ...'ya satış göstermek suretiyle devrettiğini, ...'nın da vekil tayin ettiği yine ...vasıtasıyla taşınmazları davalı oğluna muvazaalı olarak satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, gerçekte para alışverişinin olmadığını, ... ile davalının vekalet görevinin kötüye kullanıldığını bilen kişiler olduklarını ileri sürerek, tapu iptal ve payları oranında tescile karar verilmesini istemişlerdir.Davalı, iddiaların doğru olmadığını, davacıların paylarının annelerine devri için vekalet verdiklerini, kardeşler arasında ortak karar ile taşınmazın anneye devredildiğini, önemli olan ...'nın taşınmazı kendi rızası ile satıp satmadığı olduğunu, taşınmazın kamulaştırılmasının sözkonusu olması sebebi ile eldeki davanın açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden ve karar düzeltme aşamasında eksiğin tamamlanması yoluyla getirtilen kayıtlardan; çekişmeye konu 116 ada 53, 59 ve 61 parsel sayılı taşınmazların mirasbırakan ...'ya aitken 13.02.1991 tarihinde ölümü ile mirasçıları olan dava dışı eşi... ile davacı kızları ..., ... ile dava dışı mirasçılar ... ile ...'a intikal ettiği, 07.11.2000 tarihinde anılan taşınmazların mirasçılar adına müşterek mülkiyet olarak tescilinden sonra dava dışı vekil...'ın kendi adına asaleten, davacılarında aralarında bulunduğu mirasçılar adına vekâleten taşınmazlardaki payları dava dışı mirasçı ...'ya satış göstermek suretiyle devrettiği, taşınmazların tamamına malik olan ...'nın da, 02.08.2005 tarihinde vekilin eşi olan davalı damadına satış suretiyle aktardığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Somut olaya gelince, keşifte tanık olarak beyanı alınan ara malik ...'nın, 1999 yılında gerçekleşen deprem sonucu hasarın devlet tarafından verilecek kredi ile giderilmesi amacıyla kendisinin ve diğer çocuklarının mirasçı ...e vekalet verdiklerini, bankadan kredi alındığı ve bu kredinin tarafından ödendiğini, daha sonra da taşınmazları damadı olan davalıya devrettiğini, üzerinden zaman geçtiği için ne kadar bedelle devrettiğini hatırlamadığını, taşınmaz üzerinde bulunan tek katlı yapıyı kızı...nın, diğer yapıları ve ekili dikili ağaçları kendisinin kullandığını beyan etmiş olması, diğer tanıkların da dava konusu taşınmaz üzerindeki yapının depremde zarar gördüğünü ve deprem kredisinden faydalanabilmek amacıyla davacıların ...e vekalet verdiklerini beyan etmeleri karşısında, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının kabulü gerekeceği kuşkusuzdur.Öte yandan, ara malik... davacıların annesi olması, Esma'dan taşınmazları edinen davalının ise, vekil ...'nın eşi, ...'nın da damadı olması sebebi ile vekalet görevinin kötüye kullanıldığını bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu gözetildiğinde, davalının Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır.O halde, davanın kabulü bu gerekçe ve sonucu itibariyle doğrudur.Ne var ki; kabul edilen dava değeri üzerinden nisbi karar ilam harcına hükmedilmesi gerekirken, harç yönünden karar verilmemiş olması doğru değildir.Anılan bu hususlar karar düzeltme isteği üzerine, yeniden yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından, davacılar vekilinin karar düzeltme isteğinin 6100 sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince kabulüne, Dairenin 06.11.2014 gün ve 2014/16698 Esas-2014/17011 Karar sayılı bozma kararının ORTADAN KALDIRILMASINA ve yerel mahkemenin 15.05.2013 gün ve 2011/365 Esas-2013/226 Karar sayılı kararının açıklanan bu nedenlerle, (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 11.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.