Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan sanık İ.. K..'ın 5237 sayılı TCK'nun 268. maddesi delaletiyle 267/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Pendik 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.05.2010 gün ve 1112-472 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 21.02.2013 gün ve 191 - 2729 sayı ile;"Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin sanığın kimliği hakkında beyanda bulunduğu tarih olan '03.12.2008' yerine '27.08.2008' olarak gösterilmesi mahallinde düzeltilmesi mümkün yazım hatası kabul edilmiştir. İftira suçunun özel bir halini düzenleyen TCK'nın 268. maddesinde öngörülen, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için, kişinin işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanması gerektiği, resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında kesinleşmiş mahkumiyet kararının infazından kurtulmak için kendisi yerine başkasının kimlik bilgilerini kullanma eyleminin ise TCK'nın 206/1. maddesine uyan suçu oluşturacağı, bu bağlamda;Kesinleşmiş mahkumiyet hükmünün infazından kurtulmak için belge düzenleyen polis memurlarına kendisini kardeşi olan İ.. K.. olarak tanıtan sanığın eyleminin TCK'nın 206. maddesinde yazılı resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.Yargıtay C.Başsavcılığı ise 28.04.2013 gün ve 4630 sayı ile;“Somut olayda işlediği suçlardan kurtulmak için belge düzenleyen polis memurlarına kendisini kardeşi olan İ.. K.. olarak tanıtan sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK'nun 206. maddesinde hükme bağlanan memura yalan beyanda bulunma suçunu mu, 5237 sayılı TCK'nun 268/1. maddesi delaleti ile 267/1. maddesinde hükme bağlanan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunu mu, yoksa Kabahatler Kanunun 40. maddesinde hükme bağlanan suçu mu oluşturacağı hususu, itirazımızın özünü oluşturmaktadır.5237 sayılı TCK'nun 206. maddesinde hükme bağlanan memura yalan beyanda bulunma suçu, 765 sayılı TCK'nun 343. maddesinin karşılığıdır. 765 sayılı TCK'nun 343/2. maddesindeki nitelikli hallere yeni yasada yer verilmemiş, yalnızca 'yalan beyanda bulunma' deyimine yer verilmiştir. Böylece yalan beyanın kapsamı genişletilmiştir.Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile korunmak istenilen hukuksal yarar 'kamu güveni'dir. 206. madde, doktrinde 'fikri sahtecilik' olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Bu suç, kamu görevlisinin resmi belgede sahtecilik suçuna benzemektedir. Her iki suç bakımından ortak özellik, resmi belgenin içerik olarak gerçeği yansıtmamasıdır. 204/2. maddedeki suçu kamu görevlisi işlerken, bu suçu bir üçüncü kişi işlemektedir. Hukuk düzeni, belli bir belgenin düzenlenmesi esnasında bireye doğru açıklamalarda bulunma yükümü yükletmekte, düzenlenecek belgeye önem vermektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmi belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Belge, bireyin doğru beyanda bulunmaması dolayısıyla gerçeğe aykırı olunca ortada bir belgede sahtecilik eylemi bulunur. Eylem, resmi belgelerin gerçeği yansıttığı ve sahteciliğe konu olmayacağı hususundaki güveni zedelediğinden, bu nedenle suçla korunan hukuki değer kamu güvenidir.Suçun maddi konusu, failin gerçeğe aykırı beyanına dayanılarak kamu görevlisinin düzenlediği ve beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olan 'resmi belge'dir. Yalan beyanın kamu görevlisine yapılması ve kamu görevlisinin de resmi belge düzenlemeye yetkili olması gerekir.Suçun maddi unsuru, bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunmaktır. Yalan beyanın mutlaka resmi belgenin düzenlenmesi sırasında gerçekleşmiş olması gerekir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmi belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşumu için gereklidir. Zarar aranmaz, zarar olasılığı suçun oluşumu için yeterlidir.5237 sayılı TCK'nun 268. maddesinde hükme bağlanan 'işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına engellemek amacıyla bir başka kişiye ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanmak' şeklindeki eylem bir yenilik olarak iftira suçunun özel bir işleniş biçimi olarak düzenlenmiştir. Bu hüküm 765 sayılı TCK'nun adli işlere ilişkin bulunan 'memura yalan bildirimde bulunma' suçunu düzenleyen 343/2. fıkrasının karşılığını oluşturmaktadır.Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunda korunmak istenilen hukuksal değer, adliyenin ve kişi haklarının korunmasıdır.Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun faili, işlediği suç nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılırken kendi kimliği veya kimlik bilgisi yerine başkasına ait kimlik veya kimlik bilgisini kullanan kimsedir. Diğer bir anlatımla fail, kendisi hakkında işlediği suç nedeniyle soruşturma yürütülen ve şüpheli konumunda olan bir kimse veya hakkında kovuşturma yürütülen ve sanık konumunda bulunan kimsedir.Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun mağduru, adliyedir. Geniş anlamda ise fail tarafından hakkında gerçek dışı hukuka aykırı bir fiil isnat edilen masum kişidir.Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun maddi unsuru, işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanmaktır.Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması 'savunma hakkı' kapsamına girmez. Zira savunma hakkı, isnat olunan suç ve olaya ilişkin olarak tanınmış olup kimlik açısından böyle bir hak söz konusu değildir.Soruşturma ve kovuşturma makamları önünde kimliği konusunda yalan beyanda bulunan şüpheli ya da sanığın eylemi TCK'nun 206. maddesindeki suçu oluşturur. Eğer şüpheli ya da sanık başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini verirse, bu durumda 268. maddesi delaletiyle 267. madde hükmüne göre cezalandırılacaktır. Failin, işyediği veya işlemediği bir suç nedeniyle hayali bir kimsenin kimlik bilgilerini vermesi ya da işlemediği bir suç dolayısıyla yürütülen soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanık sıfatıyla ifadesine başvurulurken başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini vermesi durumlarında 268. madde hükmü uygulanmaz. Bu durumda eylem 206. maddedeki resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturur.Kabahatler Kanununun kimliği bildirmeme başlıklı 40 maddesi;'(1) Görevle bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan veya gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, bu görevli tarafından elli Türk Lirası idari para cezası verilir.(2) Açıklamada bulunmaktan kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması dolayısıyla kimliği belirlenemeyen kişi tutularak durumdan derhal Cumhuriyet savcısı haberdar edilir. Bu kişi, kimliği açık bir şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınır ve gerekirse tutuklanır. Gözaltına ve tutuklamaya karar verme yetkisi ve usulü bakımından Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.(3) Kişinin kimliğinin belirlenmesi durumunda, bu nedenle gözaltına alınma veya tutuklanma haline derhal son verilir' hükmünü içermektedir.Bu kabahat fiili ile 5237 sayılı TCK’nun 206. maddesinde düzenlenen suç arasındaki fark, beyanın resmi belge düzenlenmesi sırasında yapılıp yapılmadığıdır. Kamu görevlisinin görevi nedeniyle resmi belge düzenlediği sırada yalan beyanda bulunulması halinde TCK’nun 206. maddesi uygulanacaktır. Resmi belge düzenlenmesi sırasında olmayıp da kamu görevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi için, kamu görevlisinin göreviyle bağlantılı olarak sorması durumunda, kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunulması veya kimlik ve adresle ilgili bilgi vermekten kaçınılması halinde Kabahatler Kanunu'nun 40/1. maddesi uyarınca idari para cezası verilmesi gerekmektedir.Memura yalan beyan ve başkasına ait kimlik bilgilerinin kullanılması suçları ile Kabahatler Kanununun 40. maddesinde hükme bağlanan idari suç ile ilgili bu genel açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; işlediği suçlardan kurtulmak için belge düzenleyen polis memurlarına kendisini kardeşi İ.. K.. olarak tanıtan sanığın eyleminin, Yüksek Dairenin aksine 5237 sayılı TCK'nun 268. maddesi delaleti ile 267. maddesindeki suçun unsurlarının oluştuğu düşünülmektedir. Zira sanık kamu görevlisine beyanda bulunduğu kimlik bilgilerinin kendisine ait olmadığını bilmektedir ve müşteki Kerem Sihir'in işyerinden hırsızlık suçundan 2007/257 suç no, 2007/1220 soruşturma nolu dosyada soruşturmadan kurtulmak için bu eylemi yapmaktadır. Dosyada mevcut bilgilere göre de, İ.. K.. gerçek bir kişidir. Bu nedenle yerel mahkemenin vasıflandırmasının yerinde olduğu düşünülmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.5271 sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 04.06.2013 gün ve 4547-8320 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı eylemin nitelendirilmesine ilişkindir.İncelenen dosya kapsamından;Sanık hakkında Pendik Cumhuriyet Başsavcılığınca; "27.08.2008 tarihinde dilekçe ile C.Başsavcılığımıza başvuran müştekinin özetle, şüpheli İ.. K..ın kendi kardeşi olduğunu, kardeşinin kendisine ait kimlik bilgilerini taşıyan bir nüfus cüzdanını Pendik Nüfus Müdürlüğünden aldığını, bu durumu kendi adına işlediği trafik suçlarından dolayı tanzim ettirdiği zaman farkettiğini ve kardeşinden şikayetçi olduğunu söylediği,Soruşturma devam ederken şüpheli İ.. K..’ın 03.12.2008 tarihinde İlçe Emniyet Müdürlüğü birimleri tarafından yapılan mutad uygulama esnasında yakalandığı, üzerinde kimlik bulunmayan şüpheliye kim olduğu sorulduğunda İ.. K.. olduğunu söylediği, ancak durumu araştırıldığında şüphelinin aslında İ.. K.. olmadığının anlaşıldığı,C.Başsavcılığımızda ve Pendik İlçe Emniyet Müdürlüğünde ifadesi alınan şüphelinin özetle, hakkında mahkumiyet hükmü bulunduğu için kardeşinin kimlik bilgilerini kullanarak mahalle muhtarlığına başvurduğunu, mahalle muhtarlığından aldığı bu belge ile Pendik İlçe Nüfus müdürlüğüne başvurduğunu ve gerçek nüfus cüzdanı aldığını, ancak bu nüfus cüzdanını yırtıp attığını söylediği, yapılan soruşturma ve toplanan deliller ve şüphelinin açık ikrarına göre müsnet iki ayrı suçu işlediği" şeklinde düzenlenen iddianame ile kamu davası açıldığı,03.12.2008 tarihli yakalama ve teslim tutanağında; “03.11.2008 günü saat 03.00 sıralarında Önleyici Hizmetler Büro Amirliğine bağlı ekipler olarak idaremiz Kavakpınar Mahallesi, Namık Kemal Caddesi üzerinde seyir halinde görevimizi ifa ederken durumundan şüphelendiğimiz üzerinde kimliği olmadığını ve kendi beyanına göre Ağrı ili Patnos ilçesi nüfusuna kayıtlı İbrahim-Özen oğlu, Patnos 1978 doğumlu İ.. K..'ın yapılan üst aramasında suç ve suç unsuruna rastlanılmamış, yapılan GBT sorgulamasında 2008/597 esas nolu 22.04.2008 tarihli Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesince hırsızlık suçundan arandığı tespit edilmesi üzerine şahısın yüzüne yasal hakları okunarak Pendik Devlet Hastanesinden geçici doktor raporu alındıktan sonra şahıs biz görevlilere ağabeyinin kimlik bilgilerini verdiğini kendisinin İbrahim-Özen oğlu, Patnos 1980 doğumlu İ.. K.. olduğunu söylemesi üzerine İ.. K.. olarak yapılan GBT sorgulamasında çeşitli suçlardan kayıtlarının olduğu ancak aranmadığı anlaşılması üzerine beyanına göre İ.. K.. olarak geçici doktor raporu alınarak Polis Merkez Amirliğine getirilmiş, Polis Amirliğinde yapılan evrak kayıt tetkikinde İ.. K..’ın müşteki K. S..’in işyerinden açıktan cep telefonu hırsızlığı olayına istinaden şüpheli firari olarak arandığı tespit edilmiştir” bilgilerine yer verildiği,Olay nedeniyle 03.12.2008 günü saat 03.25'te düzenlenen ilk doktor raporunun üzerine yapıştırılmış olan barkotta "İ.. K.." adının yazılı olduğu, rapor düzenlenen kişinin adı soyadı bölümünde "İsmail" isminin üstünün çizilerek "İshak" olarak düzeltildiği, dosyada bulunan diğer adli rapor, üst arama tutanağı ve şüpheli ve sanık hakları formunun İ.. K.. adına düzenlendiği,Müşteki İ.. K..'ın aşamalarda; sanığın kardeşi olduğunu, kimlik bilgilerini kullanarak Pendik Nüfus Müdürlüğünden sahte nüfus cüzdanı çıkarttığını, bu kimlikle suçlar işlediğini beyan ettiği,Sanık İ.. K..'ın aşamalarda; 03.12.2008 günü saat 03.00 sıralarında ikametine doğru giderken yolda polis ekibinin uygulama nedeniyle kendisini durdurduğunu, kimliğini istediklerini, kimliğinin kayıp olduğunu ve üzerinde olmadığını söylediğini, ağabeyi İ.. K..'ın kimlik bilgilerini kendisine aitmiş gibi verdiğini, polislerin GBT sorgulaması yaptıklarını, İ.. K.. adına Ankara ilinden arama kaydı çıkınca hastaneye götürdüklerini, rapordan çıktıktan sonra polislere ağabeyine ait kimlik bilgilerini verdiğini ve gerçek kimliğinin İ.. K.. olduğunu söylediğini, polislere daha önceden işlemiş olduğu suçlar nedeniyle bu konularda arama kaydı çıkma ihtimalinden dolayı ağabeyinin kimliğini verdiğini ifade ettiği, Anlaşılmaktadır.Uyuşmazlığın sağlıklı olarak çözümlenmesi için 5237 sayılı TCK'nun 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, aynı kanunun 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçları ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40. maddesi üzerinde durulması gerekmektedir.5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kamu güvenine karşı suçlar" bölümünde düzenlenen “Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan” başlıklı 206. maddesi; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” şeklinde olup, maddede resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip kamu görevlisine yalan bildirimde bulunulması suç olarak düzenlenmiştir.Yalan beyanın resmi belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yapılmış olması gerekmektedir. Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Aksi halde yani kişinin beyanı yeterli olmayıp, bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse; kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.Bununla birlikte suçun oluşması için sanığın beyanda bulunması yeterli olmayıp sanığın beyanı üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.Aynı kanunun "Adliyeye karşı suçlar" bölümünde düzenlenen “Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması” başlıklı 268. maddesi ise; “İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan kimse, iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılır” şeklinde olup, işlediği bir suç nedeniyle yakalanan şüphelinin, gerçek kimliğini saklayıp kolluk kuvvetlerine, kimlik bilgilerini bildiği bir başkasının kimlik bilgilerini vermesi durumunda bu madde hükmü uygulanacaktır. Bir başka ifadeyle, failin işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla kendi kimliğini saklayarak, başkasına ait kimlik bilgilerini kullanması ve o kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olması durumunda, bu madde hükmü uygulanacaktır. Suçun oluşması için, failin daha önce bir suç işlemiş olması veya bir suçtan aranması, kendi kimliğini vermesi halinde hakkında bu suçtan işlem yapılacak olması gerekmektedir.İftira suçunun özel bir şekli olan bu suçun oluşması için sanığın resmi belge düzenlemede yetkili memura başkasının kimliğini veya kimlik bilgilerini vermesi yeterli olmayıp, işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini kullanması gerekmektedir.5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Kimliği bildirmeme” başlığını taşıyan 40. maddesinin birinci fıkrası ise; “Görevle bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan veya gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, bu görevli tarafından elli Türk Lirası idari para cezası verilir” hükmünü içermektedir. Bu kabahat fiili ile 5237 sayılı TCK’nun 206. maddesinde düzenlenen suç arasındaki fark, beyanın resmi belge düzenlenmesi sırasında yapılıp yapılmadığıdır. Kamu görevlisinin görevi nedeniyle resmi belge düzenlediği sırada yalan beyanda bulunulması halinde TCK’nun 206. maddesi uygulanacaktır. Resmi belge düzenlenmesi sırasında olmayıp da kamu görevlisince kamu görevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi için sorulması durumunda, kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunulması ya da kimlik veya adresle ilgili bilgi vermekten kaçınılması halinde, ilgili hakkında Kabahatler Kanunu'nun 40/1. maddesi uyarınca idari para cezası verilmesi gerekecektir.Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Olay tarihinde emniyet görevlileri tarafından yapılan mutad uygulama sırasında kimliği sorulan sanık İ.. K..'ın, ağabeyi İ.. K..'a ait kimlik bilgilerini kolluğa vermesi üzerine İ.. K.. adına yakalama kararı bulunduğunun anlaşılması sonrasında, yakalama kararının yerine getirilmesi için sağlık raporunun alınması amacıyla hastahaneye götürülüp doktor raporu düzenlendiği aşamada sanığın kimliği hakkında yalan beyanda bulunması şeklinde gerçekleşen somut olayda, sanık hakkında yapılan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmayıp, kolluk görevlilerince yapılan mutad uygulama sonrasında doktor raporu düzenlenirken sanığın kimlik bilgileri ile ilgili olarak yalan beyanda bulunmuş olması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK'nun 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.Bu itibarla, yerel mahkeme hükmünün, sanığın eyleminin TCK'nun 206. maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu gerekçesiyle Özel Dairece bozulması isebetli olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı ve on Genel Kurul Üyesi; "İtirazın kabulü gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.03.2014 günü yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 01.04.2014 günü yapılan ikinci müzakerede oybirliğiyle karar verildi.