Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi, ecrimisil-tapu iptal ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece, asıl davada elatmanın önlenmesine, ecrimisil talebinin kısmen kabulüne, karşı davanın ise reddine ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davalıları ve karşı davanın davacısı tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 23.09.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat Ş. E. ile temyiz edilen vekili Avukat N.S. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Asıl dava; çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve ecrimisil, karşı dava ise inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece; asıl davada elatmanın önlenmesine, ecrimisil talebinin kısmen kabulüne, karşı davanın ise reddine karar verilmiş, hüküm asıl davanın davalıları ile karşı davanın davacısı tarafından temyiz edilmiştir.Davacı Ç.- T. N. Ticaret Sanayi AŞ vekili dava dilekçesinde; davacı şirketin 11 parsel sayılı taşınmazı dava dışı K. K.'ndan satın alarak malik olduğunu, satış bedeli olarak taşınmazın değeri yanısıra davalıların bu kişiye olan borçlarının da ödendiğini, davalıların 11 parsel sayılı taşınmazı satarken bitişiğindeki 12 parselin 11.000 m²'lik bölümünün de satışa konu edildiğini, 12 sayılı parselden 11.000 m²'lik kısmın iptali ile 11 sayılı parselle tevhidi konusunda açtıkları davanın kabul edilmesi halinde bu kısmın da devrinin taahhüt edildiğini, bu bölümü de kapsar şekilde bedel ödendiğini, Manavgat Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 1995/257 Esas, 1996/140 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş olsa da 11 sayılı parselin tapuda satışı gerçekleştirildiğinden tevhit işleminin yapılamadığı, ayrı parsel numarası ile davalı A.. P.. adına tescil edildiğini, satın alma yoluyla iktisap edilen taşınmazın halen davalılar tarafından haklı ve geçerli bir neden olmaksızın sera olarak kullandığını ileri sürerek eldeki davayı açmış, davalılar savunmalarında; 1991 tarihli ekonomik krizde piyasaya olan borçlarını ödeyemeyince olası icra takibinden korumak amacıyla çekişmeye konu 11 parsel sayılı taşınmazın, iade edilmek koşuluyla bedelsiz olarak dava dışı K. K.'na tapuda satış göstermek suretiyle temlik edildiğini, bu arada ticari ilişki içinde bulundukları karşı davalı Ç.T. Nakliyecilik Ticaret ve Sanayi AŞ'ye olan borca karşılık teminat olmak üzere ara malik K. K.'na verilen talimatla taşınmazın karşı davalı şirkete temlikinin kararlaştırıldığını, temlikin 29/05/1995 ve 30/05/1995 tarihli protokollere bağlandığını, K. K. ile Ç.Nakliyecilik Ticaret Sanayii A.Ş.arasında yapılan temliki işlemde de para alış-verişi olmadığını, şirkete olan borcun bir kısmının ödendiğini, taşınmazdaki zilyetliklerinin kesintiye uğramadığını belirterek davanın reddini savunmuşlar, karşı davanın davacısı A. P. ise dava dilekçesinde; şirkete olan borcun bir kısmının ödendiğini, bakiye borcu da ödemeye hazır olduğunu bildirerek davalı şirket adına olan tapu kaydının iptali ile tüm takyidatlardan ari olarak adına tesciline olmadığı taktirde taşınmazın gerçek değerinden şirkete yapılan ödemelerin mahsubu ile bakiye alacağın tahsiline, ödeme yapılıncaya dek hapis hakkı tanınmasına karar verilmesini istemiş, mahkemece; taraflar arasındaki iddianın yazılı delille kanıtlanamadığı, karşı davalı şirket yetklisinin yemin beyanında bulunduğu gerekçesiyle karşı davanın reddine, asıl davanın ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; dava konusu 11 parsel sayılı taşınmazın A.. P.. (asıl davada davalı - karşı davanın davacısı) adına kayıtlı iken 29/06/1992 tarihli satış akdi ile dava dışı Kerim K.'na temlik ettiği, onun da 11/06/1993 tarihli resmi akitle anılan taşınmazı Ç.Tur Nakliyecilik Ticaret Sanayi AŞ'ye satış yoluyla (davacı- karşı davalıya ) devrettiği anlaşılmaktadır.Öncelikle belirtilmelidir ki; taraflar arasındaki asıl uyuşmazlık; karşı davada ileri sürülen, inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğidir.Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 günlü ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (Borçlar Kanunu'nun 81. (Türk Borçlar Kanunu'nun 97.). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanunu'nun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Mer'i hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın;inanç sözleşmelerinin ,yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitte amaçladıkların yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.Bu tür uyuşmazlıklar, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun ürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı ,zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta,nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır.Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur.Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa ,özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan,mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul,hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın kayıt maliki A.. P.. tarafından temlik edilen ilk el konumundaki dava dışı K. K.'nun, Manavgat Asliye 1. Ceza Mahkemesinin 2009/1022 Esas sayılı dava dosyasının yapılan yargılaması sırasında 16/09/2010 tarihli celsede tanık sıfatı ile alınan beyanında "... A.'ın piyasaya borçları olduğunu, icra takibinden korunmak amacıyla taşınmazı daha sonra iade etmek koşuluyla tapuda satış göstererek devrettiğini, bir yıl sonra da Ç.T.AŞ 'ye olan borçlarına karşılık teminat olmak üzere devretmek istediğini, Adnan'ın talimatıyla taşınmazı şirkete satış şeklinde temlik ettiğini, her iki temliki işlemin de bedelsiz gerçekleştirildiğini " ifade ettiği, diğer tanıkların ise taşınmazın halen A.. P..'ın tasarrufunda olduğunu bildirdikleri görülmektedir.Bu durumda; karşı davanın davacısı A.. P..'ın kayden maliki bulunduğu çekişme konusu taşınmazı dava dışı Kerim Kerimoğlu'na satış yoluyla temlik ettiği, taraflar arasındaki ilişkinin gerçek satış olmadığı, anılan kişinin Manavgat Asliye 1. Ceza Mahkemesinin 2009/1022 Esas sayılı dava dosyasındaki 16/09/2010 tarihli celsedeki beyanının davacı ile aralarında inançlı işlem yapıldığı yönünde güçlü delil niteliği taşıdığı, her ne kadar inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayalı davaların 05/02/1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanması zorunlu ise de ilk el konumundaki dava dışı kişinin ceza dava dosyasındaki kabul beyanı karşısında, eldeki iptal ve tescil davasında, yazılı delille kanıtlanma zorunluluğunun kalmadığı açıktır.Kaldı ki ; A.. P.. ve kardeşleri ile Ç. T. Nakliyecilik Ticaret ve Sanayii AŞ arasında düzenlenen 29/05/1995 tarihli sözleşmede; "...Parlak ailesinin Ç.- T. AŞ'den 200.000,00 Dolar borç aldığı, borca altı aylık süre ile Pamukbank döviz kredi faizi uygulanacağı ve şirkete her hafta 50.000 adet çicek fidesi verileceği, sözleşmede belirlenen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde şirketin tek taraflı olarak sözleşmeyi yürütüp-yürütmeyeceği konusunda karar verebileceği.." kararlaştırılırken, 30/05/1995 tarihli Ç.- T. AŞ'nin tek taraflı imzasını taşıyan belgede ise; "....29/05/1995 tarihli sözleşmeye bağlanan 200.00,00 TL. borcun ödenmesi, sözleşme yükümlülüklerin yerine getirilmesi halinde borca karşı verilen ipoteklerin fekkedileceği, satılan taşınmazların iade edileceğinin " taahhüt ve imza ile teyit edildiği de dosya kapsamı ile sabittir. Yukarıda anılan tarafların imzasını taşıyan belge ve sözleşmede imza itirazında bulunulmadığı, içeriğine karşı çıkılmadığı ve inkâr edilmediği gözetildiğinde karşı davalı şirket aleyhindeki iddianın yazılı delille kanıtlandığı kabul edilmelidir.Diğer taraftan; karşı davacı iddiasını yazılı delile dayalı olarak kanıtladığı halde davalı Şirket temsilcisine yemin teklifinde bulunulmuş olması ve şirket temsilcisinin de yemini eda etmiş olmasına hukuki sonuç bağlanamayacağı açıktır.Toplanan deliller ve belirlenen bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, ilk el konumundaki K. K.'nun kabul beyanından, özellikle 29/05/1995 ve 30/05/1995 tarihli belgelerin içeriğinden A.. P.. ile dava dışı K. K. ve ikinci el konumundaki karşı davalı şirket arasındaki temliki işlemin teminat amaçlı ve iade edilmek koşuluyla gerkçekleştirildiği sabittir. Ancak, karşı davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyebilmesi için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97.maddesi uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi gerektiğinde kuşku yoktur.Hâl böyle olunca; karşı davacı tarafından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97. maddesi uyarınca borcun ne kadarlık kısmının ödendiği, ödenmesi gereken bakiye borcun miktarının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması, bu arada ödenen borç miktarına bağlı olarak fekkine karar verilen ipoteklerin gözetilmesi, belirlenen borç miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için karşı davacıya önel verilmesi, karşı davacının belirlenen miktarı mahkeme veznesine depo etmesi ve bu paranın davalıya ödenmesi koşuluyla tapu kaydının iptali ile karşı davacı adına tesciline karar verilmesi, karşı davada hâsıl olacak sonuca göre asıl davadaki istemler hakkında hüküm kurulması gerekirken, değinilen bu yön üzerinde durulmaksızın yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davalılar ve karşı davacının temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 23.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.