Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 14146 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 12477 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : KIRŞEHİR 2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 30/06/2009NUMARASI : 2008/163-2009/154Taraflar arasında görülen davada;Davacı (karşı davalı), kayden maliki olduğu 2343 parsel sayılı taşınmazına davalının ev yapmak ve duvar çevirmek suretiyle müdahale ettiğini, anılan muhdesatların 1380 m2 lik kısmının 2343 sayılı parselinde kalan kısımlarının ise komşu ve Hazineye ait 2345 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunduğunu ileri sürüp, elatmanın önlenmesi ve yapıların yıkımını istemiş, karşı davanın reddini savunmuştur.Davalı (karşı davacı), davacının rızası dahilinde çekişmeli taşınmaza kendi inşaat malzemeleri ile bina yaptığını, iyiniyetli olup, yıkımın aşırı zarara yol açacağını, yapısının değeri ile arsa değeri arasında açık kıymet fazlalığı bulunduğunu belirtip, davanın reddini ve karşı davasında da temliken tescil istemiştir.Dahili davalı Hazine vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece, davalının (karşı davacı) 1997 yılında davacının açık muvafakatıyla ve iyiniyetle ev inşaa ettiği evin değerinin ayrıca ve açıkça arzın değerinden fazla olduğu ve yıkımın fahiş zarar doğuracağı, Hazine arazisi üzerinde kalan bölüm yönünden zilyetlikle kazanım koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle, davacının davasının reddine, karşı davanın kısmen kabulüne karar verilimiştir.Karar, davacı (karşı davalı) vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Asıl dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve yıkım; karşı dava ise, temliken tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, asıl davanın reddine, karşı davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 2343 parsel sayılı taşınmazın kayden davacı M..’e ait olduğu, komşu 2345 parsel sayılı taşınmazın ise harman yeri olarak hazine adına mer’a sicilinde kayıtlı bulunduğu, davalı(karşı davacı) D..’ın taşınmazlarda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının olmadığı, ancak 2343 parsel sayılı taşınmazın 1380 m2’lik kısmına ev inşa etmek, çevre duvarı yapmak ve bahçe olarak kullanmak suretiyle müdahale ettiği, 2345 sayılı parselin 1080 m2’lik kısmında da depo ve ekmeklik, meyve ağaçları ve çevre duvarının kaldığı anlaşılmaktadır.Davacı(karşı davalı), maliki olduğu taşınmaza elatmanın önlenmesi isteğiyle eldeki davayı açmış, davalı( karşı davacı) ise temliken tescil talebinde bulunmuş, bilahare hazinenin davaya dahil edilmesi yönünde dilekçe sunmuş, 2345 sayılı parsel bakımından da tescil istemiştir.Bilindiği üzere; başkasının taşınmazına, temelli ve kalıcı nitelikte yapı yapılması durumunda, Medeni Kanunun 684. ve 718.maddelerinin hükümleri gereğince yapı üzerinde veya altında bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası(mütemmim cüzü) haline geleceğinden ana taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Yasa koyucu bu konumdaki taşınmaz maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi genel hükümlere bırakmamış Medeni Kanunun 722,723,724 maddelerinin özel hükümleri ile düzenlemeyi uygun bulmuştur.Bir kimse kendi malzemesi ile başkasının taşınmazına sürekli esaslı ve tamamlayıcı(mütemmim cüz)nitelikte yapı yapmışsa ve (Medeni Kanunun 724 maddesine göre),"yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazlaysa iyiniyetli taraf uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebilir."Söz konusu madde hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere taşınmazın mülkiyetinin yapı malikine verilebilmesi için öncelikli koşul iyi inançtır. Öngörülen iyi inancın Medeni Kanunun 3.maddesinde hükme bağlanan subjektif iyi inanç olduğunda kuşku yoktur. Bu kural, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın bilecek durumda olmamasını; ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebin bulunmasını ifade eder. Böyle bir davada iyi inançlı olduğunu iddia eden kişinin l4.2.l95l tarih l7/l sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında belirtildiği gibi bu iddiasını ispat etmesi gerekir. İkinci koşul ise, yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır. Bu koşul, dava gününe ve objektif esaslara göre saptanmalı fazlalık ilk bakışta kolayca anlaşılmalıdır. Üçüncü koşul olarak ta yapıyı yapan, taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemelidir. Uygun bedel genellikle yapı için lazım olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde meydana gelecek noksanlıklar, varsa taşınmaza bağlı öteki zararlar gözönünde bulundurularak bu bedelin aşılması hak ve nesafet kuralı gereğidir. Hemen belirtmek gerekir ki, temliken tescil isteme hakkı ancak, yapı yapıldığı sıradaki taşınmazın maliki olan kişiye karşı açılacak davada ileri sürülebilecek bir kişisel hak olup, yenilik doğurucu bu dava sonunda, verilen kararın kesinleşmesinden sonra ayni hakka dönüşebilir.Öte yandan, Medeni Kanunun 722. maddesi taşınmaz malikine rızası olmaksızın yapılmış ve yıkımı aşırı zarar doğurmayan yapının yıkımını isteme hakkı tanımış, yıkım masrafının yapı malikine ait olacağını hükme bağlamıştır. Ne varki, yasada aşırı zarar kavramı tanımlanmadığından yasa koyucunun bu yöndeki asıl amacının göz önünde tutulmasında yarar vardır. Değinilen maddenin düzenlemesine yol açan asıl neden, meydana getirilen yapının korunmasındaki mevcut olan genel iktisadi yarardır. Diğer bir söyleyişle yapının yıkımı halinde dava tarihine göre objektif ölçüler içerisinde tespit edilecek zararın çok fazla olması aşırı zararın varlığını gösterir. Bununla birlikte gerektiğinde özel ve teknik hususlarda uzman bilirkişilerin bilgisine başvurulmak suretiyle taşınmaz sahibinin o yapıdan yararlanma derecesi arsanın bütünlüğünün bozulup bozulmaması taşınmazın değerinde doğacak noksanlık gibi subjektif olgularda dikkate alınmalıdır.Aşırı zarar doğması sebebiyle yapı yıkılamadığı takdirde taşınmaz malikinin mamelekinde sebepsiz bir zenginleşme meydana geleceğinden, taşınmaz malikinin malzeme malikine (muhik) bir tazminat vermesi gerektiği, malzeme maliki iyi niyetli değilse tazminat miktarının, levazımın en az kıymetini geçemiyeceği, aynı yasanın 723.maddesinde belirtilmiştir. Bu durumda, 4.3.l953 tarih l0/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararının gerekçesinde benimsenen ve uygulamada kararlılık kazanmış ilke uyarınca aşırı zarar nedeniyle yapı yıkılamıyorsa, iyi veya kötü niyete göre, haklı (muhik) tazminat veya en az levazım bedelini ödeyip ödemeyeceği, arsa malikinden sorulmalı, kabul ettiği takdirde bu bedel karşılığı yapının taşınmaz malikine aidiyetine karar verilmeli, aksi halde yıkım isteği reddedilmelidir. Maddedeki (muhik tazminat) sözcüğünden salt inşaat bedeli değil olayın özelliğine göre, Medeni Kanunun 4.maddesinden aldığı yetkiye dayanarak hakimin takdir edeceği en uygun bedel (asgari levazım bedeli) ise, taşınmaz maliki yönünden yapının subjektif (öznel)olarak taşıdığı değer anlaşılmalıdır.Somut olayda, binanın nitelikleri ve özellikleri dikkate alındığında yıkımın fahiş zarar doğuracağından söz etme olanağı bulunmamaktadır. O halde, temliken tescil koşularının gerçekleşmediği açıktır.Diğer taraftan, hazineye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilemez. Hazine tarafından da müstakil hak talebiyle davaya müdahale edilmemiştir. Bu durumda, hazine aleyhine usulüne uygun olarak açılmış bir davadan söz edilemeyeceğine göre, hazine hakkında esastan hüküm kurulması doğru olmadığı gibi vekalet ücretinin karşı davacıdan alınması yerine asıl davacıdan tahsili yönünde karar verilmiş olması da isabetsizdir.Hal böyle olunca, asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacı(karşı davalı)nın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.12.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.