Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.12.2010 gün ve 2005/442 E., 2010/496 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17.12.2012 gün ve 2011/7524 E., 2012/19389 K. sayılı ilamı ile;(...Dava, yayın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.Dava konusu, "Türkiye'de Cuma" isimli haftalık derginin kapağında: "28 Şubat'ın 3 Astsubayı Yine konuştu. Disiplinsiz Paşalar" başlıkları altında, davacıların iskambil kağıtları üzerinde resimlerine yer verilmiş ve davacılarla ilgili olarak yorumlarda bulunulmuştur.Dava dilekçesinde, iskambil kağıtları arasında en değersizinin sinek kağıdı olduğu ve ayrıca pisliği çağrıştırdığı; diğer yandan, yakın tarihte ve yakın çevrede öldürülmesi veya yakalanması istenen kişilerin, iskambil kağıtları üzerine fotoğraflarının basıldığının usul haline getirildiği; davacıların, disiplinsizlik nedeniyle emekli olduklarının ileri sürüldüğü; ancak, emekli olduklarında konuştuklarının belirtildiği; tarih bilgisi ve kültürü olmayan; imansız ve vatan sevgisi bulunmayan kişiler olarak gösterildikleri; tüm bunların gerçek dışı ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, tazminat isteminde bulunulmuştur.Cevap dilekçesinde, yayının hukuka uygun eleştiri sınırları içinde yapıldığı belirtilerek davanın reddi savunulmuştur.Mahkemece, iskambil kağıtlarının sinek olup pisliği çağrıştırdığı; ayrıca, Irak Savaşı sırasında bir kısım üst düzey siyasi ve askeri kişilerin resimlerinin iskambil kağıtları üzerine yapıştırılarak arandıklarının kamuoyunca bilindiği; davacılar hakkında disiplinsizlik yakıştırmasının yapıldığı; yazı içeriklerinde de davacıların küçük düşürülmeye çalışıldığı gerekçesiyle hukuka aykırılık benimsenmiş ve istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dava konusu yayın, bütünü itibariyle davacılara yönelik eleştiriler içermektedir. Diğer yandan, davacıların resimlerinin iskambil kağıdına basılmış olması gazetecilik tekniği ile ilgili olup; salt bu nedenle tazminatı gerektirmez. Şu durumda, dava konusu yayın bakımından hukuka uygunluk sebepleri mevcut olup; istemin tümden reddi gerekir. Mahkemece, kısmen kabul kararı verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir....)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davalılar vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, kişilik haklarına saldırı nedenine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.Mahkemenin, davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar davalılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece savunmada geçen ceza dosyasının incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesine işaretle bozulmuş, Mahkemece, bozma ilamına uyularak ceza dosyasının kesinleşmesi beklenerek davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece bu kez yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkeme önceki gerekçelerle direnmiştir.Direnme kararı, davalılar vekilince temyiz edilmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalıların sahibi ve yazı işleri müdürü oldukları derginin kapağı ve içeriğindeki yazılar ile davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunulup bulunulmadığı noktasında toplanmaktadır.Hal böyle olunca Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) somut uyuşmazlığın nasıl düzenlendiğini ve sözleşmenin uygulanmasına sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.“İfade özgürlüğü” başlıklı AİHS’nin 10(1) maddesine göre; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup, hangi hallerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2.fıkrasında düzenlenmiştir.İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10.maddesinin 2.fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir: çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. 10.maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu, dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:AİHM, Sözleşmenin 10(2) maddesinde yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olmasını gerektirdiğini hatırlatır. Ancak, söz konusu ifade, hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).Davacı iddialarını Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 24, 25.; Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (818 sayılı BK)'nun 49. maddesi (6102 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) hükümlerine dayandırmakta olup, söz konusu düzenlemeler kişilik haklarına haksız saldırı halinde koruma sağlayan hükümlerdir. Bu nedenle davanın iç hukukta yasayla öngörülmüş bir dayanağı bulunmaktadır.2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:Sözleşmenin 10(2) maddesine göre, bu özgürlüklerin kullanılması “…demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”Açıkça görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup, ancak burada sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005). Ancak kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığında kuşku yoktur. Diğer bir deyişle terazide bir yanda “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullandığı söylenebilir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:AİHM, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğunu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).Basın, demokratik bir toplumda önemli bir rol oynamaktadır. AİHM, birçok kez, basının şiddet, kargaşa veya suç tehditlerine karşı koruma sağlamak amacıyla bazı sınırları aşmaması gerektiği halde, basının görevinin, sorumluluk ve yükümlülükleri dahilinde, bölücü fikirler dahil olmak üzere kamu çıkarını ilgilendiren bütün konularla ilgili bilgi ve görüş aktarmak olduğunu kaydetmiştir (Şener/Türkiye, başvuru no: 26680/95, 18 Temmuz 2000; Sürek/Türkiye (no. 1), başvuru no: 26682/95, 08 Temmuz 1999). Basının bu tür bilgi ve görüşleri aktarma görevinin yanı sıra, toplumun da bu bilgi ve görüşleri edinme hakkı bulunmaktadır (Bladet Tromso ve Stensaas/Norveç, no. 21980/93).Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu bir çok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick-Avusturya (no: 2), 1 Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, s. 1274-1275, § 29 ve adı geçen Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986, parag. 42).AİHM, anlaşmazlık konusu olan müdahalenin “gözetilen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla, sözkonusu müdahaleyi, davanın bütününe bakarak değerlendirmek zorundadır (Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).AİHM, mevcut davada bir müdahalenin varlığı konusunda, hakaretten ötürü bir hukuk davasında alınan cezanın, AİHS'nin 10. maddesinin alanına giren bir müdahale olarak incelendiği yerleşik içtihatlarını hatırlatır (örneğin, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997 tarihli karar, Derleme 1997-I).Mahkeme, denetim yetkisini kullanırken, tartışma konusu Mahkeme kararlarını tek başlarına ele almakla yetinemez; başvurucuya karşı yazılan yazılar ile bunların yazıldıkları bağlam dahil olmak üzere, bu kararlara olayın bütünselliği içinde bakmak zorundadır (Handyside v. Birleşik Krallık kararı, parg. 50, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976).Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme'nin 10(1) maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme'nin 10(2) madde sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976).Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, “başkalarının itibarlarını korumak” gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times v. Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979 ).Dahası basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkânı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü, Sözleşme'nin her noktasına egemen olan demokratik toplum kavramının tam da merkezinde yer alır (Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986).Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığını konusuna gelince; 1982 Anayasasının “Basın Hürriyeti” başlıklı 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesi ve bu ilkeyi güçlendiren Basın Kanununundaki düzenlemedir.Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır.Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25); düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir.Yine, manevi tazminat sorumluluğunun doğması Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 49. maddesindeki (6102 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.Somut olayda ise dava konusu “Türkiye’de Cuma” adlı derginin 29 Ağustos -4 Eylül 2003 tarihli sayısının kapağı ve içeriğindeki yazılar bir bütün olarak ele alındığında, burada kullanılan ifadelerin davacılar tarafından yapılan açıklamalar üzerine sert eleştiri niteliğinde olduğu anlaşılmış ancak devlet görevlisi olan davalıların bu tür sert eleştirilere katlanması ve dergide yeralan yazıların demokratik bir toplumda “çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce” kavramları kapsamında kabul edilmesi gerektiğinden davacıların kişilik haklarına saldırı oluşturmadığının kabulü gerekmiştir.Görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; kullanılan sözlerin eleştiri olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğundan bahisle Yerel Mahkemenin kısmen kabul kararının onanması gerektiği yönünde görüş beyan edilmiş ise de bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 15.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
SAHTE ÇEK KULLANMAK SURETİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK
Mahkemesi : OLTU Ağır Ceza Günü : 12.03.2009 Sayısı : 62-17
Sanık P.. C..’in resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 sayılı TCK’nun
204/1 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis; bankanın araç olarak
kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık
su
Rehinle temin edilmiş alacağı için müvekkilleri hakkında genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatmasının yasaya aykırı olduğu
MAHKEMESİ : İcra Hukuk Mahkemesi.Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya
DERDESTLİK KOŞULLARI - TEMYİZ DİLEKÇESİ - Dava açılması - Dava şartları - TEMYİZ HARCI - hukuki yarar - usul hukuku - dava sebebi - ilk itiraz - DAVA ŞARTI - ayni dava
MAHKEMESİ : MERSİN 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİTARİHİ : 04/12/2014NUMARASI : 2014/866-2014/352Taraflar arasındaki muarazanın giderilmesi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın derdestlik nedeniyle reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?