MAHKEMESİ : BURSA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/06/2010NUMARASI : 2009/380-2010/265Taraflar arasında görülen davada; Davacı, miras bırakanı R. U.'ın maliki olduğu 595 ada 10 parsel sayılı taşınmazını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla kızı Z..'in yakın arkadaşı olan davalı S.'e satış suretiyle muvazaalı temlik ettiğini, S.'in de diğer davalıya danışıklı olarak devrettiğini ve taşınmaz üzerinde 8 daireli bina yapıldığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde, ıslah suretiyle de terditli olarak tazminat isteğinde bulunmuştur. Davalı İ.; davanın reddini savunmuştur. Davalı S., yanıt vermemiştir. Mahkemece, davalı İ. yönünden tapu iptali, tescil ve tazminat isteklerinin reddine, davalı Sibel yönünden tapu iptali, tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiştir. Karar, davacı ve davalı S. vekilleri tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali, tescil veya tazminat isteğine ilişkindir.Mahkemece, davalı S. yönünden tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı ve davalılardan S. tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakan R. U.’ın maliki olduğu 10 parsel sayılı taşınmazını 11.10. 1999 tarihinde davalı Sibel’e satış suretiyle temlik ettiği Sibel’inde taşınmazı 19.03.2007 tarihinde diğer davalı İsrafil’e yine satış suretiyle devrettiği davalı İsrafil’in de taşınmaz üzerine 8 daireden oluşan bina yaptığı görülmektedir.Davacı çekişmeli taşınmazın davalıya muvazaalı temlik edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l–4–1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan, miras bırakan tarafından sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapılmışsa, mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur. Somut olayda, dava açıldığı tarihte davalı İsrafil adına kayıtlı olan çekişmeli taşınmazdaki 1,5 ve 8 nolu bağımsız bölümlerin yargılama sırasında dava dışı kişilere temlik edildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu durumda bu taşınmazlar yönünden HUMK 186 maddesinin uygulanması gerekeceği kuşkusuzdur.Öte yandan 04.02.1948 tarih 10/3 sayılı İ.B.K. açıklandığı gibi dava açıldıktan sonra sebebinde ve diğer hususlarda usule ilişkin işlemler ıslah ile düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslahı mümkündür. Kaldı ki HUMK 185 maddesinde de davacının karşı tarafın rızası aranmaksızın ıslah yoluyla davanın mahiyetini değiştirebileceği kabul edilmiştir.O halde, tapu iptal ve tescil olmazsa tazminat yönündeki ıslahta yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.Ancak, davada miras bırakanın çekişmeli 10 parsel sayılı taşınmazı davalı S..’e muvazaalı devrettiği daha sonra Sibel’in İsrafil ile aslında kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığı halde bu konuda akit düzenlemediği İsrafil’e temlikin arsa satışı olarak gösterildiği ve yapılan binada oluşan kat mülkiyetine göre bir kısım dairelerin Sibel’in talimatı ile dava dışı kişilere verildiği, tüm bu işlerinde muvazaalı olduğu davacı tarafından ileri sürülmüştür. Bu durumda tapu iptali ve tescil isteği yönünden davanın tüm kayıt maliklerine karşı açılması gerekeceğinde de kuşku yoktur. Hal böyle olunca, Yargılama sırasında dava dışı kişilere devredilen 1,5 ve 8 nolu bağımsız bölümler yönünden HUMK 186 maddesi uyarıca işlem yapılması diğer dava dışı kişiler adına kayıtlı 2,4 ve 6 nolu bağımsız bölümlerle ilgili olarak kayıt malikleri aleyhine danışıklı devir veya durumu bilen konumunda olduğu (murisin torunu gibi) iddiası var ise dava açılması için önel verilmesi açılması halinde eldeki dava ile birleştirilmesi tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir. Tarafların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.