Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1389 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 132 - Esas Yıl 2013





(.Davacı G.G. vekili, evlilik birliği içinde edinilen ve danışıklı olarak davalının önceki evliliğinden olan oğlu adına tescil edilen taşınmaz ile davalının hissedarı olduğu ve devrettiği bir kısım şirketler nedeniyle kazanımlarının ve evlilik birliği içinde edinilen her türlü malvarlığında hesaplanacak katılma alacağının davalıdan tahsili ile vekil edenine ödenmesini istemiştir.Davalı M.Ü., önceki evliliğinden olan oğlunun velayeti kendisine bırakıldığı için önceki eşin nizalı evi oğullarına aldığını, hissedarı olduğu şirketlerin sermayelerinin bankalardan kredi alabilmek amacıyla fazla gösterildiğini, ancak şirketlerinin zarar ettiğini, iddia edildiği gibi kazanç sağlanmadığını, boşanmanın üzerinden beş yıl geçtikten sonra açılan davalın kişisel husumet nedenli olduğunu açıklayarak davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, nizanlı evin danışıklı şekilde davalının oğlu adına tescil edildiği iddiasının olağan hayat akışına uygun olmadığı, kaldı ki, zamanaşımı definde bulunulduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmişt,r.Taraflar 21. 04. 2001 tarihinde evlenmiş, 13. 09. 2006 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve 13.12.2006 tarihinde kesinleşmesiyle evlilik birliği son bulmuştur. TMK’nın 179. Maddesine göre mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır. Taraflar arasında başka bir mal rejimi seçildiği ileri sürülmediğine göre, evlenme tarihinden 4721 sayılı TMK’nın yürürlüğe girdiği 01. 01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar m TMK'nın 202. Maddesine göre yasal edinilmiş mallara katılma rejimine tabidirler. Eşler arasındaki mal rejimi TMK’nın 225/2. Maddesine göre boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona ermiştir. Dava konusu-davalının önceki eşinden oğlu E.Ü. adına satın alma suretiyle tescil edilen 501 ada 7 parselde 10 numaralı bağımsız bölüm 03. 05. 2004 tarihinde edinilmiş; dava dilekçesinde açıklanan muhtelif şirketlere ilişkin olarak da eşler arasında edinilmiş; dava dilekçesinde açıklanan muhtelif şirketlere ilişkin olarak da eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu döneme ilişkin olarak talepte bulunulmuştur. Bu durumda 01. 01. 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK’nın 178. Maddesinde düzenlenen dava zamanaşımına ilişkin düzenlemenin somut olayda uygulanabileceği açıktır. Ne var ki, maddi hukuka dayanan savunma vasıtalarından olan definin nazara alınabilmesi için davalı tarafından ileri sürülmüş olması gerekir. Kural olarak defiler davalı tarafında aslında borçlu olduğu bir edimi özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına imkan veren bir haktır. Borçlar Kanunun 140. Maddesinde de açıklandığı üzere kişisel bir savunma olup, itirazlardan farklı olarak savunulmadığı takdirde mahkemece resen göz önüne alınamaz ve uygulanamaz. Başka bir anlatımla davalı zamanaşımını ileri sürmezse, hakim dava dosyasından borcun zamanaşımına uğramış olduğunu anlasa bile bunu kendiliğinden gözetemez. Somut olayda davalının cevap dilekçesinde yazılı “davacı tarafıma boşandıktan 5 yıl sonra açmış olduğu bu dava ile şu anda devam eden evliliğimi hazmedemediğini göstermekte, ayrıca bizleri rahatsız ve huzursuz etmektedir. Bu davaya mevcut eşimin adını karıştırması nedeniyle, mutlu devam eden evliliğime zarar vermesi halinde manevi tazminat davası açacağımı..." şeklindeki beyanının zamanaşımı defi olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davalı tarafından açıkça ileri sürülmüş bir zamanaşımı defi mevcut bulunmadığına göre, HUMK’un 75. Maddesi uyarınca hakim iki tarafın iddia ve savunmalarıyla bağlı olup, itiraz niteliği taşımayan zamanaşımı resen nazara alınamaz. Mahkemece davanın esasına ilişkin taraf delillerinin toplanarak değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ve hatalı niteleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.) gerekçesiyle, bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davacı vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, eşler arasında mal rejiminin tasfiyesi istemine ilişkindir.Yerel Mahkemece, zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, davacı vekilinin temyizi Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçesiyle bozulmuş; mahkeme, önceki kararında direnmiştir.Direnme hükmünü, davacı vekili temyiz etmiştir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; davalının cevap dilekçesinde yazılı “...davacı tarafıma, boşandıktan 5 yıl sonra açmış olduğu bu dava ile şu anda devam eden evliliğimi hazmedemediğini göstermekte, ayrıca bizleri rahatsız ve huzursuz etmektedir. Bu davaya mevcut eşimin adını karıştırması nedeniyle, mutlu devam eden evliliğime zarar vermesi halinde manevi tazminat davası açacağımı...” şeklindeki beyanının zamanaşımı def'ş olarak nitelendirilmesinin mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre, davacının iddiasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 178. Maddesi gereğince zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.Uyuşmazlığın çözümlenmesi için “zamanaşımı” kavramı üzerinde durulmalıdır.Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)'nun 125-140. ( 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)'nın 146-161.) maddelerinde düzenlenmiş bulunan zamanaşımı, alacak hakkının, belli bir süre kullanılmaması yüzünden “dava edilebilme” niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir.Borcun zamanaşımına uğramasıyla, borç (alacak) sona ermez, sadece alacaklının dava yoluyla alacağını elde etme olanağı, “alacağın dava edilebilme niteliği” ortadan kalkar. Zamanaşımına uğramış bir borç, ifa edilebilen, fakat dava edilemeyen eksik bir borçtur.Zamanaşımına uğramış borç ifa edilirse, ifa geçerlidir, bir bağışlama veya alacaklı yönünden bir “sebepsiz zenginleşme" söz konusu değildir. Borçlu, borcun zamanaşımına uğradığını bilmediğini, bu nedenle hataen (yanılarak) ödemede bulunduğunu ileri sürerek verdiğini geri isteyemez. ( BK m. 62; TBK mç78/2).Zamanaşımı hukuki açıdan “defi" (kişisel savunma nedeni) niteliğindedir. Borçlu borcunu ifadan kaçınmak istiyorsa, zamanaşımı def'inde bulunmalı, alacağın zamanaşımına uğradığını, dava edilebilme niteliğini kaybettiğini beyan etmelidir. (BK m. 140; TBK'm. 161.) BK m. 140'de açıkça belirtildiği üzere, “zamanaşımı ileri sürülmezse, hakim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz. ”Bir alacağın zamanaşımına uğraması yani alacağın “dava edilebilme" niteliğini kaybetmesi için, “zamanaşımı süresi"nin geçmesi gerekir.BK m. 128'e göre, sözleşmeden doğan alacaklarda “Müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar.Borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile birlikte alacak “muaccel" olur (BK m. 74; TBK m. 90) ve borcun doğumu ile birlikte zamanaşımı işlemeye başlar. " Sözleşmeden doğan borçlarda zamanaşımının işlenmeye başlaması için alacağın muaccel (istenebilir) olması yeterlidir. Alacaklı, alacağının varlığından haberdar olmasa dahi, alacağın muaccel olmasıyla birlikte, zamanaşımı süresi işler.Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Dosyadaki bilgilerden tarafların 21. 04. 2001 tarihinde evlendikleri, uyuşmazlığın katılma alacağına ilişkin bulunduğu, 13. 09. 2006 tarihinde açılan boşanma davasının kabulle sonuçlandığı ve boşanma hükmünün 13. 12. 2006 tarihinde kesinleşmiş bulunduğu anlaşılmaktadır.Eşler arasındaki mal rejimi TMK'nın 225/2. Maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona erer.Davacı vekili, evlilik birliği içinde edinilen her türlü malvarlığında hesaplanacak katılma alacağının davalıdan tahsilini istemiştir.Davalı, cevap dilekçesinde yukarıda aynen alınan beyanı ile davanın reddini istemiştir. Mahkemece davalının bu beyanı, zamanaşımı def'i olarak değerlendirilmek suretiyle zamanaşımı nedeniyle dava reddedilmiştir.Davalı, cevap dilekçesinde zamanaşımı süresinin dolduğundan bahsetmemiş olup, davalının, davacının süre gelen davranışlarına ilişkin beyanının zamanaşımı defi olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Az yukarda belirtildiği üzere, zamanaşımı hukuki açıdan “defi" (kişisel savunma nedeni) niteliğinde olduğundan, davalı ifadan kaçınmak istiyorsa, açıkça zamanaşımı def'inde bulunması ve alacağın zamanaşımına uğradığını beyan etmesi gerekir. BK m. 140 (TBK m. 161) de açıkça belirtildiği üzere, davalının ileri sürmediği zamanaşımı def'ini, hakim kendiliğinden dikkate alamaz.Mahkemece, davalının beyanının zamanaşımı defi niteliğinde bulunmadığı gözetilmek suretiyle, işin esasına girilerek, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.Hal böyle olunca; aynı hususa işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇDavacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma ilamında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25. 09. 2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.