Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 13610 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 12281 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : BODRUM 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 04/12/2009NUMARASI : 2004/622-2009/333Taraflar arasında görülen davada; Davacı, maliki olduğu 2610 parsel sayılı taşınmazlardaki 2, 4 ve 6 nolu bağımsız bölümlerin, dava dışı H.'e verdiği vekalet kötüye kullanılmak suretiyle önce dava dışı M.F.'e ardından da vekil H..'in yeğeni olan davalıya satış suretiyle temlik edildiğini, temliklerden haberdar olmadığını, rızası alınmadığını ve bedel de ödenmediğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir. Davalı, taşınmazı bedelini ödeyerek aldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle devirlerin gerçekleştirildiği ve davalının iyiniyetli olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece tapunun iptali ile dava sırasında ölen davacı S.. S.’in mirasçıları adına tescile karar verilmiştir.Davacı Suat, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup, mirasçılarının Irak uyruklu oldukları dosya kapsamı ile sabittir.Hemen belirtilmelidir ki, 1062 Sayılı Yasa uyarınca yabancı uyruklu kişilerin Türkiye’de taşınmaz edinebilmeleri, yabancının tabi olduğu devlet ile Türkiye Cumhuriyeti arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesinin bulunmasına bağlıdır. 2644 Sayılı Kanun’un 19.07.2003 tarihinde yürürlüğü giren 4916 Sayılı Yasa ile değişik 35/5. maddesi uyarınca, karşılıklılık ilkesi bulunmaması halinde yapancı uyruklu kişilerin mirasının devlete kalacağına dair bir yasa hükmü mevcut olmayıp, gayrimenkullere Hazine tarafından vaziyet edilerek tasfiyesi cihetine gidilmesi öngörülmüştür. Gerek yürürlükten kaldırılan 2675 Sayılı Yasa’nın 22 ve gerekse bu yasayı ilga eden 5718 Sayılı Yasa’nın 20. maddesi hükmü uyarınca mirasçı bırakmadan ölen kişinin mirasının devlete kalacağı açık ise de somut olayda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan davacının mirasçıları mevcut olup, Irak uyrukludurlar.Gerek yasa hükümleri ve gerekse bu konuda yürürlüğe konulan kararnamelerde, yabancı uyruklu kişilerin Türk Vatandaşı olan miras bırakanlarına ait taşınmazlarda miras yoluyla hak sahibi olamayacaklarına dair yasal bir düzenleme mevcut olmadığı gibi 2644 Sayılı Yasanın 35/5 maddesi hükmü aksi düzenlemeye yer vermektedir.Diğer taraftan, TMK’nun tatbik şeklini gösteren 4722 Sayılı Yasa’nın 17. maddesi hükmü gereğince miras bırakanın terekesi ölüm anındaki yasa hükümlerine tabi olacağından davacı asılın ölüm tarihi itibariyle miras bırakanlarının terekesinde hak sahibi olamayacakları yönünde bir hüküm bulunmayıp, mer’i olan yasal düzenlemelerin yabancı uyrukluların temliki tasarrufta bulunamayacaklarına amirdir.O halde kural olarak, davacı S.. S..’in temlik ettiği bağımsız bölümler yönünden, iddianın sübut bulması halinde tasfiye hükümlerine tabi tutulmak koşuluyla tapu iptal ve S.. S.. mirasçıları adına tescile karar verilmesi gerekeceğinde kuşku yoktur. Ne var ki, anılan kural taşınmazı elde eden ilk el yönünden geçerli olup, ikinci ve üçüncü eller yönünden Türk Medeni Kanununun 1023. ve 1024. maddesi hükümlerinin araştırılması gerekeceği de tartışmasızdır. Ancak, davacı S.. S..’in yargılama sırasında öldüğü kayden sabit olduğuna göre, HUMK’nun 73. maddesi hükmü uyarınca tüm mirasçılarının davada yer almaları ve onların huzuru ile davanın tedvir ve intaç edilmesi zorunludur.Öte yandan, somut olayın özelliği ve davanın sonucunun Hazine’nin hak ve hukukunu etkileyebileceği nedeniyle davada Hazinenin de yer alması gerekeceği gözetilerek, Hazinenin de davada yer almasının temin edilmesi gerekeceği izahtan varestedir. Bununla beraber, S..’ın bazı mirasçıları davada vekil aracılığıyla temsil edildiği halde, bir kısım şahıslara ait dosyaya ibraz edilen Genel Vekalet başlıklı belgede adı geçenlerle, S.. S..’in veraset ilamında adı geçen mirasçıların isimlerinin aynı olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, Hazine ile S. S..’in tüm mirasçılarının usulüne uygun olarak davada yer almalarının sağlanması, ondan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, anılan usuli eksiklik giderilmeden işin esası hakkında karar verilmiş olması doğru değildir. Davalının temyiz itirazının kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.