KARARDava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Toplanan delillerden ve tüm dosya içeriğinden 715 ada 1, 714 ada 2, 739 ada 1 ve 736 ada 9 parsel sayılı taşınmazların paylı mülkiyet üzere olduğu ve taşınmazlarda Veli’nin 2/3 oranında payının bulunduğu; 1/3 payın ise haklarındaki dava takipsiz bırakılan diğer davalılara ait olduğu, 1/3 paya yönelik davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, sözü edilen 1/3 pay yönünden bir temyiz itirazının bulunmadığı ve anılan açılmamış sayılma kararının çekişme konusu taşımazlardaki 1/3 pay yönünden kesinleşmiş olduğu, eldeki davanın Veli’ye ait 2/3 paya ilişkin bulunduğu anlaşılmaktadır.Dosya içeriği ve kayıtların tetkikinden; çekişmeli taşınmazlardaki 2/3 pay sahibi Veli’nin, Türk Vatandaşı olduğu, 29.05.1959 tarihinde öldüğü; Feriha isimli kişinin hasımsız olarak açtağı veraset davası sonucunda, Üsküdar Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 28.12.1977 günlü, 1977/2426 esas, 1977/2243 Sayılı kararıyla Veli’nin tek mirasçısının Feriha olduğuna kara verildiği; Feriha’nın da bu veraset ilamına istinaden, Veli’nin çekişme konusu taşınmazlardaki 2/3 payını üzerine intikalini sağladıktan sonra, bu şekilde edindiği tüm payı 19781980 yılları arasında satış yoluyla elden çıkarttığı kayden bir ilgisinin kalmadığı; Feriha’dan satın almak suretiyle edindikleri pay halen adlarına kayıtlı bulunan şahıslar ile birlikte diğer edinenlerden satın almak suretiyle kayıt maliki olan kişilerin eldeki davada davalı olarak yer aldıkları; sonradan dava dışı kişiler tarafından Feriha’dan aleyhine açılan ve Türk Uyruklu Veli’nin Arnavut uyruklu olduğu anlaşılan mirasçılarının ve Hazinenin asli müdahil olduğu verasetin iptali davası sonucunda, Üsküdar 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 06.10.1987 günlü 1978/51 esas 1987/1358 sayılı kararıyla, Arnavut uyruklu Abdurrahman ve Hekuran’ın sadece taşınır mallar yönünden Veli mirasçıları olduklarına, taşınmazlar yönünden ise, iki ülke arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) bulunmadığından 2644 Sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesi hükmü gereğince “taşınmazlara ilişkin sadece Hazinenin mirasçı olabileceği” gerekçesiyle Hazinenin mirasçı olduğunun tespitine ve bu nedenlerle Feriha tek mirasçı olarak kabulüne ilişkin Üsküdar Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 28.12.1977 günlü, 1977/2426 esas, 1977/2243 karar sayılı veraset ilamının iptaline karar verildiği ve yasal yollardan geçmek suretiyle kesinleştiği; bunun üzerine davacı Hazinenin, Üsküdar 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 197/51 esas, 1987/1358 karar sayılı veraset ilamına dayanarak, Veli’nin çekişme konusu taşınmazlardaki 2/3 payın davalılar üzerindeki sicil kaydının iptali ile Hazine adına tescilini isteği; aynı mirasçılık belgesinde Veli’nin Arnavut uyruklu mirasçıları olduğu saptananRıza, Hekuran ile Abdurrahman’ın 19.09.1986 tarihinde ölümü nedeniyle eş ve çocukluları Bukuri, Enver, Nexhmie, Fatbardhc ve Bujar’ın 31.10.2003 tarihinde hasımsız olarak açtıkları veraset davası sonucu Veli’nin Arnavut uyruklu mirasçıları olduklarına dair Eyüp 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 19.10.2004 tarih 2003/1020 esas, 2004/1068 karar sayılı veraset ilamını ibraz ederek, Hazinenin açmış olduğu ekledik davada, mirasbırakanları Veli’ye ait çekişme konusu taşınmazlardaki 2/3 oranındaki payların davalılar üzerindeki tapu kayıtlarının iptaliyle, adlarına tescil talebiyle harç yönünden adli mühazeret kararı da alarak asli müdahale talebinde bulundukları görülmektedir.Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda, asli müdahillerin Arnavut uyruklu oldukları ve miras yoluyla taşınmaz elde etmelerine yasal açıdan olanak bulunmadığı gerekçesiyle davalarının reddine; iptal edilen veraset ilamıyla taşınmazlardaki Veli payının intikalini sağlayan Feriha’nın satış yaptığı ve halen üzerlerinde sicil kaydı bulunan davalılardan Naciye, İbrahi, Salih, Yusuf, Yılmaz, Nuray, Mustafa ve Şükrü mirasçıları emine, İshak, Yusuf ve İrfan’nın birinci el durumunda bulundukları, adlarına sicilin yolsuz oluştuğu bu nedenle edinimlerinin korunamayacağı gerekçesiyle adı geçenlere yönelik Hazinenin davasının kabul edildiği; Feriha’dan edinenlerden satın alanlar ile onlardan sonraki el durumunda olan malikleri iyiniyetli oldukları, TMK’nın 1023 maddesinin koruyuculuğu altında bulundukları, iktisaplarının geçerli olduğu kabul edilerek haklarındaki davanın reddine karar verildiği; kararın, davacı Hazine, asli müdahiller Veli’nin Arnavut uyruklu mirasçıları; hakkındaki dava kabul edilen davalılar Mustafa, İbrahim, Salih, Yusuf, Yılmaz, Nuray ve Şükrü mirasçıları Emine, İshak, Yusuf ve İrfan ile haklarındaki dava reddedilen davalılardan Şükrü tarafından temyiz edildiği görülmektedir.Gerçekten de, çekişme konusu taşınmazlarda 2/3 pay sahibi olan Veli’nin Türk Vatandaşı olduğu ve 29.05.1959 tarihin de öldüğü sabittir.Bilindiği üzere, TMK’nın 575. maddesi (743 sayılı Kanuni Medeninin 517. maddesi) hükmü gereğince, miras, miras bırakının ölümüyle açılır. Aynı yasanın 599. maddesi uyarınca, varsa mirasçıları ölüm anında tereke üzerinde yasal olarak hak sahibi olurlar. Miras burakandan intikal eden taşınmazlar bakımından da TMK’nın 705. maddesi hükmü gereğince tescilden önce mülkiyet hakkına haiz olurlar.Buna rağmen, miras bırakının hiçbir mirasçısı bulunmaz ise, o takdirde TMK’nın 501. maddesi hükmünce (743 Sayılı Kanuni Medeni’nin 448. maddesi) hazinenin son mirasçısı olarak tereke üzerinde hak sahibi olacağı tartışmasızdır.Somut olayda; Hazinesinde müdahale yoluyla taraf olduğu ve derecattan geçerek kesinleşen Üsküdür 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne ait 978/51 esasın sayılı mirasçılık belgesinde, çekişme konusu taşınmazlarda 2/3 pay sahibi olan Veli’nin mirasçısız olmadığı, aksine Arnavut uyruklu eldeki davanın asli müdahilleri Rıza ile Abdurrahman’ın; Abdurrahman’ın ölümüyle eş ve çocukları Bukuri, Enver, Nexhmie, Fatbardhc ve Bujar’ın Veli mirasçıları oldukları açıktır.Öyleyse, hazinenin son mirasçı sıfatıyla çekişme konusu taşınmazlarda mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının varlığından bahsedilemez.Öte yandan, çekişme konusu taşınmazlardaki Veli’den gelen 2/3 pay yönünden Arnavut uyruklu kişilerin kaçak ve yitik kişilerden olmadıkları, bu sebeple ve konudaki mevzuat hükümleri ile beraber 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 18/2. maddesinde öngörülen, kanunlar gereği Devlete kalan taşınmazlardan olduğu kabul edilmeyeceği gibi anılan payın Devlete kalmadığı da sabittir.Bu durumda, davacı Hazinenin çekişme konusu edilen taşınmazların ve bunlardaki söz konusu çekişmeli payların mülkiyetini edineceğinden söz etme olanağı bulunmadığı gibi, gerek 06.01.2005 tarihinde yürürlükten kaldırılan 28.04.1961 gün ve 5/1142 Sayılı Kararname hükmü ve gerekse 2644 Sayılı Tapu Kanunun, 19.07.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4916 Sayılı Yasa ile bazı ilaveler getirilen 35. maddesi hükmü, aralarındaki karşılıklılık ilkesi bulunmayan Devlet vatandaşlarına ait taşınmazların mülkiyetinin Hazineye ait olacağına ilişkin bir hüküm içermemekte , aksine, sicil kaydının muhafaza edilmesiyle birlikte yabancı uyruklu kişilerin temliki tasarrufları önlenmiş ve yabancı uyruklu kişilerin kanuni miras yoluyla edindikleri taşımazlar ve sınırlı ayni haklarının intilak işlemlerinin yapılarak tasfiyeye tabi tutulacağı öngörülmüştür.Esasen, dosya içerisinde bulunan Dış İşleri Bakanlığı Emlak Daire Başkanlığı’na ait 3 Haziran 2005 tarihli, 940-30/2005/KOED/238169 sayılı yazıyla da, Arnavutluk ile Türkiye arasında miras yoluyla taşınmaz edinilebileceğinin bildirildiği görülmektedir. Bu düzenleme karşısında Üsküdar 2. Sulh Huku Mahkemesi’nin 06.10.987 gün ve 1978/51 E, Esas 1987/1358 sayılı veraset ilamına değer izafe edilmemiştir.Bunun yanı sıra, aynı yönde hüküm içeren 5718 Sayılı Yasa ile yürürlükten kaldıran 2675 sayılı yasanın 22. Maddesi ve 5718 Sayılı Yasa’nın da 20. maddesinin 3. fıkrası da aynen “Türkiye’de bulunan mirasçısız terek Devlete kalır" hükmünü içermekte olup, miraçısı bulunan tereke üzerinde Hazinenin mülkiyetten kaynaklanan bir hakkı bulunmadığı kabul edilmiştir.O halde, yukarıda açıklanan tüm bu ilkeler ve yasal düzenlemeler gözetildiğinde, Hazinenin, somut olay bakımından dava hakkının varlığının tasfiye hükümlerinden kaynaklanacağı tartışmasız olup, kendi adına tapu iptal ve tescil istekli Hazinenin davasının bu istek bakımından reddine karar verilmesi gerekeceği tartışmasızdır.Diğer taraftan; çekişmeli taşınmazlardan 736 ada 9 parsel sayıl taşımaz yönünden davanın reddine kara verildiği; iş bu taşınmazda Veli’ye ait 2/3 payın, Feriha’nın satışından sonra paydaş olanlar ile diğer 1/3 payın sahibi olan paydaşların taraf olduğu Üsküdar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2000/43 esasında kayıtlı ortaklığın giderilmesi davası sonucunda, ortaklığın satış yoluyla giderilmesine ilişkin verilen karar üzerine yapılan ihale ile taşınmazda pay satın alan tüm paydaların, taşınmazın tamamını davalı Sedat’a 30.06.2004 tarihinde satış yoluyla temlik ettikleri, davalı Sedat ediniminde kötüniyetli olmadığı, TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğunda bulunduğu isabetle değerlendirilerek, çekişme konusu 736 ada 9 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın tümden reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.Buna göre de, davacı Hazine ile asli müdahillerin (varsa sicillerin tutulmasından kaynaklanan tazminat hakları, bu hususu ayrı bir dava konusu yapabilecekleri nedeniyle) sair temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.Temyiz edenler, davacı Hazinenin ve davaya asli müdahil sıfatıyla katılan Veli’nin Arnavut uyruklu mirasçılarının diğer temyiz itirazları ile davalıların tüm temyiz itirazlarına gelince; hemen belirtilmelidir ki, Veli’nin Türk vatandaşı olduğu, mirasçılarının ise Arnavut uyruklu oldukları sabit olup, bu husus tarafların ve Mahkemenin de kabulündedir.Yukarıda değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler gözetildiğinde, asli müdahil olan Arnavut uyruklu kişilerin Veli’nin mirasçıları olmaları sebebiyle onun terekesi üzerinde miras haklarının bulunduğu ve buna göre şayet taşınmazlar intikal görüp, el değiştirmemiş olsaydı tasfiyeye tabi tutulmak üzere Veli mirasçıları adına intikal ettirilip, tescil edilmeleri gerekirdi.Oysa somut olayda; aksi iptal edilmekle sabit olan Feriha’nın mirasçılığını gösteren veraset ilamı uyarınca, çekişme konusu taşınmazlardaki Veli’ye ait 2/3 payın Feriha üzerine intikali sağlanmış, Feriha da adına intikal ettirdiği payları satış yoluyla üzerinde kayıtlı pay kalmayacak şekilde elden çıkarmış ve halen bazı payların sicillerinin Feriha’dan edinenler üzerinde, bazı payların da sicilleri onlardan edinenlerin üzerinde bulunduğu kayden sabittir.Bilindiği üzere, 27.12.1939 tarih 11/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sicil kayıtlarını üzerine intikal ettiren Feriha ilk el, ondan sonra edinenler ise ikinci ve bundan sonra edinenler ise sonraki el durumundadırlar.4721 Sayılı Türk Medeni Kanun’un 1023. Maddesi gereğince, sicilin aleniyeti ve güvenirliği ilkesi gereği, taşınmazı sicilden edinen iyiniyetli ikinci el ve ondan sonraki ellerin iktisapları korunabilecektir. Oysa, birinci el durumunda olan kişinin iktisabı (Feriha’nın) gerçeği yansıtmayan ve hukuken korunmasına olanak bulunmayan belgeye dayalı olması ve yolsuz tescil niteliği taşıması sebebiyle TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan istifadesine yasal açıdan cevaz yoktur.Ne varki, haklarındaki dava kabul edilen Feriha’dan satın almaları sebebiyle halen sicil kaydı üzerinde bulanan davalılar ikinci el konumunda oldukları halde, Mahkemece, yanılgılı değerlendirmeyle birinci el oldukları kabul edilerek haklarındaki davanın kabulüne karar verilmiş olması isabetsizdir. Esasen, bunlar yönünden de TMK’nın 1023. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde araştırma yapılması gerekirdi. Böyle bir araştırmanın yapması sonucunda, edinmelerinin korunamayacağının anlaşılması halinde ise, anılan kişiler üzerinde bulunan kayıtları Veli’nin, Arnavut uyruklu mirasçıları adına tescil edilmesi gerektiği de kuşkusuzdur.Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunanları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanun’un 2. maddesinin kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanun’un 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.’nın 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fırkasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan yani hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlardan daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.Somut olayda ise; Mahkemece, ikinci ve ondan sonraki eller bakımından çekişme konusu 715 ada 1, 714 ada 2 ve 739 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar yönünden yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde hükme yeterli bir araştırma, inceleme ve soruşturma yapıldığını söyleme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, çekişmeli 715 ada 1, 714 ada 2 ve 739 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar yönünden yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması, tarafların delillerinin eksiksiz toplanması, toplanan ve toplanacak olan delilerin birlikte değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.O halde, hükmü temyiz eden davacı Hazinenin, asli müdahillerin ve davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’un 428. maddesi gereceğince BOZULMASINA<karar>, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraf vekilleri için 825.00.’şer-TL duruşma avukatlık parasının karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, 14.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.