MAHKEMESİ : ŞİŞLİ 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 16/03/2010NUMARASI : 2009/383-2010/102Davacı, 48 parsel sayılı taşınmazını eşine karşı nafaka davası açma hazırlığı içerisinde bulunması nedeniyle ileride tekrar kendisine devredilmek üzere davalı babasına tapuda satış yoluyla devrettiğini, eşinin ölümü nedeniyle nafaka davası açmadığını, talepte bulunduğu halde davalının taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, taşınmazın satış bedelini davacıya ödediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 14.12.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat M.. K.. Z.. geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen asil gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece, kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğine ve toplanan delillere, özellikle, dava dilekçesi içeriğine ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre; davacının, kocası ile arasının açıldığı, kocasının evi terk etmesi sebebiyle üzerinde kayıtlı bir mal varlığının bulunması halinde açacağı nafaka davasının müspet neticelenemeyeceği düşüncesiyle, çekişme konusu taşınmazını tapuda satış yoluyla babası olan davalıya devrettiğini, daha sonra kocasının öldüğünü, taşınmazın devir sebebinin ortadan kalktığını, ne varki, davalı olan babasının taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, iddianın ileri sürülüş biçimi itibariyle, taraflar arasındaki çekişmenin inançlı işlemden kaynaklandığı, bunun ise 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması gerekeceği açıktır. Davacının, dava dilekçesinin deliller kısmında " tanık beyanı, tapu kayıtları, bilirkişi incelemesi ve her türlü delil" denilmek suretiyle davada dayandığı delilleri açıkladığı; yargılamanın devamı sırasında 16.3.2010 tarihli oturumda " delilinin bulunmadığını "beyan ettiği, anılan bu beyanının HUMK'nun 151. maddesi hükmü uyarınca usulen tespit edildiği görülmektedir.O halde, davacının, yazılı delil ibraz etmediği gözetildiğinde, 16.3.2010 tarihli oturumdaki "başkaca delilinin bulunmadığına" ilişkin beyanının, yukarıda sözü edilen 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında öngörülen " yazılı belgesinin" bulunmadığına ilişkin olduğunun kabulü gerekeceği kuşkusuzdur.Öte yandan, dava dilekçesinde, diğer hususlar yanında " ...her türlü delail" denildiğine göre, anılan bu hususun yemin deliline de dayanıldığı şeklinde kabulü gerektiğide tartışmasızdır.Hal böyle olunca, Mahkemece, ispat külfeti kendisinde olan davacıya yemin delili hatırlatılarak, karşı tarafa yemin teklif etme isteğinin bulunup bulunmadığının sorulması, yemin teklif ettiği takdirde diğer tarafın cevabına ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu husus göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.000.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 14.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.