Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 13378 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 12064 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : GELİBOLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 25/02/2009NUMARASI : 2007/214-2009/29Taraflar arasında görülen davada;Davacı, annesinin 138 ada 10 parsel sayılı taşınmazın bakılacağı vaadiyle ve kandırılmak suretiyle, ayrıca yaşı gereği doktor raporu alınmaksızın davalı adına devrinin yapıldığını, satış şeklinde yapılan bu temlikle ilgili olarak bedel ödenmediğini ve mal kaçırmak amacıyla işlemin gerçekleştirildiğini ileri sürüp, tapu iptali ve eski malik olan annesi F. Ç.. adına tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, gerçek alım satım işlemi yapıldığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacının annesinin davalı tarafından kandırıldığı, iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle, "subut bulmayan davanın reddine" karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 138 ada 10 parsel sayılı taşınmazın F. Ç..tarafından 01.08.2006 tarihinde ve satış suretiyle davalıya temlik edildiği ve halen davalı adına kayıtlı bulunduğu anlaşılmaktadır.Davacı, annesi F. Ç..’ın 138 ada 10 parsel sayılı taşınmazını, 90 yaşında ve ehliyetsiz olduğu sırada, kandırılmak suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuş; ehliyetsizlik yanında hile hukuksal nedenine de dayanmıştır.Hemen belirtilmelidir ki, dava tarihinde temliki yapan F. Ç.. yaşıyor ve davacı da bu kişinin yasal temsilcisi değil ise de, yargılama sırasında F..’nin ölümüyle tek mirasçısı olan davacının davayı yürütmesinde yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.Diğer taraftan; davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağını oluşturan tüm olayları (vakıaları) bildirmekle yükümlüdür. (HUMK.Mad.179/1) Aynı Kanunun 74 ve 75. maddelerinin buyurucu nitelikteki hükümlerinde belirtildiği üzere Hakim Medeni Kanunda açıklanan ayrıcalıklar dışında, davanın sınırlarını çizen bu olaylarla bağlı olup, bunlar dışına çıkamaz ve inceleme yapıp karar veremez. Ancak, davada ileri sürülen olaylar belirsiz (müphem) veya çelişkili ise, belirsiz veya çelişkili gördüğü iddia veya sebepler (vakıalar) hakkında açıklama isteyebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, hakim yukarıda değinildiği gibi davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, HUMK.nun 76.maddesi uyarınca ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgulara göre hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyleki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir.Öte yandan, bir davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim Yargıtay İçtihatları bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Somut olayda, öncelikle ehliyetsizlik iddiasının araştırılmasının gerekeceği de kuşkusuzdur. Esasen bu tür bir iddianın kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle de mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekir. Hemen belirtilmelidir ki, ehliyetsizlik iddiası sonuca bağlanmadan diğer hukuksal nedenlerin araştırılması doğru değildir.Oysa mahkemece, ehliyetsizlik konusunda hiçbir araştırma yapılmaksızın hile iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak, F.Ç..’ın temlik tarihinde hukuki ehliyetine haiz olup olmadığının saptanması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde diğer hukuki nedenler üzerinde durularak, toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.12.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.