Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1326 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 2201 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasındaki “katılma alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 4.Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.07.2012 gün ve 2011/233 E.- 2012/648 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 29.01.2013 gün ve 2012/10670 E.-2013/944 K. sayılı ilamı ile;(...Davacı Ş.. A.. tarafından davalılar Serap Uzun (Yılmazsoy) ve Ç.. A.. aleyhine açılan davanın yapılan yargılaması sonucunda dava konusu yapılan taşınmazın aile konutu niteliğinde olmadığı anlaşıldığından davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine, dava konusu yapılan taşınmazda davacının 91.760 TL'lik katılma alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Davacı Şaban ile tarafların miras bırakanı Sezer 27.06.2005 tarihinde evlenmişler, Sezer’in 08.09.2010 tarihinde ölümü ile taraflar arasındaki mal rejimi ölüm tarihi itibariyle sona ermiştir. (TMK’nun 225.m.)Davacı vekili, evlilik birliği içerisinde edinilen taşınır ve taşınmaz mallardan davacının katkı payı alacağının bulunduğunu açıklayarak söz konusu mal varlıklarının rayiç bedellerinin tespiti ile davacının 1/2 oranındaki katılma payı alacağının belirlenmesini, bu alacak karşılığında Akbük Köyü 675 ada 1 parselde 14 numaralı bağımsız bölüm üzerinde TMK’nun 240/3.maddesi gereği mülkiyet hakkının tanınmasını, kalan alacaktan fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 50.000 TL'lik alacağın ölüm tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsilini istemiştir. Yargılama sırasında harcını da tamamladığı 20.06.2012 tarihli ıslah dilekçesi ile katılma alacağını 91.760 TL'ye yükseltmiş, davacının katılma alacağının Didim’deki 14 numaralı taşınmazın değerinden fazla olduğunu açıklayarak evin mülkiyetinin davacıya verilerek tapuda davacı adına tescil edilmesini, Mahkemenin aksi kanaatte olması halinde katılma alacağı olan 91.760 TL'nin dava tarihi 08.03.2011 tarihinden geçerli yasal faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili tarafından davalıların savunma haklarının kısıtlandığı iddiası ile temyiz isteğinde bulunulmuştur.Temyiz dilekçesindeki itirazlar karşısında öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Yetkili Makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere Kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğü'nde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir. Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.Hal böyle olunca, yargılamada yöntemine uygun olarak taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığının belirlenmesine yönelik olarak, tebligata ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde de durulmalıdır: 7201 sayılı Tebligat Kanunu (Teb.K)’nun 10. maddesinde; “Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.” hükmü bulunmaktadır.6099 sayılı Kanunla; bu maddenin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra ile de; “Bilinen son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır” düzenlemesi getirilmiştir.Hemen belirtmelidir ki, tebliğ ile ilgili kanun ve tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın, Usul Yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.Anılan Kanun ve Tüzüğün bu konuda etkili önlemler almış olmasının tek amacı, tebliğin muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır. Şu hale göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce Kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, Kanun ve Tüzük hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur.Taraf teşkili konusuna gelince; Bir davada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi ve iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflarla, taraflar dışındaki tanık ve bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde, ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler sayesinde verilir. Tebligat, yargılamanın makul sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usuli işlemdir (Mehmet Ruşen Gültekin, Adil Yargılanma Hakkının Gerçekleşmesini Sağlayan Araçlardan Milletlerarası Tebligat ve İstinabe, (Doktora Tezi), Ankara 2006, s. 16, 17). Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasa'nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C.Anayasası'nın 36. maddesi ile 1086 sayılı HUMK’nun 73.maddesinde de (6100 sayılı HMK’nun 27. maddesi) açıkça belirtildiği üzere, Mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).Çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. 01.10.2011 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 27.maddesi uyarınca Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez. Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında Mahkemece re’sen nazara alınması gereken bir olgudur ve Mahkemenin, duruşma gününü, kararını, bozma ilamını, duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, usulün amir hükmü gereğidir.Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğü'nde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir (HGK’nun 04.03.2009 gün ve 2009/9-52 E.-2009/105 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K. sayılı ilamları).Hukuki dinlenilme hakkına gelince: Mahkeme iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi Anayasal bir haktır. Anayasa'mızın 36.maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesi hükmüne göre : "(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.(2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira, insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermesi gereklidir.Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (bkz. 6100 sayılı HMK'nun Hükümet Gerekçesi madde 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenmesi, başka kimsenin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar, yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı, doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.Hukukî dinlenilme hakkı yargılamanın süjesi olan herkese aittir. Dava sonunda hukukî durumu etkilenecek olan kişilere, yargılamadaki durumlarına uygun şekilde bu hak tanınacaktır. Tanık ve Bilirkişilerin kendileri ile ilgili bir sonuç doğması halleri dışında, hukukî dinlenilme hakkı bulunmamaktadır. Davada taraflar, çekişmesiz yargı işlerinde ilgililer bu hakka sahip oldukları gibi, fer'i müdahilin de kendi hakkıyla bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkı bulunmaktadır.Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.Hukukî dinlenilme hakkına aykırılık-bir istinaf gerekçesi ve temyizde de bozma sebebidir. Hakkın ihlâlinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlâli çerçevesinde de Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne başvurulabilir.Kanunda da açıkça belirtildiği gibi, hukukî dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (6100 sayılı HMK madde 27/2).Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı” dır. Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat ve davetiye kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usûlüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabî olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.Hukukî dinlenilme hakkının ikinci unsuru “Açıklama ve İspat Hakkı” dır. Buna göre de, hak sahibinin bilgilendiği hususlarda açıklama hakkı tam olmalıdır. Açıklama hakkı kapsamına, yargılamanın temelini oluşturan vakıalar, bunların ispatına ilişkin faaliyet ve hukukî sebepler girmektedir. Bununla birlikte, açıklama hakkı sınırsız bir içini dökme hakkı değildir. Bu konuda hakkın özünü zedelemeyen, yargılamanın sağlıklı işlemesine yönelik sınırlamalar getirilebilir. Ancak, hakkı anlamsız kılacak sınırlamalar kabul edilemez. Bu çerçevede örneğin, makul kabul edilebilecek, iddia ve savunmayı genişletme yasağı ile delil gösterilmesi konusunda getirilen sınırlamalar hukukî dinlenilme hakkına aykırı sayılmaz. Burada, teksif ilkesi ve usul ekonomisi ortaya çıkacak, hukukî dinlenilme hakkı ihlâli sonucunu doğurmayan, teksif ilkesine ve usul ekonomisine uygun olan sınırlamalar kabul edilebilecektir. Açıklama hakkının ne şekilde kullanılacağını ise, kural olarak ilgili yargılama usulü belirler.Açıklama hakkının kullanılması için ilgiliye gerekli ortam hazırlanmasına rağmen, kişi bu hakkı kullanıp kullanmamakta serbesttir, hakkını kullanmayarak haktan feragat edebilir.Hukukî dinlenilme hakkının üçüncü unsuru “Dikkate Alınma Hakkı”dır. Taraf açıklamalarını yargı organları, tam olarak dikkate alıp değerlendirmelidir. Ancak bu şekilde ilgililer gerçek anlamda yargılamayı etkileyen bir yargılama süjesi haline gelmiş olur. Aksi halde bilgilenme ve açıklama hakkı anlamsız kalacaktır. Bu sebeple, dikkate alma ve değerlendirme, yargı organı için mutlak bir yükümlülüktür (Hakan Pekcanıtez- Oğuz Atalay- Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 272- 278).Hakkaniyete uygun bir yargılanmanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise silâhların eşitliği ilkesidir. Silâhların eşitliği ilkesi, yine, AİHM’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silâhların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dahil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Silâhların eşitliği ilkesi, AİHM’nin 6. maddesinin 1. bendinin ilk cümlesinde geçmektedir.Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir (Mehmet Ruşen Gültekin, a.g.e., s. 17 vd.). HGK’nun 23.11.2011 tarih 2011/11-554 E. 2011/684 K. sayılı ilamında da bu hususlar ayrıntıları ile açıklanmaktadır.Diğer yandan HMK’nun 280.maddesinde (HUMK’nun 282.m.) “Bilirkişi, raporunu varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak Mahkemeye verir, verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir” denmektedir. Buradaki amaç tarafların raporu okuyup değerlendirmeleri ve varsa itirazlarını bildirebilmeleridir. Bu durumda, yani taraflara raporun tebliğ edilmesi ve sonrasında taraflarca rapora itiraz edilmemesi halinde rapor itiraz etmeyen bakımından kesinleşir. Artık rapora itiraz etme imkanı ortadan kalkar. Bu husus kesin sürelerle ilgili düzenlemelerin de bir sonucudur. Ancak taraflar yönünden kesinleşme, Mahkemenin eksiklik veya belirsizliklerle ilgili ek rapor almasını engellemez.Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında; Mahkemece dava dilekçesi davalılardan Serap’a 25.03.2011 tarihinde bizzat, diğer davalı Çağatayhan’a ise 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21.maddesi gereği tebliğ edilmiştir. Davacının ıslah dilekçesinin tebliği ise her iki davalıya da önceki adreslerinde 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21.maddesine göre yapılmıştır. Yargılamaya davalılardan Serap hiç katılmamış, davalı Çağatayhan ise 09.03.2012 tarihli keşifte hazır bulunmuş, taşınmaz ve diğer mal varlıklarının edinilmesinde davacının katkısı olmadığını, ayrıca televizyonun annesinin ölümü sonrası kendisi tarafından alındığını ve faturasını sunacağını bildirmiştir. Mahkemece davalı tarafa delillerini sunması için herhangi bir süre ve imkan verilmemiş, dosya arasındaki bilirkişi raporları da davalılara tebliğ edilmemiştir.Davalılara dava ve ıslah dilekçesinin usule uygun şekilde tebliğ edildiği kabul edilebilirse de davacı tarafın delil listesi ile özellikle davalılardan Çağatayhan’ın da hazır bulunduğu keşif sonrası alınan bilirkişi raporu da dahil olmak üzere bilirkişi raporlarının HMK’nun 280.maddesi (HUMK'nun 282.m.) davalılara tebliğ edilmemesi yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ve ortaya konulan tüm ilkelerin ihlali anlamındadır. Taraflar yargılamanın her aşamasında yargılamada başarı olanaklarını zayıflatacak her türlü sunumdan bilgi edinme hakkına sahiptirler. Bu hakkın ihlali de AİHM tarafından AİHS’nin ihlali olarak kabul edilmektedir. O halde davalı tarafa, ülkemizin de tarafı olduğu ve Anayasa'nın 90. maddesi gereği iç hukukun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6., 1982 Anayasası'nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma dolayısıyla hukuki dinlenilme hakkı da gözetilerek özellikle HMK’nun 280.maddesi ile 25, 26, 31 ve 33. maddeleri (HUMK’nun 282, 75, 74 ve 76. maddeleri) gereği davacı tarafın delil listesi ile bilirkişi raporlarının usule uygun şekilde tebliğ edilerek delillerini ve itirazlarını sunması için süre ve imkan verilmesi, bu hususta gerekirse HMK’nun 145. maddesinin de göz önünde tutulması, ondan sonra tüm deliller toplanıp birlikte değerlendirilip, kazanılmış haklar da gözetilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, az yukarıda ayrıntıları açıklanan ilkeler dikkate alınmadan davalı tarafın savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracak şekilde yargılamaya devam edilerek işin esasına ilişkin hüküm kurulması doğru olmamıştır...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDENLER : Davalılar vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, katılma alacağı istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur. Mahkemece; dava ve ıslah dilekçesinin taraflara tebliğ edildiği, hazır bulunan tarafların duruşmada dinlendiği, bilirkişi raporunun ise hazır bulunan tarafa tebliğ edildiği, karşı taraf hazır olup davayı takip etmediği için tebliğ edilemediği, HMK.nun 280. maddesinde belirtilen bilirkişi raporunun tebliğ hususunun davayı takip eden taraflarla ilgili olduğu, davayı takip etmeyen tarafa bilirkişi raporunun tebliğ edilmesinin davacı tarafın isteğine bağlı olduğu, yargılamayı hızlandırmak için yapılan bu düzenlemenin emredici mahiyetinde olmadığı, gıyabında yargılama yapılan taraf için gerekli ve zorunlu bir hüküm olmadığı, davalılardan Çağatayhan'ın 09/03/2012 tarihli keşifte hazır bulunup bir takım delillerinin olduğunu söylemesine rağmen daha sonraki celselerde bunları sunmadığı ve temyiz aşamasında gündeme getirdiği, gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.Direnme hükmünü, temyize davalılar vekili getirmiştir. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, öncelikle incelenmesi gereken ön sorunun, yerel mahkemenin direnmeye ilişkin gerekçeli kararının yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı mı yoksa kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkraları arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususu mu olduğu tartışılmış; yapılan görüşmeler sonunda, öncelikle kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkraları arasında çelişki bulunup bulunmadığına yönelik ön sorunun görüşülmesi gerektiği oyçokluğuyla kabul edilerek kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkraları arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususu öncelikle incelenip değerlendirilmiştir. Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297.maddesinde belirtilmiştir. Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.Aynı Kanun’un 294.maddesinde “Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.” hükmüne yer verilmiştir. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisi yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi bozma kararı karşısında uyulup uyulmama yönünden varılacak sonucun ortaya konulması dolayısıyla direnme ve uymaya yönelik hüküm fıkralarının da aynı unsurları taşıması gerektiği aşikardır. Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297.maddesi bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür. Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlarda ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur. Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.3.2008 gün ve 2008/15-278 E. 2008/254 K., 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında: Mahkemece verilen kısa kararda “davacıların davasının ıslah talebi dikkate alınarak kabulüne” şeklinde hüküm kurulmuş olmasına rağmen, direnmeye ilişkin gerekçeli kararda ise “davacıların davasının ıslah talebi dikkate alınarak kabulüne, … …466.274,18 TL tazminatın dava tarihi olan 14.01.2011 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından alınarak hisselerine göre davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine…” şeklinde hüküm oluşturulmuştur.Yerel Mahkemece, direnmeye ilişkin kısa kararda “…alacağının karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm oluşturulmasına rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli kararda “…alacağının karar tarihinden (16/07/2012) itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm oluşturularak parantez içinde ilk karar tarihi yazılmak suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulmuştur.Aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olduğu gibi, direnme kararının kapsamını belirleyen kısa kararın da yasanın amacı doğrultusunda çelişki ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık ve anlaşılır olması ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasıyla çelişik olmaması gerekir.Bu nedenle Mahkemenin, çelişki içeren ve birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkraları, usul ve yasaya aykırıdır. Yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir. S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda açıklanan usuli gerekçelerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalılar vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.05.2015 gününde oybirliğiyle ile karar verildi. Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar ÖLEN KİŞİNİN TÜKETİCİ KREDİSİ BORCUNDAN SİGORTA ŞİRKETİNİN SORUMLULUĞU-SİGORTALININ HASTALIĞININ BİLDİRMEMESİ Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4 Takipten önce banka hesabına yapılan ödeme - Alacaklının haberdar edilmemesi MAHKEMESİ : Bakırköy 4. İcra Hukuk MahkemesiTARİHİ : 06/05/2014NUMARASI : 2013/970-2014/518Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire'ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Haki Hükmün birden fazla davalı tarafından temyizi halinde her biri tarafından ayrı ayrı temyiz harcı yatırılması gerektiği KARAR1- Nisbi harca tabi davalarda, 10.5.1965 gün ve 1/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince hükmü temyiz eden davalının temyiz başvuru harcı ve ilam harcının 1/4'nü ( nispi temyiz karar harcı) peşin olarak yatırması gerekirMahkemenin 22.06.2015 tarihli kararının Davalılar Şti vekili Yargıtay Yargıtay Karar Arama Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ? Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Kanunu Yargıtay İş Bölümü Yargıtay Haberleri Karar Arama Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Yargıtay Ceza Dairesi Kararları BAM Kararları Danıştay Kararları Anayasa Mahkemesi Kararları Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları Karar Arama Nasıl Yapılır? Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir? Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır? BAM Karar Arama Nasıl Yapılır? Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır? Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?