Taraflar arasındaki “Tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.06.2009 gün ve 2008/95 Esas, 2009/355 Karar sayılı kararın incelenmesi davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 14.06.2010 gün ve 2009/10396 Esas, 2010/6715 Karar sayılı ilamı ile;(…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine.-Davacı 09.08.1985-09.09.1991 tarihleri arasında 1479 Bağ-Kur sigortalısı olduğunun ve hizmetleri birleştirilerek 01.07.2009 tarihinden itibaren 506 sayılı Yasa uyarınca yaşlılık aylığını hak kazandığının tespitini istemiştir.Mahkemece istemin kabulüne karar vermiştir.Davacının 09.08.1985-09.09.1991 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasa'ya tabi Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine ilişkin karar doğrudur. Ancak yaşlılık aylığı yönünden kurulan hüküm doğru görülmemiştir.Dosya içeriğinden, davacının sigortalılığının 14.04.1974 tarihinde başladığı, 14.04.1974 -15.10.1998 tarihleri arasında aralıklı olarak toplam 1091 gün 506 sayılı Yasa'ya tabi sigortalılığının bulunduğu ancak 01.08.1990-11.12.1990 tarihleri arasındaki 116 günlük sigortalılığın 1479 Bağ-Kur sigortalılığı ile çakışması ve önceden başlayan sigortalılığının Bağ-Kur sigortalılığı olup, asıl sigortalılık olması nedeniyle iptali ile 14.04.1974-15.10.1998 tarihleri arasındaki zorunlu 506 sayılı Yasa'ya tabi sigortalılığının 975 gün olduğu, 01.04.2006-15.08.2007 tarihleri arasında da 506 sayılı Yasa'ya tabi isteğe bağlı sigortalı olarak 495 gün prim ödemesinde bulunduğu, 1479 sayılı Yasa'ya tabi Bağ-Kur sigortalılığının 09.08.1985-04.08.1994 tarihleri arasında gerçekleşerek 3235 gününün mevcut olduğu, 05.11.1976-05.07.1978 tarihleri arasındaki 1 yıl 8 aylık askerlik süresinin 7 aylık kısmını borçlanarak 15.08.2007 tarihinde ödediği, 15.08.2007 tarihinde Kanundan 506 sayılı Yasa uyarınca yaşlılık aylığı bağlanması için talepte bulunduğu 08.06.2009 tarihinde de Bağ-Kur prim borcunu yerine getirdiği anlaşılmaktadır. Davacının yukarıda da belirtildiği üzere Bağ-Kur sigortalılık süresi ile çakışan 01.08.1990-11.12.1990 tarihleri arasındaki 116 günlük 506 sayılı Yasa'ya tabi sigortalılık süresinin iptali ile 1974-2007 yılları arasındaki fasılalı zorunlu sigortalılığının 975 gün, isteğe bağlı sigortalılığının da 495 gün olması ile toplam 1470 gün 506 sayılı Yasa'ya tabi sigortalılığının bulunduğu, 09.08.1985-04.08.1994 tarihleri arasındaki 1479 Bağ-Kur sigortalılığının 3235 gün olduğu, 05.11.1976-05.06.1977 tarihleri arasındaki 210 günlük askerlik borçlanması ile toplam 4915 gününün mevcut olduğu, ilk giriş tarihi olan 14.04.1974 tarihinden Bağ-Kur prim borcunun ödendiği dolayısıyla 2829 sayılı Yasa gereğince hizmetlerinin birleştirilmesine hak kazandığı 08.06.2009 tarihine kadar 35 yıl sigortalılığının bulunduğu, 20.03.1956 doğum tarihli davacının 08.06.2009 tarihi itibariyle 53 yaşında olduğu bu duruma göre 506 sayılı Yasa'nın geçici 81. maddesindeki aylık koşullarının oluşmadığı, 23.05.2002 tarihi itibariyle 28 yıl sigortalılığı bulunan davacı hakkında geçici 81. maddenin A bendinin uygulanması ile 506 sayılı Yasa'nın 60/A bendinin (a) ve (b) alt bentlerindeki 55 yaş koşulunun, (c) alt bendinde de 5000 gün koşulunun oluşmadığı, öte yandan 2829 sayılı Hizmetlerinin Birleştirilmesi Hakkındaki Kanun'un 8. Maddesinin de dikkate alınmadığı, maddede; birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan Kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca kendi mevzuatına göre aylık bağlanacağının öngörüldüğü, fiili hizmet süresinin esas alınması gerektiğinden isteğe bağlı sigortalılık süresinin son yedi yıllık fiili hizmet süresinde nazara alınamayacağı, davacının son yedi yıllık hizmet süresi içinde 01.04.2006-15.08.2007 tarihleri arasında 495 günlük 506 sayılı Yasa'ya tabi isteğe bağlı sigortalılık süresinin bulunduğu, bu durumda yukarıda açıklandığı şekilde aylık koşulları oluşmayan davacı hakkında hizmet birleştirilmesi yoluyla, isteğe bağlı sigortalılık süresinin dışlanması ile 506 sayılı Yasa hükümlerince yaşlılık aylığı bağlanmasının da mümkün bulunmadığı ortadadır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde bulundurulmaksızın yaşlılık aylığı istemi hakkında kurulan hüküm usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, yaşlılık aylığına hak kazanıldığının ve aylık bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.Davacı vekili, 09.08.1985- 09.09.1991 tarihleri arasında müvekkilinin 1479 sayılı Kanuna tabi Bağ-Kur sigortalısı olduğunu işaretle diğer Sosyal Güvenlik Kurumlarına tabi hizmetlerinin birleştirilerek 01.07.2009 tarihinden itibaren 506 sayılı Yasa uyarınca yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı Kurum vekili davanın reddini savunmuştur.Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde belirtilen gerekçelerle hüküm bozulmuştur. Yerel Mahkemece, ilk kararda direnilmiş, direnme hükmü davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 2829 sayılı Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun’un 8. maddesinde yer verilen sigortalının son yedi yıllık süresi içinde fazla olan hizmet süresinin hesabında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi isteğe bağlı sigortalılık sürelerinin “fiili hizmet süresi” kavramı içinde değerlendirilmesinin mümkün olup olmadığı, diğer bir ifade ile son yedi yıllık sürenin hesabında “sigortalılık süresi” olarak dikkate alınıp alınamayacağı ile davacının yaşlılık aylığına hak kazanıp kazanmadığı noktalarında toplanmaktadır.Uyuşmazlığın çözümü, davada uygulanacak 2829 Sayılı Yasa'nın 8. maddesinin yorum yoluyla gerçek amacının tespitinde yatmaktadır.Anılan maddede “birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden, ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca kendi mevzuatına göre aylık bağlanır ve ödenir" hükmüne yer verilmiştir.Özel Dairece; uyuşmazlığın çözümüne esas alınan bu madde yorumlanırken söz ve deyimlerin lâfzî anlamına sıkı sıkıya bağlı kalınarak yasa maddesi yorumlanıp sonuca kavuşturulmuştur. Ne var ki, çoğu defa tek başına metinden hareket ederek yorum yoluna başvurmak sağlıklı sonuca kavuşmayı önleyebilir. Yasanın amacı sözle (lafızla) çelişiyorsa, söze değil öze önem verilmek gerekir. Yorumda asıl olan, adalete uygun sonuca kavuşmak olmalıdır.22.02.1997 gün ve 1/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere bir Kanun hükmünün, yasaya konuluş amacına aykırı sonuç doğuracak şekilde yorumlanması hukuk ilkelerine ve yasanın hem sözü ve hem de özü ile uygulanmasını öngören TMK’nun 1. maddesine uygun olmaz.Gerçekten de; somut olayda izlenildiği gibi, Sosyal Güvenlik Kurumları arasında norm ve standart birliği bulunmamaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumları arasında, yalnızca aylıkların seviyesi bakımından değil, koruma kapsamına alınan tehlikeler ve hak kazanma şartları bakımından da farklılıklar olduğu belirgindir.Önemli olan, hangi kurum olursa olsun, aynı külfete katlanan insanların aynı haklara sahip olmasının sağlanması olmalıdır. Esasen; Sosyal Güvenlik Kurumları'nın görevi Sosyal Sigorta Kanunları çerçevesinde kapsama aldıkları kişileri koruma garantisini sağlamaktır. Sigorta hukukunda amaç, yüksek standartta sosyal güvenlik sağlayan bir sistemin oluşturulmasıdır.Yine, sosyal sigortalar külfet-nimet dengesi üzerine kurulan kurumlardır. O nedenle, külfetin (çalışıp primleri ödemek) karşılığının alınmaması sosyal güvenlik sisteminin amacıyla bağdaşmaz ve böyle bir uygulamada kabul edilemez. Buna, aksi bir yorum, sisteme duyulan güveni ortadan kaldırır. En önemlisi, yükümlülüklerini zamanında yerine getirenlerin bir anlamda cezalandırılması olur ki, bu sosyal adalet duygusunu zedeler.Öte yandan bozma kararındaki şekliyle yasa yorumlandığında; primlerini ödeyen sigortalı katlandığı külfetin karşılığını alamayacaktır. Bu durum külfet-nimet dengesini bozacağından, üstün görülemez. Oysa, yasanın aradığı koşulları yerine getiren özellikle istenilen hizmet sürelerini dolduran ve primlerini düzenli bir şekilde ödeyen sigortalının buna uygun hakkını alması da zorunludur.Esasen; 2829 Sayılı Yasanın amacı hiçbir kurumdaki hizmeti aylık bağlanmasına yeterli olmayan sigortalı ve hak sahiplerine aylık bağlanmasını sağlamak ve değişik kurumlardaki hizmetler birleştirilerek ziyan olmasını önlemektir.Kanunun genel gerekçesinde belirtildiği üzere; Bu kanunun çeşitli sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi işlerde çalışanları, bu işlerde geçen sürelerinin ziyan olmadan birleştirilmesi ve bir düzene bağlanması amacı ile sigortalılar lehine getirildiği, bununla birlikte sigortalının daha avantajlı bir kuruma geçerek kötü niyetli bir şekilde buradan daha iyi şartlarla emekli olmaya yönelik işlemlerini ise belirli kurallara bağlama amacının da gözetildiği anlaşılmaktadır.Açıklanan nedenlerle 2829 sayılı Kanunun 8. maddesinin uygulama şeklinin ve kapsamının belirlenmesinde yapılacak yorumun, Kanunun amacına uygun olarak yapılması gerekmektedir.Uyuşmazlığın çözümü yönünden isteğe bağlı sigortalılığın amacının da açıklığa kavuşturulmasında zorunluluk bulunmaktadır.Sosyal güvenlik sistemimizde isteğe bağlı sigortaya olanak tanınmasının amacı, sigortalıları, çalışma hayatında sıkça rastlanan, sürekli ve düzenli iş bulma güçlüğü karşısında, uzun süreli sigorta kolları (yaşlılık, malullük ve ölüm) bakımından sosyal güvenlik haklarından yoksun bırakmamaktır.Nitelikleri gereği, başlama ve sona ermeleri yönünden her iki tür sigortalık arasında farklılıklar bulunmaktadır. Zorunlu sigortalılar, işe alınmakla kendiliğinden sigortalı niteliğini kazandıkları halde, isteğe bağlı sigortalılar, Kuruma başvurmadan sigortalılık niteliğini kazanamazlar. İsteğe bağlı sigortalı olabilmenin ilk koşulu bu yazılı başvurudur.506 sayılı Kanunun 85. maddesinde düzenlenen isteğe bağlı sigortalılığın diğer bir koşulu ise her yıl için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödeme şartıdır. Zorunlu sigortalardan farklı olarak primi ödenmeyen isteğe bağlı sigortalılık süresine değer verilmesi mümkün değildir.2829 sayılı Kanunda hizmet süresi kavramına anılan Kanun’un 1 ve 4. maddelerinde yer verilmiş olup, 2829 sayılı Kanun’un Tanımlar başlıklı 3. maddesinin (b) bendinde hizmet süresinin, “Kurumlara emeklilik keseneği veya malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödenmiş süreleri” ifade edeceği belirtilmiştir. Bu durumda 8. maddede sözü edilen fiili hizmet süresinin, Kurumlara emeklilik keseneği veya malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödenmiş süreler ile belirlenmesi Kanunun amir hükmü gereğidir.İsteğe bağlı sigortalılığın geçerliliği için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödeme zorunluluğu karşısında, anılan primlerin ödendiği sürelerin, diğer bir ifade ile primi ödenmiş isteğe bağlı sigortalılık sürelerinin 2829 sayılı Kanunun 3. maddesindeki tanım karşısında yine 2829 sayılı Kanunun “hizmet süresi” kavramı içinde yer aldığı, bunun sonucu olarak 2829 sayılı Kanuna tabi hizmet süresi hesabında dikkate alınması gerektiği açıktır.Kanunda “fiili” süreden bahsedilmesi ise, son yedi yılın tespitinde takvim yılının değil geriye doğru son yedi yıllık fiili prim ödeme gün sayısının dikkate alınması gerektiğini vurgulama amacını taşımaktadır.Öte yandan, 2829 sayılı Kanun’un 7. maddesinde; “4. maddede belirtilen hizmet süreleri toplamına; itibari hizmet süreleri ile primi ödememiş süreler katılmaz” düzenlemesi ile hangi hizmet sürelerinin hizmet süreleri toplamına katılamayacağı açık şekilde ve kesin olarak sayılmıştır. İsteğe bağlı sigortalılık sürelerinin, 2829 sayılı Kanun kapsamında sayılmayan sürelerin belirtildiği 7. maddedeki istisnalar içinde sayılmaması nedeniyle de son yedi yıllık fiili hizmet sürelerinin toplamına katılacağı ve dolayısıyla son yedi yılın hesabında da dikkate alınması gerektiği açıktır.Sonuç olarak, isteğe bağlı olarak primi ödenmiş süreleri, 2829 sayılı Kanun’un 3. maddesi kapsamında, hizmet süresi olarak kabul etmeye engel bir yasa hükmü bulunmamaktadır.Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, bir hizmetin, hizmet birleştirilmesinde dikkate alınmasına karşın son yedi yılın hesabında dikkate alınmaması da mümkün değildir. Öte yandan sosyal güvenlik mevzuatımızda isteğe bağlı sigortalılığa olanak tanınmasının amacı, sigortalıları, çalışma hayatında sıkça rastlanan, sürekli ve düzenli iş bulma güçlüğü karşısında, uzun süreli sigorta kolları bakımından sosyal güvenlik haklarından yoksun bırakmayarak, sosyal güvenlik hakkının belirli sigorta kolları bakımından aktif olarak sürdürülebilmesini sağlamaktır.Sosyal sigortaların belirgin özelliği, zorunlu oluşu ve sigortalı olma hak ve yükümlülüğünden vazgeçilememesidir. Sigortalılığın zorunlu oluşuna 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun getirdiği istisnalardan birisi “isteğe bağlı” sigortalılıktır. Fiili hizmet süresinin karşıtı, asla isteğe bağlı sigortalılık süresi değildir. İsteğe bağlı sigortalılık süresi, zorunlu sigortalılığın karşıtıdır.Sosyal güvenlik sistemimize göre, hizmet süreleri ayrımında fiili hizmet süresinin karşılığı, fiili olmayan süre, ancak ”itibari” hizmet süresi olarak anlaşılır. Buna göre isteğe bağlı sigortalılık süreleri, tescil ile başlamaları ve her ay primleri ödenerek fiili olarak gerçekleşen bir süreci ifade etmeleri nedeniyle itibari değil fiili bir hizmet süresidir.Ayrıca, fiili hizmeti eylemli olarak bedensel güç kullanılarak yapılan bir çalışma olarak algılamak, sosyal güvenlik hukuku ilkelerini dışlayarak “fiili” kelimesinin sadece sözlük karşılığını yoruma esas almak olur ki bu değerlendirme hukuki bir değerlendirme olmadığı gibi sigortalıları Kanunların tanıdığı haklardan yoksun bırakmak sonucunu doğuran bir yorum tarzını benimsemek sosyal güvenlik hukuku ilkeleriyle de bağdaşmayacaktır.Bu doğrultuda sosyal güvenlik mevzuatımızdaki diğer bir uygulama ev kadınlarına ilişkin olup, yurtdışında bulunan ev kadınları da fiilen çalışmadıkları halde 3201 sayılı Kanun’a göre borçlanarak diğer hizmetleri ile birlikte yaşlılık aylığına hak kazanmaktadırlar.Hukuk Genel Kurulu’nun 15.06.1988 gün ve 1988/10-270E., 1988/472 K. sayılı kararında da aynı ilkeler uygulanmak suretiyle; T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olarak geçen fiili hizmet zammının (gerçekte fiili bir hizmet süresi olmadığı halde) 5434 sayılı Kanunun 33. maddesi uyarınca fiili hizmet süresinden sayılması ve yine aynı Kanunun 35 ve devamı maddelerinde düzenlenen itibari hizmet kavramına dahil olmaması ile primi ödenen süre olması nedeniyle 2829 sayılı Kanun’a göre hizmet birleştirilmesinde dikkate alınacağı kabul edilmiştir.Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında; Yerel Mahkemenin, isteğe bağlı sigortalılık sürelerinin, son yedi yıllık fiili hizmet sürelerinin tespitinde esas alınacağına ilişkin direnme gerekçesinde isabetsizlik bulunmamaktadır.Ne var ki, Yerel Mahkemenin davacının yaşlılık aylığına hak kazandığına ilişkin kabulü ve direnme kararının bu hususa yönelik kısmının incelenmesinde, 20.03.1956 doğumlu davacının, 506 sayılı Kanun'un gerek 60. gerekse Geçici 81. maddelerinde düzenlenen yaşlılık aylığı bağlanmasına ilişkin şartlardan, yaş şartını tamamlamadığı, dolayısıyla bu şartı yerine getirmediğinden gerek 15.08.2007 tahsis talep tarihi ve gerekse 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılığından kaynaklanan prim borcunu ödediği 08.06.2009 tarihi itibariyle yaşlılık aylığına hak kazanmadığı belirgindir.O halde mahkemece, davacının yaşlılık aylığına hak kazanmadığının kabulü ile bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yaşlılık aylığına hak kazanıldığının tespiti yönünde direnme hükmü oluşturulması usul ve yasaya aykırıdır. Yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle direnme kararının bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 07.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.