MAHKEMESİ : FETHİYE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 24/06/2009NUMARASI : 2007/388-2009/331Taraflar arasında görülen davada;Davacı, paydaşı olduğu 1300 parsel sayılı taşınmazın tamamının paydaşlardan Ö.O.'ın eşi ve oğlu olan davalılar tarafından fidan dikilerek tarımsal amaçlı kullanıldığını ileri sürerek elatmanın önlenmesi isteğinde bulunmuştur.Davalı Nuri, taşınmazı annesi Ö. O. adına kullanıldığını, intifadan men olgusunun gerçekleşmediğini bildirip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, çekişmeli taşınmazda paydaşlar arası fiili kullanma biçiminin belirlenmediği, diğer paydaşların kullanımına engel bir durum bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre, çekişmeli 1300 parsel sayılı taşınmazda davacı ve davalıların miras bırakanı Ö..O.’ın paydaş oldukları, taşınmazda fiili kullanım biçiminin oluşmadığı, her paydaşın kullandığı yer de bulunmadığı, davacının çekişmeli taşınmazı davalıların kullandığını kendisinin yararlanamadığını ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, Paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamayan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki elatmanın önlenilmesini her zaman isteyebilir. Hatta elbirliği mülkiyetinde dahi paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine elatmanın önlenilmesi davası açabilir. Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı elatmanın önlenilmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu elatmanın önlenilmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya şuyuun satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir. Öte yandan, yurdumuzda sosyal ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve işyeri ihtiyacı nedeniyle hızlı yapılaşma karşısında görevli mercilerin aciz kalmaları veya çeşitli nedenlerle göz yummaları sonucu, izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir. Bilindiği üzere M.K.nun 706, B.K.nun 2l3, T.K.nun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Ne var ki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş yada fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak ( fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmi taksime veya şuyuun satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, " ahte vefa" kuralının yanında M.K.nun 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi halde, pek çok kimse zarar görecek toplum düzeni ve barışı bozulacaktır. O halde, paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planın olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, M.K.nun müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir. Somut olaya gelince, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda olaya bakıldığında davalıların çekişmeli taşınmazı Ö.O.’a teb’an kullanırken Ö.’in ölmesi üzerine taşınmazda paydaş durumuna geldikleri, davanın açıldığı tarih itibariyle de taşınmazın tamamının davalıların kullanımında bulunduğu keşfen yapılan incelemeden anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı yönünden intifadan men koşulu gerçekleşmiştir.Hal böyle olunca; davacının payı oranında davanın kabulü yönünde karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.