Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 130 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 858 - Esas Yıl 2011





KIYI KENAR ÇİZGİSİNDE KALAN TAŞINMAZANAYASA İPTAL KARARLARININ UYGULANMASIUSULİ KAZANILMIŞ HAKLARIN İSTİSNASITAPU İPTALİ VE SİCİLİN KÜTÜKTEN TERKİNİHUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 76HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 33KADASTRO KANUNU (3402) Madde 12KADASTRO KANUNU (3402) Madde 16KADASTRO KANUNU (3402) Geçici Madde 101982 ANAYASASI (2709) Madde 431982 ANAYASASI (2709) Madde 153"İçtihat Metni"Taraflar arasındaki “tapu iptal-terkin ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Samandağ Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabul-kısmen reddine dair verilen 30.05.2006 gün ve 2005/214 E., 2006/244 K. sayılı kararın incelenmesi davacı hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 18.06.2009 gün ve 2009/6020-7153 sayılı ilamı ile;(....."Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre, kısmen kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptal ve sicilin kütükten terkini isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş hüküm yalnız Hazine tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; çekişme konusu taşınmazın kadastro tespitinin 01.07.1939 tarihinde kesinleştiği ve davanın 20.05.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.Her ne kadar, nizalı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalan bölümü devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasa’nın 43, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de; 25.02.2009 tarihinde kabul edilip, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasa’nın 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen “bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" ve 3.maddesi ile eklenen geçici 10.maddesinin “bu kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır." Şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 09.05.1989 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasa’nın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir. Temyiz etmemenin 5841 Sayılı Yasa’nın, yeni getirdiği yasal olanaktan yararlanmaya engel olamayacağı; yeni Yasa’nın usulü kazanılmış hakkın istisnasını teşkil edeceği; eldeki kesin hükme bağlanmamış olduğu gözetildiğinde kararın davalılar tarafından temyiz edilmemiş olması sonuca etkili görülmemiştir.Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmesi için karar bozulmalıdır)Gerekçesiyle hüküm açıklanan nedenlere oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN:Davacı Hazine vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir.Eldeki dava 20.05.2005 tarihinde Hazine tarafından açılmıştır. Konusunu, 01.07.1939 tarihinde kesinleşen kadastro tespitine dayalı olarak davalılar adına kayıtlı bulunan 10 ada 42 parsel sayılı taşınmazın, kıyı kenar çizgisi kapsamında kalması oluşturmaktadır.Yerel Mahkemece; davanın kısmen kabul-kısmen reddine karar verilmiştir.Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan nedenlerle ve sonradan getirilen yasal düzenleme gözetilerek davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerektiğine işaretle, karar bozulmuştur.Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı hazine vekili getirmiştir.Hemen belirtmelidir ki, mahkemenin esasa ilişkin 30.05.2006 tarihli ilk kararı, 5841 Sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden önce verilmiş olup; 18.06.2009 tarihli bozma ve 05.02.2010 tarihli direnme kararları ise tümüyle bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu'n 2.maddesi ile 3402 Sayılı Kanun'un 12.maddesinin 3.fıkrasına:“Bu Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” Hükmüne yer verilmiştir.Özel Dairece bu düzenlemeler dayanak alınarak; sonuçta kadastro tespitinden dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini kabulle sonuca varılıp; mahkemece de bu saptamaya karşı direnilmiştir.Ne var ki, bozma ve direnme kararlarının verilmesinden sonra, direnme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E., 2011/77 K., Sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2.madde-siyle 21.06.1987 günlü 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 Sayılı Yasaya eklenen Geçici 10.maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarih ve 28003 Sayılı Resmi Gaze-te'de yayımlanmıştır.Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşmede, Özel Daire'ce bozmaya gerekçe yapılan 5841 Sayılı Yasa ile değişik 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3.maddesinde düzenlenen “....iddia ve taşınmazın niteliğine.... Bakılmaksızın” hükmünün iptaline ilişkin bu Anayasa Mahkemesi kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı, öncelikle tartışılmıştır.Bu durumda üzerinde durulması gereken ilk husus; yerel mahkeme kararının bir bölümüne yönelik temyiz istemlerinin Yargıtay Özel Daire-si'nce reddedilmiş olmasıyla (onanmasıyla) bozma kapsam dışında bırakılan hususların, dayanağını teşkil eden hükmün Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararına konu olması üzerine, derdest olan davada yeniden esastan inceleme konusu yapılıp yapılamayacağı meselesidir.Anayasa'nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta; ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Yayınlanmakla yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının; yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.Diğer taraftan, mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu HUMK'un 76.maddesinde “Hakim re'sen Türk kanunları mucibince hüküm verir..;” 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nın 33.maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükümleri ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.Her ne kadar Özel Dairece 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle Yerel Mahkemenin esasa ilişkin ilk hükmünün bozulmasına karar verilmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince - yukarıda değinildiği üzere - iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemez.Bu noktada, usuli kazanılmış hakka ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır:Yargıtayca bir kararın bozulması ve mahkemece bu bozma kararına uyulması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, usuli kazanılmış hak olup; bu hüküm davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür.Bir konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması halinde, bu durum taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir.Ne var ki, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın, Yargıtay'ın bozma kararının kapsamı dışında kalması (kısmi onama) ile kesinleşmesi nedeniyle doğan usulü kazanılmış hakkı, maddi anlamda kesin hüküm ile karıştırmamak gerekir. Maddi anlamda kesin hükümde, mahkeme (ve Yargıtay) davadan elini tamamen çekmiş (dava bitmiş, kesin biçimde sonuçlanmış) durumdadır. Oysa, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmesi halinde, mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir ve mahkeme hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam etmektedir. Bu davada hakkındaki karar kesinleşmiş olan taleple ilgili olarak (maddi anlamda kesin hüküm nedeniyle değil) usulü kazanılmış hak nedeniyle inceleme yapılamamaktadır. Ancak usulü kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı halinde, hakkındaki karar bozmanın kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmiş olan talep yönünden de mahkemece inceleme yapılabilir ve yeni bir karar verilebilir (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı, cilt 5, s: 4770)Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da “..Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesi'nin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir..” Şeklinde ifade edilmiştir.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunludur ve mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.O halde, yerel mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak karar verilmek üzeri ve - diğer hususlar bu aşamada incelen-meksizin- salt bu değişik neden ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.SONUÇYukarıda açıklanan gerekçelerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının, mahkemece oluşan yeni yasal durum nazara alınarak karar verilebilmesi için, yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanun'un 30.maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi gereğinceBOZULMASINA,bozma kapsamına göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 07.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.