MAHKEMESİ : TAVAS ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 30/06/2010NUMARASI : 2007/200-2010/254Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu 2 parsel sayılı taşınmazını, davalı Ö.'e verdiği vekalete istinaden, 19.02.2007 tarihinde diğer davalıya satış gibi göstererek değerinin çok altında temlik ettiğini, kendisine yalnızca 3.500.-TL ödeme yaptığını, davalı Ö.'in vekalet görevini kötüye kullandığı gibi, davalılar arasındaki satış işleminin de muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptali tescil, olmazsa 26.500.-TL'nin satış tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir. Davalı Ö. H.., verilen vekalete istinaden taşınmazı 8.500.-TL'ye diğer davalıya sattığını, satış bedelini davacıya ödediğini, kaldı ki davacının eşinin de kendisine borçlarının bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Davalı İ.. Ş., taşınmazı diğer davalıdan 8.500.-TL'ye satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalı İsmail yönünden davanın reddine, davalı Ö. yönünden tapu iptal tescil isteminin reddine, tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel talebine ilişkindir.Mahkemece, tapu iptali ve tescil talebinin reddine, 5.000.-TL'nin davalı Ö. Herken'den tahsiline karar verilmiştir.Ne var ki; mahkemece yazılan kararda, dosyaya toplanan belgeler ve delillerin açıklanması ötesinde kararın gerekçe içerdiğini söyleyebilme olanağı yoktur.Anayasanın 141. maddesi hükmü gereği bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve H.U.M.K.’nun 376. maddesine göre son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, aynı yasanın 388. maddesi uyarınca kararını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 489. madde de öngörülen biçimde tevhim etmesi asıldır.Hükmün sonuç bölümünde de istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve hakların birer birer açıkça şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde yazılması zorunludur.Mahkemece, kurulan hükmün Anayasa ve Usul Yasasının değinilen hükümlerine uygun olmadığı anlaşılmaktadır.Öte yandan, bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona, dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise, yani; vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde bakıldığında; davalı Ö.ve İsmail'in arkadaş oldukları, her ne kadar davalılar satışın 8.500.-TL'ye yapıldığını savunmuş iseler de, bilirkişinin gerçek değeri 30.000.-TL olarak belirlediği, dava dışı Mehmet'in borcundan dolayı 50.000.-TL'lik ipotek konulması hususunun dahi, taşınmazın daha değerli olduğu kanaati uyandırdığı, her ne kadar davacı satış bedeli olarak 3.500.-TL'yi kabul etmiş ise de, kalan bedelinde ödeneceği düşüncesi ile bu bedeli almasının akde geçerlilik sağlamayacağı, davalıların el ve işbirliği içerisinde hareket ettikleri sonucuna varılmaktadır. Bu durumda isteklerden ilki olan tapu iptali ve tescil talebinin kabul edilmesi gerekirken gerekçe gösterilmeksizin reddine karar verilmesi doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,alınan peşin hacrın temyiz edene geri verilmesine,02.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.