Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 12674 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 11187 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : VAKFIKEBİR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 07/05/2009NUMARASI : 2009/52-2009/122Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalının malik olduğu 302 ada 3 parsel sayılı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içerisinde kaldığını, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup, özel mülke konu olamayacağını ileri sürerek tapunun iptal ve terkinini istemiştir.Davalı, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın kesin hüküm nedeniyle reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece " dosya içeriğinden, toplanan delillerden, dava konusu 3 parsel sayılı taşınmazın davalının bayii tarafından açılan hazine ve Belediyenin taraf olduğu tescil krokisi kapsamında kalan bölüm yönünden davanın reddedilmiş olmasının doğru olduğu,ancak tescil krokisi kapsamı dışındaki yerler yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı ve kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gözetilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, davanın tümden reddedilmiş olmasının isabetsiz olduğu"gerekçesiyle bozulmuş, bozma ilamına uyularak bu kez 5841 Sayılı Yasa ile değişik 3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddesi gereğince hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptal ve taşınmazın sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkindir.Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden çekişme konusu 3 parsel sayılı taşınmazın (eski 777 parsel) kadastro tespitinin 13.4.1984 tarihinde kesinleştiği, davanın ise 29.6.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 12. maddesinin üçüncü fıkrasına “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” cümlesi ve aynı Yasa’nın 3. maddesi ile de 3402 Sayılı Yasa’ya “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindeki geçici 10. madde eklenmiştir. Somut olayda, kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçtiği açıktır. Bilindiği üzere; 3402 Sayılı Yasanın 12/3. Maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup kamu düzeni ile ilgilidir ve mahkemece davanın her aşamasında res'en gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır. Özellikle bu hususlar gözetilerek davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre davacı hazine vekilinin diğer temyiz itirazı yerinde değildir, reddine,Ancak hemen belirtilmelidir ki, bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre davasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya dayeni bir İnançları Birleştirme Kararı gereğince davayı kaybederse, davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerinden sorumlu tutulamaz.Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır.(Baki Kuru, Hukuk Usulü Muhakemeleri 5. cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21/12/1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12/09/1977, 5445/5655 dipnot 161: 10.HD 24/02/1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı hazine temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa değinmiştir.Hal böyle olunca somut olayda mahkemece yapılan keşif sonucu çekişmeli bölümün kıyı içinde bulunduğu ve dava tarihinde davacı hazinenin haklı olduğu anlaşıldığına ve yargılama sırasında yürürlüğe giren 5841 sayılı yasa gereğince dava reddedildiğine göre davalının tüm yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekirken aksine yazılı düşüncelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Öyleyse temyiz eden davalının tüm temyiz itirazları yerinde değildir. Davacı hazinenin yukarıda değinilen yargılama giderleri ve avukatlık ücreti açısından temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlere hasren HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07.12.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.