9. Ceza Dairesi 2013/9110 E. , 2013/12351 K. BALYOZ DAVASI-HÜKÜMETE KARŞI SUÇTÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU TERÖR SUÇLARITÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU TERÖR SUÇUSUÇ İÇİN ANLAŞMASUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRMEBAĞLILIK KURALI SUÇA TEŞEBBÜSCEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 8CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 11CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 206TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 40TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 61TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 281TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 312TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 313TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 316TERÖRLE MÜCADELE KANUNU (3713) Madde 3TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 40TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 59TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 61TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 147Hükmedilen
cezanın süresine göre şartları bulunmadığından, sanık H.. B..
müdafiinin duruşmalı inceleme isteğinin 1412 sayılı CMUK'nın 318.
maddesi uyarınca REDDİNE,Usulüne uygun tebligata rağmen sanıklar A..
K.., M.. C.., K.. D.. ve D.. K.. müdafileri duruşmaya gelmedikleri gibi
bir mazeret de bildirmediklerinden, sanık H.. B.. müdafiinin ise
duruşmalı inceleme istemi reddedildiğinden, bu sanıklar ile haklarında
beraat kararı verilen sanıklar yönünden duruşmasız, diğer tüm sanıklar
hakkında ise duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucunda gereği
düşünüldü: Sanık B.. K..'ın adının gerekçeli karar başlığında
"Barboros", sanık M.. F..'ın soyadının hüküm fıkrasında "Fariz", sanık
B.. A..'in adının hüküm fıkrasında "Behçet", sanık A.. E..'ın adının
hüküm fıkrasında "Abdulkadir", sanık M.. İ..’ın adının "Mehmet Fatih"
olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hataları; gerekçeli
karar başlığına sanık H.. B..'ün mahkum olduğu "suç delillerini gizleme"
suçunun yazılmaması ise mahallinde tamamlanabilir eksiklik kabul
edilmiştir. A- USUL VE UYGULAMAYA İLİŞKİN OLARAK1-Görev ve Yetki;Sanıklara
yüklenen suçun askeri yargının görev alanına girdiği, dolayısıyla
görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ve sonradan kuvvet komutanı olan
sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın yüklenen suç sebebiyle Yüce Divan
sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları zorunlu olduğundan,
haklarındaki davanın tefrik edilerek Anayasa Mahkemesine gönderilmesi
gerektiğine ilişkin olarak;Anayasamızın “Askeri Yargı” başlıklı 145.
maddesi, Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki 353
sayılı Kanunun “Genel görev” ve “Askeri Mahkemelerde Yargılamayı
Gerektiren İlginin Kesilmesi” başlıklı 9 ve 17. maddeleri, 5271 sayılı
CMK'nın 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile kaldırılan 250. maddesi,
6352 sayılı Kanunun 75. maddesi ile değişik 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunun 10. maddesi hükümleri içeriği ile anılan hükümlerin yorumuna
ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.07.2011 tarih, 2011/3-116 esas,
2011/157 kararı da nazara alındığında, Yine Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 23.03.2004 tarih ve 50-72, 17.02.2004 tarih ve 10-40 ile ilk
derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 02.03.2012 tarih ve 2011/1-2012/1
sayılı kararlarında da tartışılıp belirlendiği gibi; görevle ilgili
suçun yasal görevden doğan, görevle bağlantılı ve bu görevle illiyet
bağı içerisinde olması gerekmekte olup, asker olan tüm sanıklar ile
sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın Balyoz Güvenlik Harekat Planının
icrasına yönelik Suga ve Oraj Harekat Planlarını hazırladıkları ve bu
planların icrası kapsamında görev alarak bu görevlerin icaplarını yerine
getirdikleri iddiasının, yasal görevlerinden doğmadığı gibi görevleri
ile bir ilgisinin de bulunmadığı anlaşıldığından, mahkemenin davaya
bakmasında isabetsizlik görülmemiştir.Birinci sınıf askeri hâkimlerin yüklenen suç sebebiyle Yargıtay’da yargılanmaları gerektiğine ilişkin itirazlara gelince;Anayasamızın
145. maddesinde; “Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin
mahkemeleri tarafından yürütülür. …..Devletin güvenliğine, anayasal
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde
adliye mahkemelerinde görülür.” şeklinde bir düzenleme yer almış ve
yine maddenin son fıkrasında “Askerî yargı organlarının kuruluşu,
işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini
yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla
düzenlenir” hükmü getirilmiştir.Anayasamızın bu düzenlemesi
paralelinde askeri hâkimlerin özlük işleri, teminatları ve diğer
konular ise 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda düzenlenmiştir. Askeri
Hâkimler Kanununun 22.05.2012 tarihinde 6318 sayılı Kanunun 38. maddesi
ile değiştirilen 28. maddesi “Askeri hâkimlerin genel yargıya tabi şahsi
suçları hakkında genel hükümler uygulanır” şeklindedir. Öte yandan
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 2. maddesinde “Bu Kanun,
adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı hakim ve
savcıları hakkında uygulanır” denilmiş, 90. maddesinde ise haklarında
son soruşturma açılmasına karar verilen hakim ve Cumhuriyet
savcılarından birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri
heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, Yargıtayın
görevli ceza dairesinde yargılanacağı belirtilmiştir.2802 sayılı
Kanunun Ek Geçici 2. maddesinde, kendi kanunlarında gerekli değişiklik
yapılıncaya kadar, aylık, ek gösterge, ödenek, mali, sosyal ve diğer
özlük hakları bakımından; 29.06.2006 tarihinde 5536 sayılı Kanunun 6.
maddesi ile değiştirilen “c” bendinde birinci sınıfa geçirilmiş ve
askerî yüksek yargı organı üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş olan
askerî hâkim ve savcıların; birinci sınıfa ayrılmış ve
Yargıtay-Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş diğer hâkim
ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi olacakları düzenlenmiştir.Yukarıda
belirtilen Kanun hükümleri uyarınca, 2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2.
maddesinin birinci sınıf askeri hâkim olan sanıklar yönünden sadece
mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından uygulanacağı, birinci
sınıfa ayrılmış olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının görevlerinden
doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayın
görevli ceza dairesinde yapılacak yargılamanın 2802 sayılı Kanunun 2.
maddesi gereğince sadece adli yargı hâkim ve Cumhuriyet
savcıları ile idari yargı hâkim ve savcıları hakkında söz konusu
olacağı, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda, birinci sınıfa ayrılmış
olan askeri hâkimlerin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında
işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayda yargılanmaları gerektiği
hususunda bir düzenleme yer almadığı gibi aksine, Askeri Hakimler
Kanununun 6318 sayılı Kanun ile değiştirilen 28. maddesinde “Askeri
hakimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler
uygulanır. Ancak soruşturma o yer ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcısınca ve kovuşturma o yer ağır ceza mahkemesince yapılır”
şeklindeki düzenleme karşısında, birinci sınıf askeri hâkim olan
sanıkların bu itirazlarının da yerinde olmadığı, Suç tarihinde
sanıklara yüklenen suçlara bakmakla görevli olan Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin hukuki dayanağını oluşturan Anayasanın 143.maddesi ve
2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun suç tarihinden sonra yürürlükten kaldırılmış ve 5190
sayılı Kanunla 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 394/a.
maddesi eklenmiş, daha sonra da 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 2. ve 01.06.2005 tarihinde
yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 250. maddeleri ile bu suçlara ağır
ceza mahkemelerinin bakacağı belirlenmiş olup; anılan kanunların amaç,
kapsam ve gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde ve Anayasanın 142.
maddesinin "mahkemelerin kuruluşu görev ve yetkileri, işleyiş ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir" biçimindeki hükmü de nazara
alındığında, yargılamayı yapan mahkemenin suçtan sonra ve bu sanıklara
yönelik kurulan özel mahkeme statüsünde olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de, 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi ile
"CMK'nın 250. maddesi ile görevli mahkemelerde devam edecek olan
yargılamalarda görevsizlik ve yetkisizlik kararı verilemeyeceği"
yönündeki hükmün Anayasa tarafından güvence altına alınan "kanuni hakim
ve mahkeme güvencesi" ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali
isteminin reddine dair 04.07.2013 tarih 2012/100 esas, 2013/84 sayılı
kararında; "Anayasa’nın Kanuni hâkim güvencesi başlıklı 37.
maddesinde, “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir
merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü
merciler kurulamaz” denilmiştir.Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun
işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı
yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir
anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun
işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak
kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.Kanun’un
geçici 2. maddesinin dava konusu (4) numaralı fıkrasında, Kanun’un
yürürlüğe girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271
sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam
edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle
görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri belirtilmekte, böylece
uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun
işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmektedir.
Dolayısıyla kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri
belirlenmemekte, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere
davaların görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek, suçun
işlenmesinden önce kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi
sağlanmaktadır. Bu nedenle kuralın “kanuni hâkim güvencesi” ile çelişen
bir yönü bulunmamaktadır" sonucuna ulaşmıştır.Yargılamayı yapan
mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve doğal hakim ilkesine uygun
olduğu anlaşıldığından sanıklar ve müdafilerinin anayasaya aykırılık
iddiasının ciddi bulunmadığı,Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların ve bir yasal tutuklama nedeninin varlığına dayanarak
iç hukuk yargılama makamlarınca gerçekleştirilmiş ve kanun yollarına
başvurulması üzerine etkili itiraz yolları ile tüm aşamalarda usulünce
denetlenmiş bulunan, ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti tarafından yargı
yetkisi kabul edilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince objektif bir
gözlemciyi ikna edebilecek nitelikteki delillere dayandığı kabul edilip
bu yöne ilişen insan hakları ihlali iddialarının reddedildiği tutuklama
koruma tedbirine ilişkin olarak; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun dava henüz görülmekte iken,
dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında
keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan 01.05.2013
tarihli kararının Dairemiz bakımından bağlayıcılığının olmadığı, Ayrıca,
yargılamayı gerçekleştiren hakimlerin tarafsızlığını şüpheye düşürecek
sebeplere ilişkin iddiaların dosya kapsamına göre yerinde bulunmadığı,
reddi hakim taleplerini inceleyen mercii kararlarında bir isabetsizlik
görülmediği,Buna göre de; yargılamanın usulüne uygun olarak
oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece icra
edildiğinin anlaşıldığı, 2- Yasama Dokunulmazlığı;Sanık E..
A..’ın 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekilliği Genel
Seçiminde İstanbul ilinden milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de;
dosya kapsamına göre; sanığa yüklenen ve seçimden önce de soruşturmasına
başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/2.
maddesinde işaret edilen ve 14/2. maddesinde gösterilen temel
hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan
olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç
bakımından kovuşturma yapılmasına engel bir durumun bulunmadığı, 3- Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karardan Sonra Aynı Fiil Nedeniyle Kamu Davası Açılması;Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verildikten sonra aynı fiilden dolayı yeniden
kamu davası açılabilmesi bakımından, CMK’nın 172/2. maddesinde, anılan
kararın kaldırılmış olmasının aranmaması ve sonradan meydana çıkan tanık
beyanı ve dijital belgeler gibi delillerin “yeni delil” niteliğinde
bulunması karşısında; bir kısım sanıklar hakkındaki kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararlar kaldırılmadan dava açılmasının usule aykırı
olduğuna ilişkin itirazların yerinde görülmediği,4- Bilirkişilerin Kimlik Tespitleri ile Yeminlerinin Sonradan Tamamlanması;Soruşturma
aşamasında görevlendirilen ve 19.02.2010 tarihli raporu hükme esas
alınan bilirkişilerden Erdem Alparslan ve Tahsin Türköz’ün bu aşamada
kimlikleri tespit edilip yeminleri yaptırılmamışsa da, kovuşturma
aşamasında 28.05.2012 tarihinde duruşma açılarak bu eksikliklerin
giderilmesi ve rapor içeriğinin de bilirkişiler tarafından doğrulanması
karşısında, bu hususun sonuca etkili olmadığı,5- Delil Tartışmasının Yapılmadığı;CMK’nın
206. maddesinden itibaren, delillerin ortaya konulması ve
tartışılmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Bu hükümlerde,
delillerin ortaya konulmasına ilişkin olarak muhakkak surette uyulması
gerekli ve şekle bağlı belli bir aşama öngörülmemiştir. Anılan maddenin
1. cümlesinde delillerin ortaya konulmasına ilişkin bir evreden söz
edilmekte ise de; 2. cümle hükmünden de anlaşılacağı gibi bu aşama da
mutlak değildir. Bu durum maddenin, davanın bir duruşmada bitirilmesini
öngören hükümet tasarısı gerekçesinden de anlaşılmaktadır. Asıl olan;
çekişmeli yargılamada, davanın sonucunu belirlemek
bakımından delillerin duruşmada tartışılmasını, doğru ve hakkaniyete
uygun bir biçimde rol almasını ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını
sağlamaktır. Dolayısıyla hükme esas alınan tanık beyanları, bilirkişi
raporları, belge içerikleri gibi delillerin ortaya konulması ve
tartışılması uzun süren çok sayıdaki oturumlar sürecine zorunlu olarak
yayılabilecektir. CMK’nın genel yaklaşımına aykırı olarak, tek oturumda
bitirilemeyen yargılamalar bakımından bu durum sıklıkla ortaya
çıkmaktadır.Sanıkların sorgularında süre sınırlaması olmadan
delilleri tartışarak savunma yaptıkları, hükme esas alınan delillerin
değerlendirilmesine ilişkin olarak birçok uzman mütalaası alıp dosyaya
sundukları, aynı kapsamdaki irdelemelerini Cumhuriyet savcısının esas
hakkındaki mütalaasından sonra da devam ettirdikleri; izlenen duruşma
görüntüleri, tutanaklar ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış, incelemeye
konu davada sanıkların çokluğu ve icra edilen oturum sayısı gibi
hususlar da nazara alındığında; delillerin ortaya konulması ve
tartışılması evresinin gerçekleştirilmediğine ilişkin itirazların
yerinde olmadığı,6- 3713 Sayılı Kanunun 5. Maddesinin Uygulanması; Sanıklara
yüklenen 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ve karşılığı olan 5237 sayılı
TCK’nın 312. maddesinde tanımlanan suçun, 3713 sayılı Kanunun 3.
maddesinde 18.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikten önce ve sonra doğrudan terör suçu olarak
düzenlendiği ve bu suçtan hükmedilecek hapis cezalarının 3713 sayılı
Kanunun 17. maddesinin yine 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten
önceki ve sonraki halleri uyarınca dörtte üçü oranında infaz edileceği,
terör suçları ve terör amacıyla işlenen suçlar için tayin edilecek
cezaların bu sebeple artırıma tabi tutularak hükmedilmesine ilişkin olan
3713 sayılı Kanunun 5. maddesinin hapis cezalarının şartlı tahliye
süreleri ile ilgisinin bulunmadığı, kaldı ki; sanıklar hakkında 3713
sayılı Kanunun 5. maddesi uygulanmadığı gibi, gerekçeli karardaki bu
hususa ilişkin anlatımın suçun terör suçu olduğuna dair bir saptamaya
yönelik olduğu, hem bu bölümde hem de hüküm fıkrasında şartlı tahliye
oranına dair bir belirlemenin yapılmadığı ve konunun infaz aşamasındaki
lehe olan infaz yasası bakımından yapılacak değerlendirmeye bırakıldığı
anlaşıldığından, bu hususun sonuca etkili görülmediği,7- Bir Kısım Tanıkların Dinlenmemesi;Yüklenen
suça yönelik icra hareketlerinin tamamlanamamasına ilişkin olarak
mahkemece gösterilen gerekçenin, Karargahın karşı çıkması ve engellemek
için çaba göstermesinden ibaret olmaması karşısında; Genelkurmay
Başkanı Orgeneral H.. Ö.. ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
A..Y..’ın tanık olarak dinlenmemesinin, taleplerin reddine ilişkin
gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı,8- Temel Cezanın Teşdiden Tayini ve Bir Kısım Sanıklar Hakkında Takdiri İndirimin Uygulanmaması;Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun 06.10.2009 tarih, 2009/124-224 sayılı ve
04.03.2008 tarih, 2008/13-41 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere;
serbest takdir sisteminin bir gereği olarak, olayda alt sınırdan
uzaklaşılmasını ve takdiri indirimin uygulanmasını gerektiren nedenlerin
varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı bizzat yapan
hakime ait olup, sanıklar hakkında teşdiden cezaya hükmedilmesi ve bir
kısım sanıklar hakkında da takdiri indirim hükümlerinin uygulanmamasına
ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin; olaya, dosya kapsamına
ve yasaya uygun, tutarlı ve yeterli olduğu anlaşıldığından,Anılan hususlar ile usule ilişkin diğer itirazlar yerinde görülmemiştir.B- ESASA İLİŞKİN OLARAK1- GENEL OLARAK1.1- Soruşturmanın Başlaması;20-21
Ocak 2010 tarihlerinde ulusal yayın yapan günlük bir gazetede “Fatih
Camii Bombalanacaktı - İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlıklı haberlerin
yayınlanmasından sonra, haberi yapan gazeteci tarafından 21.01.2010
tarihinde habere dayanak teşkil eden 3 adet DVD ve 1 adet CD, 29.01.2010
tarihinde de 19 adet CD, 10 adet ses kaseti ve 2229 sayfalık belge
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmiş, aynı tarihte
Cumhuriyet Başsavcılığı CD, ses kaseti ve belgelere CMK’nın 127/1.
maddesi uyarınca el konulmasına karar vermiş, İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 30.01.2010 tarih ve 2010/212 sayılı kararı ile de el koyma
işlemi onaylanmıştır.El konulan 11 nolu CD’de; 1. Ordu, 2, 3, 5 ve
15. Kolordular, Donanma, Harp Akademileri, Bursa ve İstanbul Jandarma
Bölge Komutanlıklarınca hazırlanan harekat ve tedhiş planları, listeler
ile 2003 yılı plan seminerine ait bir kısım yazışmalar, 16 nolu CD’de;
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetince yapılan bazı atamalar hakkında
bilgiler, 17 nolu CD’de ise; 11 nolu CD’de bulunan harekat ve tedhiş
planlarının bulunduğu anlaşılmıştır.Soruşturma neticesinde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010/420 iddianame numarası ile 06.07.2010
tarihinde 196 sanık hakkında; 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40.
maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 23.07.2010 tarihli iddianamenin kabulü kararı ve 23.07.2010
tarihli tensip kararı sonrası, 16.12.2010 tarihinde duruşmaya
başlanmıştır.1.2- Donanma Komutanlığında Yapılan Arama;Doğrudan
dava konusu olaya ilişkin olmayıp başka bir soruşturma konusu olay
nedeniyle, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube
Müdürlüğüne 06.12.2010 günü saat 11.03‘te ulaşan 17744 sayılı elektronik
posta ihbarı üzerine, aynı gün saat 15.00’te İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2010/2412 sayılı, arama, el koyma ve inceleme kararına
istinaden yetkili askeri makamlara bilgi verildikten sonra, Gölcük’te
bulunan ve sınırlı sayıdaki görevli askeri personel dışında sivil ya da
asker başka kişilerin girmesi mümkün olmayan Donanma Komutanlığı
İstihbarat Şube Müdürlüğüne ait 3 oda ve koridorda 06.12.2010 günü saat
18.30’da iki Cumhuriyet savcısı, bir askeri savcı ve yedi askeri
personel ile gerçekleştirilen ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına
alınan aramada, oda zemininin altına gizlenmiş şekilde 9 adet dolu ve 1
adet boş olmak üzere toplam 10 adet poşet ile poşetler içerisinde
çeşitli dini ve siyasi içerikli yayınlar, gizli kamera düzenekleri, ses
kayıt cihazları, video, teyp ve mikro kasetler, çok sayıda CD - DVD,
seçmen listeleri, fişleme niteliğinde dokümanlar ve 5 adet hard disk ele
geçirilmiş, aramada ele geçen malzemeler üzerinde yapılan inceleme
sonunda, ihbara konu suça dair bilgi ve belgelerin dışında, dava konusu
olaya ilişkin bilgilerin bulunduğu TDK marka 1 nolu CD, 10 nolu CD ve 5
nolu hard diske el konulmuş, aramaya 07.12.2010 tarihinde saat 00.40’ta
son verilmiş, aynı tarihte Gölcük Merkez Komutanlığında askeri
yetkililerin katılımı ile imaj alma işlemi gerçekleştirilmiştir.1
nolu TDK marka CD içeriğinin, gazeteci tarafından İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına teslim edilen 19 adet CD’den 11 nolu CD içeriği ile aynı
olduğu, 10 nolu CD içeriğinde “illerden gelenler” klasörü içerisinde
Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli İl Jandarma Komutanlığından gelen, “Bölücü
Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Sol Görüşlü Üniversite Öğrencileri,
Arama Yapılacak Yerler, Birinci Sınıf Kamu Görevlileri ve Destek
Durumları, İrticai Örgüt Mensupları, Görevlendirilecek Personel Listesi,
Gözaltına Alınacak İrticai Faaliyette Bulunan Kişiler, Gözaltına
Alınacak Siyasi Parti Üyeleri, Harekatın Başlangıcında Tutuklanacak
İrticai Örgüt Liderleri, İlişiği Kesilecek İrticai Görüşlü Üniversite
Öğrencileri, İlişiği Kesilecek Sağ Görüşlü Üniversite Öğrencileri,
Tutuklanacak AKP Üyeleri, Kamu Görevlileri ve Destek Durumu”
gibi bir kısım listelerin bulunduğu, “planlar” adlı klasör
içeriğinde ise Sakal ve Çarşaf Eylem Planlarına dayanak teşkil eden
Beyazıt, Fatih, Eyüp ve İsmailağa Camii keşif raporları, gözlem formları
ve görevlendirme çizelgesi ile bu camilere ait eylem karar matrisinin
bulunduğu, 5 nolu hard disk içinde de Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat
Planlarına ilişkin bir kısım belgelerin bulunduğu görülmüştür. Aramanın
yapıldığı yerde askeri personel olarak görevli olup, soruşturma ve
kovuşturma aşamasında tanık olarak dinlenen Ogün Güren, Birol Berber,
Adil Yörük, Salih Koşmaz ve Mehmet Emin Baylak ifadelerinde özetle;
teknik ihtiyaçlar nedeniyle kaldırılan zemin döşemelerinin altında koli
ve poşetler gördüklerini, üzerinde yazılan yazı ve içindeki malzemeler
itibariyle İstihbarata Karşı Koyma Kısım Amirliğine ait olduklarını
anladıklarını ve bu malzemeleri, anılan kısmın amiri sanık Binbaşı K..
Y..’a verdiklerini, bu kutuları daha sonra adı geçen sanığın odasında
tekrar gördüklerini belirtmişler, aynı olaya ilişkin dinlenen ve
aramanın yapıldığı yerin şube müdürü olan tanık Yarbay B..A.. ise
özetle; zemin döşemelerinin altında bulunup sanık K.. Y..’a ait olduğunu
öğrendiği malzemeler nedeniyle adı geçen ile görüşerek malzemeleri
almasını istediğini, malzemelerin eski tarihli kitap, dergi ve
kullanılmış bilgisayarların hard diskleri olduğunun ilgili tarafından
söylenmesi üzerine, bu durumda usulüne uygun olarak bir tutanak tanzim
edip imha etmesi talimatını verdiğini, ancak daha sonra malzemelerin
imha edilmediğini öğrendiğini, durumu Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı
sanık A.. Ç..’e ilettiğinde, ilk anda imhasının doğru olmayacağı
cevabını alması üzerine, bu konuyu konuşmak için sanık K.. Y..’ın yurt
dışı görevinden dönmesini beklediğini ifade etmiş ve bu arada yapılan
ihbar üzerine gerçekleşen arama sonucu anılan malzemelerin ele
geçirildiği anlaşılmıştır.Donanma Komutanlığında yapılan arama
sonrasında ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/554 iddianame numarası ile
11.11.2011 tarihinde 143 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1,
31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin 23.11.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı
sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve
fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı
dava dosyası ile 29.12.2011 tarihinde birleştirilmesine karar
verilmiştir.1.3-Emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün Kaldığı Evde Yapılan Arama;19.02.2011
günü saat 16.31’de 2515 sayılı e-mail ihbarı ile İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne yapılan ihbar üzerine,
20.02.2011 günü saat 16.30’da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin
2011/783 sayılı arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden emekli
Hava İstihbarat Albay sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde
21.02.2011 günü saat 08.50 – 09.40 arasında yapılan ve tüm aşamaları
kamera ile kayıt altına alınan aramada, komodin çekmecesinde ele
geçirilen flash bellekteki her bir belgenin şifresi, şifre kırma
programı aracılığı ile iki günlük bir çalışma sonucu kırılmış, sanığın
oğlunun adı ve doğum yılına karşılık gelen şifre kullanılarak gizlenen
belgelerin içeriğinde, istihbari bir kısım bilgi ve belgelerin yanı sıra
sanığın da imzasının bulunduğu istihbari raporlar ile dava konusu olaya
ilişkin Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı kapsamındaki
bilgilere ulaşılmıştır. Sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde
yapılan aramada ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma
neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/451 iddianame
numarası ile 16.06.2011 tarihinde 28 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın
147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.06.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı
sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve
fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı
dava dosyası ile 03.10.2011 tarihinde birleştirilmesine karar
verilmiştir.2-DELİLLER2.1- Genel Değerlendirme;Dijital
delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğu bilinmektedir. Diğer
delil türlerine göre özellik arz eden bazı yönleri olmakla birlikte
dijital deliller de sonuçta, deliller hiyerarşisinin kabul edilmediği,
delil serbestisinin benimsendiği ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat
aracıdır. İspat aracı olan delilin değerlendirilmesinde, ceza muhakemesi
hukukunda bir delil için öngörülen nitelikleri taşıyıp taşımadığı
nazara alınıp, genel olarak; somut olayın özellikleri, yüklenen suçun
işleniş biçimi, dosyadaki diğer deliller gibi hususlar gözetilip, özel
olarak da; delilin temsil ettiği olayın niteliği, ele geçiriliş yeri,
şekli ve zamanı, bu delilin sair karakteristik özellikleri gibi hususlar
göz önünde bulundurulmalıdır.Dijital deliller de, kimyasal,
biyolojik ve benzeri diğer tüm deliller gibi sanıklar ya da başkaları
tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya
elverişlidir. Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme,
silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar
olağandır ki; yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi
bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak
veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir.Ancak, dijital delillerin
değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas
alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı
ki, dijital deliller Türk ceza muhakemesi sisteminde ilk kez bu dava ile
gündeme gelmiş olmayıp, geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme
esas alınmıştır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2003 tarih
ve 2003/167-193 sayılı kararında “Bu örgütün lider kadrosunu yakalamak
amacıyla İstanbul ili Beykoz ilçesi Kavacık Mahallesinde yasadışı örgüt
lideri H.. V..’nun kaldığı eve 17.01.2000 tarihinde güvenlik güçleri
tarafından baskın yapıldığı, güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya
giren yasadışı örgüt liderinin öldüğü, evinde yapılan aramada
bilgisayar, CD ve disketlerin kurşunlanmış ve tahrip edilmiş halde
bulunduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalar
sonucunda bunlarda kayıtlı bir kısım bilgilerin kurtarıldığı,
kayıtlardan elde edilen ve dökümleri yapılan belgeler arasında bulunan
………isimli kişinin özgeçmiş raporunda sanık …… adının geçmesi ve ayrıca
sanık ……ait özgeçmiş raporunun da ele geçirilmesi üzerine, sanığın
çalıştırdığı markette gözaltına alındığı” biçiminde anlatıldığı üzere,
Hizbullah silahlı terör örgütü davalarında delillerin pek çoğu örgüt
kurucusunun evinde ele geçen ve sanıklarca tahrip edilmiş dijital
delillerin kurtarılabilir, kullanılabilir kısımlarından oluşmuştur. Bu
davalarda da, dijital delillerin içeriğine, içerik çelişkilerine,
saklanma biçimine ve teknik yönüne dair ileri sürülen itirazlar,
delillerin ele geçiriliş şekli, bütünlüğü, birbirlerini doğrulaması,
somut olgulara karşılık gelmesi, hayatın olağan akışı ve tüm dosya
kapsamları ile birlikte değerlendirilmiş ve dijital deliller mevcut
halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas
alınmıştır. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.11.2009 tarih, 2009/61
- 278 sayılı, 24.12.2002 tarih, 2002/309 - 442 sayılı kararları ve
Dairemizin 02.05.2002 tarih ve 2002/798 - 940 sayılı ve 06.03.2013 tarih
ve 2012/11543 esas - 2013/3370 sayılı kararları da aynı doğrultuda
bulunmaktadır. Ayrıca Dairemiz tarafından temyiz incelemesi yapılan
İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.10.2011 tarih ve 2010/242 esas –
2011/174 sayılı kararına konu MLKP terör örgütüne ilişkin davada; hard
disk, flash bellek ve CD’ler esas alınarak hükmolunan mahkumiyet kararı
Dairemizin 25.06.2012 tarih ve 2012/1750-8053 sayılı ilamı ile
onanmıştır. Dijital delillerin içeriği ve teknik yönünden hareket
ederek ileri sürülen olgular ve bu olgulara esas alınan sahtecilik
iddiaları, esasen bu delillerin kolluk ve adli makamlarca ele
geçirilmesinden sonraki aşamaya, delillerin korunması zincirine ilişkin
olarak ileri sürülmüş değildir. Nitekim bu aşamayı, delillerin hukuka
uygun biçimde korunması bakımından özenle denetleyen Dairemiz,
06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas -2013/3370 sayılı PKK terör örgütüne
ilişkin bir kararında, sanığın aracının torpidosunda ele geçen ve
dijital belge içeren USB cihazlarının “elde edilmelerinden itibaren
güvenli biçimde korunarak adli makamlara teslim edildiklerini”
saptamakla işe başlayıp sonra da delillerin içeriğinin ve örgütsel
yönünün değerlendirilmesine geçmiştir. Görülmekte olan davada,
delillerin ele geçirilmesinden sonraki aşamaya ilişkin olarak ısrarla
ileri sürülen ve bu aşamada yapılan sahtecilikler olarak iki noktada
toplanan iddiaların incelenmesinde;a-Gazeteci tarafından teslim
edilen CD’lerden 9 nolu CD’nin 29.01.2010 tarihli teslim alma ve el
koyma tutanağına “Vatandaşlık Taslak” ve yeşil kalemle 67 yazılı Sony
marka CD ibaresiyle kayda geçirilmiş olmasına rağmen, CD’lerin
bilirkişiye teslimine ilişkin 01.02.2010 tarihli tutanakta aynı CD’nin
markasız marka ve “İrticai Unsurlar Aşırı Sol Unsurlar” CD no 67 olarak
kayda geçirildiği ve bu hususun 9 nolu CD’nin Cumhuriyet savcılığı
aşamasında değiştirilmiş olduğunu gösterdiği iddiasının gerçeği
yansıtmadığı, bu iddianın, CD’lere el konulması sırasında 9 nolu CD’nin
plastik muhafaza kabı üzerinde yazılı olan marka ve isimlendirme ile
kayda geçirilmesi, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin tutanakta ise
kapsız haldeki 9 nolu CD’nin üzerinde yazılı olan isimlendirmenin kayda
geçirilmiş olmasından kaynaklandığı, bu durumun 9 nolu CD’nin kendisi ve
muhafaza kabı üzerinde yapılan basit bir incelemeyle anlaşıldığı, iddia
konusu hususun gazeteci tarafından teslim edilen 19 adet CD’nin tamamı
için de geçerli olduğu, kaldı ki; 9 nolu CD içeriğinin sanıklara
yüklenen suçlamalarla ilgisinin bulunmadığı,b- Gazeteci tarafından
21.01.2010 tarihinde yapılan yayınların dayanağını oluşturan disklerin
Cumhuriyet savcılığına teslimine ilişkin tutanakta 4 adet DVD
yazılmasına karşın emanete alınan disklerin 3 adet DVD ve 1 adet CD
olduğunun anlaşılması ve bu hususun 4 nolu DVD’nin adli makamlar elinde
başka bir CD ile değiştirildiği anlamına geldiği iddiasının gerçeği
yansıtmadığı, diskleri teslim eden gazetecinin teslim tutanağında yer
alan beyanında da bu durumun “üzerinde 4 yazılı VCD de ise bu belgelerle
ilgili muhtelif fotoğraflar vardır” şeklinde ifade edilmiş bulunduğu,
Dairemizce yapılan incelemede de bu ifadenin doğrulandığı, üzerinde
“4” yazılı diskin DVD olmayıp CD olduğunun açıkça anlaşıldığı,
tutanaktaki teslim edilen disklerin dördünün de DVD olduğuna ilişkin
yazımın tutanağın düzenlenmesi sırasında oluşan maddi hatadan
kaynaklandığı, kaldı ki; bu 4 nolu disk içeriğinin de sanıklara yüklenen
suçlarla ilgisinin bulunmadığı, keza bu 4 adet diske kopyalanmış 19
adet CD’nin orijinal halde aynı gazeteci tarafından sonradan Cumhuriyet
Başsavcılığına teslim edildiği ve incelemelerin de orijinal CD’ler
üzerinden yapıldığı,Böylelikle; dijital delillerin ele
geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş
olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Dijital delillerle ilgili olarak ileri sürülen diğer iddiaların,
kolluk veya adli makamlarca bu delillerin ele geçirilmesinden önceki
aşamaya, delillerin bir kısım sanıklarda bulunduğu veya askeri
mahallerin kontrollü evrak bürosu gibi ya da Donanma Komutanlığının
İstihbarata Karşı Koyma birimi gibi ilgili görevlilerden başkası
tarafından girilmesi mümkün olmayan kısımlarında gizlendiği döneme
münhasır kaldığı görülmektedir.Arama ve el koyma işlemlerine ilişkin
ihbar içerikleri, Donanma Komutanlığı İstihbarata Karşı Koyma biriminde
yapılan aramaya esas ihbarın sanıklara yüklenen suça ilişkin olmaması,
arama yapılan askeri ve sivil mahallerin özellikleri, dijital delilleri
muhafaza eden sanıklar H.. B.. ve K.. Y..’ın istihbarat sınıfından
yetişmiş ve bu tür manipülasyonlara karşı oldukça tecrübeli kimseler
olması, tanık beyanları, aramalarda ele geçen delillerin birbirini ve
başka mahallerde ele geçen delilleri doğrulaması, belgelerin
tutarlılığı, arama işlemlerini gerçekleştiren görevliler, bu
görevlilerin sayısı, aramanın icra ediliş şekli, aramada ele geçen diğer
malzemeler, Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera
kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna
ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında; anılan
delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş
olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun
görülmemiştir.Nitekim AİHM’nin sanık C.. Ç..’ın başvurusu üzerine
verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:58223/10) C.. Ç.. v. Türkiye, Kabul
Edilebilirlik Hakkında Kararında, “Başvuranın, savcılık tarafından
aleyhinde sunulan delil unsurlarının geçersiz olduğuna ve sonuç olarak
tutuklanmasını haklı gösterecek makul şüphelerin bulunmadığına ilişkin
iddiasıyla ilgili olarak, AİHM soruşturma dosyasında bir yandan aleyhte
olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini
doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı
tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde
kanaat bildiren bilirkişi raporlarının yer aldığını kaydetmektedir.
Öncelikle ceza soruşturması prosedürünün sonraki aşamasında, başvuranın
ileri sürdüğü gibi, delil unsurlarının inandırıcı olup olmadığını veya
bunların kendisine iftira atma niteliği taşıyan sahte bir unsur olup
olmadığını tespit etme yükümlülüğü ulusal yargı organlarına aittir.
Şüphelilerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle
ilgi olarak Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate
alındığında, AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden
olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna
edebilecek bilgiler içerdiği kanaatindedir. Dolayısıyla, başvuranın
Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrası, c) bendi uyarınca, bir suç işlemiş
olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak “inandırıcı
nedenlere” dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek gerekmiştir”
denilmek suretiyle, bu davadaki dijital delillerin geçersizliğine
ilişkin itirazların isabetsizliğine işaret etmiştir. AİHM’nin sanık Ç..
D..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:28484/10) Ç..
D.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararı da aynı mahiyette
olup bu kararda da “Mahkeme, başvurandan şüphelenmek için ciddi neden ve
emarelerin varlığını öne sürerek –Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91/2 ve
100. maddeleri anlamında- başvuranı yakaladığında, ulusal hukuk
makamlarının, başvuranı tutuklamak için somut delil unsurlarına
dayandığını gözlemlemektedir. Mahkeme, davada başvuranın tutuklanmasının
yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce
ileri sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının
keyfi ve mantıksız olduğu sonucunun ortaya çıkmadığı kanısındadır”
denilmek suretiyle aynı sonucu vurgulamaktadır.AİHM’nin bu sonuca,
dava dosyasındaki aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital
belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan
savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına
değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek
ulaştığı nazara alınmalıdır.Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
Mahkemece de vurgulandığı gibi iç hukukun ve ulusal yargının yetki
alanına giren delilerin kabul edilebilirlikleri veya bunların
değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymamaktadır. (Garcia
Ruiz-İspanya Davası, 21.01.1999, §28). Sözleşmede, delillerin kabul
edilebilirliğinin belirlenme yöntemini gösteren ve hangi kanıtların
kabul edilebilir olduğunu belirleyen bir kural yoktur (Schenk–İsviçre
Davası, 12 Temmuz 1988, §45-46; Teixeira de Castro–Portekiz Davası, 09
Haziran 1998, §34; Heglas–Çek Cumhuriyeti Davası, 01 Mart 2007,
§84). Mahkemenin yerleşik içtihadına göre kanıtların kabulü ve
değerlendirilmesi öncelikle ulusal mahkemelerin görevidir (Van Mechelen
ve Diğerleri–Hollanda Davası, 23 Nisan 1997, §50; Rachdad–Fransa Davası,
13 Kasım 2003, §23). Buna göre; dosya kapsamında yer alan ve hükme
esas alınan dijital delillerin esasını korudukları, ilişkin oldukları
olayları temsil niteliklerinin ortadan kalkmadığı, ulaşılma, elde ediliş
ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu, açıklanan kabule göre;
hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu ve böylelikle de
hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu
neticesine varılmıştır.Bu nedenlerle dijital delillerin mevcut
halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazları yerinde
bulunmamış ve AİHM tarafından suçun işlenmiş olabileceğine dair objektif
bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikte görülen delillerin bu
niteliklerinin davanın sonucunda değişmediği anlaşılmış ve diğer
deliller ile tüm dosya kapsamı karşısında hükme esas alınmasında bir
isabetsizlik görülmemiştir.2.2- Özel Değerlendirme;İmza bloğunda
Orgeneral Ç.. D..’ın adının yazılı olduğu Balyoz Güvenlik Harekat Planı
adlı 11 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “28 Şubat
sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002
seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber,
ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, Büyük Atatürk’ün bize emanet
ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin laiklik karşıtı ve irticai unsurların etkisine girmeye
başladığı, son zamanlarda varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik
fikri ve fiziki haince saldırılar içinde bulunduğu, Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikâr ve had safhaya ulaştığı”,İmza
bloğunda Oramiral Ö.. Ö..’in adının yazılı olduğu Suga Harekat Planı
adlı 12 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “Türkiye’nin 2002
seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber
anti-laik ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, özellikle
ılımlı islam devleti oluşturulması yönündeki çabaların arttığı, gelinen
noktada, bu tür eylemlerin artarak devam edeceği ve bunun Türkiye’nin
egemenlik-birlik ve bütünlüğüne zarar verebilecek boyutlara
taşınabileceği”,İmza bloğunda Orgeneral H.. F..’nın adının yazılı
olduğu Oraj Hava Harekat Planı adlı 5 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı
bölümünde ise; “İrticai faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyetinin anayasası
ile belirlenen demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti olma
özelliklerini tehdit etmekte olduğu, irticanın 2002 Kasım seçimleri ile
beraber cesaret kazandığı, AKP hükümetinin 28 Şubat ile şekillendirilen
ortamın bozulmasına neden olduğu” şeklinde paralel durum değerlendirmesi
yapıldığı anlaşılmakla;Türk Silahlı Kuvvetlerindeki teamüller
gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurasında Deniz Kuvvetleri Komutanı
olacak Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö.. ve Hava Kuvvetleri Komutanı
olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F.. ile mutabakata
vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 28 Şubat
sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade
edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle,
serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı
hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava
unsurları olarak harekat ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan
planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yasal
hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını
aldıkları, Bu kapsamda 1.Ordu Komutanı Ç.. D..’ın, ittifak ettiği
ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara
unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri
personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu
Komutanlıkları ile 1.Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen
isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planının eki olan
“görevlendirmede yetkili personeli” belirleyen EK-A listesinin
oluşturulduğu anlaşılmıştır. Balyoz Güvenlik Harekat Planına göre,
“görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesinde yer alan
askeri personelin statüsü, “kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi
edilen ve bu onurlu görevi kabul eden, harekatın kendi sorumluluk
bölgelerinde planlama, hazırlık, koordinasyon ve icrasından sorumlu
olan” şeklinde belirlenmiş olup, anılan listede yer alan personelin;a.Özel operasyon ve sorgulama timlerinde görevlendirilecek personel,b.Özel görevli toplama timlerinde görevlendirilecek personel,c.Sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilecek personel,ç.Darbe harekatı timlerinde görevlendirilecek personel,d.Gözaltı timlerinde görevlendirilecek personel,e.Hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personel,f.Kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel,g.Özel hastaneler ve ilaç depolarında görevlendirilecek personel,ğ.Gümrükler, depolar, ambarlarda görevlendirilecek personel,h.Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerini oluşturması, 1.
Ordu Komutanlığı Harekat Başkanlığı sivil memuru M..Ü..’nin 25.02.2010
tarihli 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca alınan ifadesinde
hatırladığını beyan ettiği, Aralık 2002 tarihli, imza bloğunda Ordu
Komutanı emriyle 1. Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral N.. B.., paraf
hanesinde 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O.., 1. Ordu
Harekat Kurmay Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.., koordine kısmında ise
1.Ordu Harekat Başkanı Kurmay Albay S.. T..’nin isimlerinin bulunduğu,
“1 nci Ordu Plan Semineri – 2003” konulu üst yazı ile istenildiği,Dosya
kapsamına göre de, 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordu ile Harp Akademileri
Komutanlıklarınca “görevlendirme kategorileri ve çizelgesi” başlıklı
yukarıda “a”dan “h”ye kadar isimleri belirtilen “EK-B” listelerinin
hazırlanarak 1.Ordu Komutanlığına gönderildiği ve imza bloğunda 1.Ordu
İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O..’ın olduğu “1 nci Ordu
Komutanlığı Güvenlik Harekat Planının Uygulanması Kapsamında
Görevlendirilecek Personel Listesi” başlığı altında “EK-M Lahika-1” adı
ile birleştirildiği anlaşılmaktadır.Donanma Komutanlığı Kurmay
Başkanı Tümamiral M.. G.., Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı
Tümamiral A.. Ö.., İstanbul Boğaz Komutanı Tümamiral T.. B.. ve Ege
Deniz Bölge Komutanı H.. H.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Donanma
Komutanı Oramiral Ö.. Ö..’in, deniz unsurlarına ait harekat ve eylem
planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesi kapsamında,
Gölcük, Ankara, İzmir ve İstanbul Birlik Komutanlıkları ve bu
komutanlıklar altında koordinatörlükler oluşturmak suretiyle, Türk
Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal
teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı
bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda Suga Harekat
Planına ek “görev bölümü” başlıklı “EK-A” listesinin hazırlandığı,
sonrasında; -Amirallere ait "HASSAS" listenin oluşturulması, -Ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması,-Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı bağlılarında görevli müzahir personel,-Deniz Harp Okulu müzahir öğrenci, -Ankara,
İstanbul, Gölcük, Çanakkale, Akdeniz, İzmir, Marmaris, Karadeniz, Deniz
Hava Üs Komutanlığı ve Yurtdışı müzahir subay/astsubay listelerinin
hazırlanması, -İcra safhası ve öncesinde gerekli operasyonel faaliyetleri yürütecek personel listesinin oluşturulması,-TSK’dan ilişiği kesilecek ve görev yeri değiştirilecek Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personel listesinin oluşturulması, -Öncelikli
ve özellikli görevlendirme listesinin hazırlanması “çalışma grupları
görev bölümü” başlıklı EK-B listesinde belirlenen askeri personelden
istenmiş; “ülke genelinde milli
mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının
hazırlanması” dışındaki diğer tüm görevlerin yerine getirildiği tespit
edilmiştir.Hava unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev
alacak personel ile anılan personelin görev bölümleri ve çalışma
gruplarını gösterir Oraj Hava Harekat Planının ana eklerine soruşturma
kapsamında ulaşılamadığı dosya içeriğinden anlaşılmakla birlikte, gerek
Gölcük’te Donanma Komutanlığı, gerekse Eskişehir’de emekli Hava
İstihbarat Albay H.. B..’ün kaldığı evde ele geçen dijital belgelerden,
Hava Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral K.. P.., Plan Prensipler Başkanı
Tümgeneral B.. B.., İstihbarat Başkanı Tümgeneral Z.. G.. ile
mutabakata vardığı anlaşılan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H..
F..’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Hava Kuvvetleri
Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç
suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu
doğrultuda çalışmaya başladıkları, Oraj Hava Harekat Planı ve eksik
olarak ele geçen ekleri ile Orgeneral H.. F.., Tümgeneral K.. P..,
Tümgeneral B.. B.. ve Tümgeneral Z.. G.. arasında gerçekleşen
yazışmalardan anlaşılmaktadır.Balyoz Güvenlik Harekat Planının
“İCRA” başlıklı bölümünde, “öncelikli ve acil olarak, AKP yönetiminin
tasfiyesi ve işbirlikçilerinin saf dışı bırakılması maksadıyla, harekat
alanının şekillendirilmesi de dahil olmak üzere, resmi/gayri
resmi tüm yurtseverlerin seferber edilerek, başta Silahlı Kuvvetlerin
imkân ve kabiliyetleri olmak üzere maddi ve manevi tüm güçlerin
kullanılması”, yine aynı planın “HAZIRLIK SAFHASI” bölümünde, “AKP ve
irticai gruplara yönelik istismara açık noktalar mevcut ve oluşturulması
düşünülen yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirilerek, gerektiğinde
istismar noktaları oluşturulması için sızdırılan personelin kullanılması
amacıyla alternatif planların oluşturulması”, “HAREKÂT ORTAMININ
ŞEKİLLENDİRİLMESİ SAFHASI” bölümünde ise, “İstanbul ve civarı başta
olmak üzere hassasiyet arz eden şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve
idare ettiği halka yönelik eylemlerin yapılması” kararlaştırılmıştır.Bu
bağlamda; Gölcük’te Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 10
nolu CD içerisinde “planlar” adlı klasörde İsmailağa, Beyazıt, Fatih ve
Eyüp Camilerine ilişkin ekip lideri ve altındaki personelin
belirlendiği “görevlendirme çizelgesi” ve bu görevlendirmeye uygun
olarak görev alan personelin anılan camilere yönelik gerçekleştirdiği
keşif, gözlem ve değerlendirmeler ile tedhiş eylemleri için en uygun
camilerin belirlendiği “karar matrisi” bulunmaktadır. Anılan dört camiye
ilişkin düzenlenen karar matrisine göre, tedhiş eylemleri için en uygun
camilerin Beyazıt ve Fatih Camileri olduğu belirlendikten sonra Fatih
Camiine yönelik olarak “Çarşaf Eylem Planı”, Beyazıt Camiine yönelik
olarak da “Sakal Eylem Planı” hazırlanmıştır.Çarşaf Eylem Planına
göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak
tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A
tarafından camii içerisinde caminin iç kısımlarındaki cemaate yakın
ayakkabılığa bırakılarak kendisinin de cami çıkışında kapıya yakın bir
yerde yerini alması, faaliyetin Cuma namazının farzının kılınmasından
sonra icra edilmesi, Tahrip-A’nın farzın kılınmasını müteakip süratle
camiden çıkması ve “Tahrip Hazır” işaretini vererek, “Tahrip hazır
işaretini” gören ve camii avlusunda bekleyen Tahrip-B’nin, camii
avlusundan çıkıp 300 m. kadar uzaklaştıktan sonra ilgili telefon
numarasını arayarak tahribi gerçekleştirmesi, patlama esnasında; Kayıt
–A’nın camii üst katından, Kayıt-B’nin camii alt katından patlama anını
ve sonrasında oluşan panik havasını çekerek, patlama sonrası önce camii
avlusunda toplanan ve sonra ana caddeye intikal ederek caddeyi kapatan
öfkeli kalabalığın camii avlusunda toplanmasını ve caddedeki eylemlerini
hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin birbirlerinden bağımsız ayrı noktalardan
üzerlerindeki video kayıt cihazlarıyla kaydetmeleri ve görüntülerin
ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanması, Tahrik- A ve
Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış
bulunan provokatörleri harekete geçirerek, böylece Cami
cemaatinin, çoğunluğunu Fatihli esnafın oluşturduğu öfkeli radikal
grupla ana cadde üzerinde birleşmesi sağlanarak, yapılacak
manipülasyonlarla öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve
sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Sakal Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep
olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine
yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından abdest alınırken şadırvanda
unutulmuş görüntüsü verilerek bırakılacağı, Tahrip-A’nın malzemeyi
bırakmayı müteakip derhal Camii avlusundan çıkarak işaretini vereceği,
Tahrip-A’nın işaretini gören Tahrip-B’nin sahaflar çarşısı içinden
ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştireceği, patlama
esnasında ; Kayıt –A’nın, cami içerisinden özellikle patlama anını ve
sonrasını, Kayıt –B’nin ise patlama sonrası camiden çıkarak ve patlama
ile avluda oluşan panik havasını çekeceği, öfkeli kalabalığın meydanda
toplanmasını müteakip hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin meydanda
kayıtlarına devam ederek, görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden
yayılmasının sağlanacağı, Tahrik-A ve Tahrik-B’nin irtibatlı
bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provakatörleri harekete
geçirerek, böylece Cami cemaatinin, çoğunluğunu üniversiteli gençlerin
oluşturduğu öfkeli radikal grupla İstanbul Üniversitesi Meydanında
birleşmesi sağlanarak, öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve
sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.Görüldüğü
üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapılanması dışında,
ayrı bir teşkilat ve hiyerarşik yapılanmaya gidilerek, serbest
demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten
uzaklaştırma amacıyla kara, deniz ve hava unsurlarının tam bir işbirliği
ve eylemli paylaşım anlayışı ile hareket ettikleri, bu kapsamda;Balyoz
Güvenlik Harekat Planının “İCRA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Bölücü
Terör Örgütü ve El Kaide’nin büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eş
zamanlı büyük eylemleri ve anılan eylemler sonrasında icra edilecek, STK
ve üniversiteler ile koordine edilerek yönlendirilecek çok geniş
katılımlı toplumsal gösteriler ve eylemler neticesinde oluşan kaos ve
karmaşa nedeniyle öncelikle olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetimin
ilan edileceği,……Olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim
ilanını müteakip derhal, AKP Hükümetinin iktidardan zorla
uzaklaştırılarak ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf
edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesinin yolunun
açılacağı” belirtilmektedir.Buna göre, hükümetin iktidardan
uzaklaştırılması için öncelikle, hükümetin olağanüstü hal ve sıkıyönetim
ilanına mecbur bırakılmasının gerekmekte olduğu, bu noktada oluşumun
deniz unsurlarının “SUGA”, hava unsurlarının “ORAJ” adlı harekat
planlarına bakıldığında;Suga Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı
bölümünde, “SUGA Komutanlığı tarafından, Sıkıyönetim Kanunu’nda
belirtilen yetkilerin kullanarak iç tehditle mücadeleyi kolaylaştırmak
üzere kısmi seferberlik ilan edilmesi maksadıyla;a. EGAYDAAK’larda Yunanistan’ın Türkiye aleyhine fiili uygulamalarının engelleneceği,b. Ege Denizi’nde icra edilen tatbikatlarda Yunanistan ile çatışmaya varmayan gerginliği tırmandırıcı durumların oluşturulacağı,c. Yunan Adaların 6-12 mili arasında sancak/varlık gösterileceği, ç.
Emredildiğinde Yunan unsurlarına karşı Ege ve Doğu Akdeniz’de caydırıcı
ve zorlayıcı tedbirler alınarak krizin tırmandırılmasına yönelik
faaliyetlerin icra edileceği”“İCRA” başlıklı bölümünde, “Harekâtın
maksadının; Ege Denizi’nde Yunanistan ile çatışmaya varmayan faaliyetler
ve küçük çaplı çatışmalarla krizi tırmandırmak ve kısmi seferberlik
ilan edilmesi için gerekli ortamın oluşturulması” olduğu belirtilmekte,Oraj
Hava Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “Türkiye genelinde
sıkıyönetim ilan edilmesini sağlamak ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının
faaliyetlerinin başarıya ulaşmasını sağlamak maksadıyla; Yunanistan’la
gerginliğin artırılacağı ve irtica yanlılarının tahrik edilerek TSK
aleyhine faaliyetlere başlamalarının sağlanacağı, envanterindeki mevcut
silah sistemlerini kullanarak psikolojik etki yaratılarak hükümet ve
TBMM üzerinde baskı kurulacağı” ifade edilmekte,“İCRA” başlıklı
bölümünde, “Türk Hava Kuvvetlerinin Ege Denizindeki uçuşlarının
sayısının artırılacağı, Türk savaş uçaklarının Yunanistan tarafından
engellendiği ve taciz edildiğinin gündeme getirileceği,Hava
Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde ve özellikle Filolarda Yunan Hava
Kuvvetlerine yönelik husumet ve gerginliğin kontrollü olarak
artırılarak, pilotların uçuşlarda daha agresif olmalarının sağlanacağı,
benzer olaylarda meşru müdafaa kapsamında atış dahi yapabileceği gayri
resmi olarak pilotlara deklere edileceği,Hükümetin sıkıyönetim ilan etmesi sağlanıncaya kadar faaliyetlere aralıksız devam edileceği” belirtilmektedir.Bu
kapsamda EGAYDAAK (Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş
Ada, Adacık ve Kayalıklar) çalışma gruplarının oluşturulduğu, grupların
anılan konuya ilişkin çalışmalar yaptıkları, Harekatın başlaması ile
birlikte gözetim altına alınacak bürokrat, yerel yönetici, medya
mensubu gibi hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transferlerinin
nasıl gerçekleştirileceklerine ilişkin planlamaların yapıldığı,Planın
uygulanmasına engel olabilecek komutanların harekatın başlaması ile
birlikte gözaltına alınmalarının kimler tarafından
gerçekleştirileceğinin belirlendiği, bu kapsamda Jandarma, Kara ve Deniz
Kuvvetlerine yönelik hazırlanan “GEN ETÜD” ve “HASSAS PERSONEL LİSTESİ
EK-C” adlı listelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup 293 general ve
amiralin plan ve harekata destek durumlarına ilişkin, “destekler,
desteklemez, (+), (-) şeklinde tespitler ile ayrıca kimi isimler için
ise “kişiliksiz, geçimsiz, şahsi menfaatlerini ön plana çıkarır”
şeklinde değerlendirmelere de yer verildiği anlaşılmaktadır. Ancak dosya
içeriği itibariyle temel
birçok dokümanı ele geçirilemeyen Oraj Hava Harekat Planı kapsamında,
hava unsurlarının benzer nitelikteki belgesine ulaşılamamıştır.Yine, oluşumun deşifre olması durumunda alternatif hareket tarzlarının geliştirilmesi, muhtemel
adli ve idari soruşturmalara yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin
çalışma grupları oluşturulmuş, “ihtimalat planları”nın hazırlanması
yoluna gidilmiştir.Jandarma unsurlarının, olağanüstü hal ve
sıkıyönetim ilanının sağlanması maksadıyla harekat ortamının
şekillendirilmesine yönelik yukarıda izah edilen “sakal” ve “çarşaf”
eylem planları dışında, imza bloğunda Jandarma Kurmay Binbaşı H.. Y..’ın
isminin yazılı olduğu “sivil toplum kuruluşlarına yönelik eylem
planı”nda ise, “Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için
faaliyetlerde bulunduğu bilinen Rum Patrikhanesinin süresiz
kapatılacağı, Patrik Bartholomeos ve diğer yöneticilerin tutuklanacağı,
Rum Patrikhanesi’nin tüm mal varlığının, Türk Ortodoks
Patrikhanesine devredileceği, azınlıklara ait eğitim kurumları,
hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıfların faaliyetlerinin
ikinci bir emre kadar durdurulacağı, zararlı faaliyette bulundukları
tespit edilenlere el konulacağı, zararlı faaliyette bulunmaları neticesi
el konulan azınlıklara ait eğitim kurumu, hastane, basın yayın organı,
dernek ve vakıf yöneticilerinin mal varlıklarına el konulacağı”
öngörülmüş, bu hususa ilişkin olarak, 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen
Komutanı Tümgeneral M.. Y.., 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen
1.Ordu Plan Seminerinde, “İstanbul da yaşayan azınlıklara ait ibadet,
eğitim kurumlarıyla, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıflar
yansıda sunulmuştur. Yasalarımıza bağlı gözükmekle beraber Rum
Patrikanesi'nin Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için
faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir” şeklinde açıklamada bulunduğu da
görülmüştür.1.Ordu Komutanlığının görev alanında bulunan İstanbul ve
Bursa Jandarma Bölge Komutanlıklarının sorumluluk sahaları içinde,
“kilit görevlere atanacak personel”, “görevlendirilecek personel”,
“tutuklanacak AKP üyeleri”, “gözaltına alınacak belediye başkanları”,
“gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri”, “görevli mülki amir ve
belediye başkanlarının durumları”, “kapatılacak dernekler”, “plana
destek verecek dernekler”, “kiliseler ve sinagoglar”, “arama yapılacak
yerler”, “gözaltına alınacak irticai örgüt mensupları” ve “tutuklanacak
irticai örgüt liderleri”ni gösterir listelerin hazırlandığı, İstanbul
Jandarma Bölge Komutanlığında görevli olup listelerin imza bloğunda adı
bulunan İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Albay K.. A.., 24.02.2010
tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii
huzurunda alınan ifadesinde, “yapılan listelerin rutin bir istihbarat
faaliyeti olduğunu, listelerin hazırlanması konusunda üstü olan İstanbul
Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz tarafından emir
verilmiş ise, gereği için kendisinin de illere göndermiş olabileceğini
ve illerden gelen listeleri birleştirmek suretiyle karargâh çalışması
olarak üstlere sunmuş olabileceğini” belirtmek suretiyle anılan
listeleme çalışmalarını kabul ettiği, bu maddi gerçeği doğrular şekilde,
İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz
25.11.2010 tarihli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla
müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “listelerin hazırlanması konusunda
kendisinin emir vermediğini, bu listelerin emir komuta zinciri dışında
hazırlanmasının da mümkün olduğunu” beyan etmiş, aynı hususa ilişkin
olarak 03.02.2012 tarihli duruşmada alınan savunmasında da, “Cumhuriyet
savcılığında, bu fişlemelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanması
mümkün müdür diye bir soru var. Bu soruyu aldığımda sayın Savcımıza şunu
söyledim zapta geçmeden. Bu emir komuta ile emir komuta zinciri içinde
yapılır desem ben şüpheli sıfatıyla karşınızdayım. Benim komutamda
yapıldığı anlaşılır. Emir komuta dışında, zinciri dışında yapıldı
desem o zaman 2 personelimin ismi var bana sorulan sorularda. Bunların
hakkında bir şüphe kapalı olarak da olsa bir şüphe anlamı taşır dedim.
Dedi; hayır o manayı taşımaz. Yukarıda bu listelerle ilgili bizim görev
ve fonksiyonumuz yok dediniz. Avukata danışayım dedim. Avukata danıştım o
da hayır efendim dedi, bir behis yoktur dedi. Ben emir komuta zinciri
dışında yapılır şeklinde bir beyanda bulundum. Buradaki kastım
kesinlikle bir personelimi, personelime şüphem olduğu yolunda değildir.
Böyle bir şeyim savunmam içerisinde de yapılamayacağını ifade ettim. Tek
başına 2 karargah subayının yapabileceği iş değil. Benim karargahım
bilgi toplamakla yetkili ve bu bilgi toplama konusunda kadrosu olan bir
karargah değildir. Ast birliklerden gelen bilgileri derler buna dair
kıymetlendirme yapar. O itibarla bu sorum yanlış anlaşılmasın diye
düzeltiyorum. Hiç kimse ilgili bir kastım burada yoktur. Tabi üçüncü bir
cevabı varmış onu burada öğrendim. Yetkisiz ve başkaları tarafından
yapılabileceği hususunda bir noktaya bulunduğum süre içerisinde gelmiş
bulunuyorum” biçiminde anlatımda bulunduğu, yine İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına teslim edilen 11 nolu CD ve Donanma Komutanlığında
yapılan aramada ele geçen 1 nolu TDK marka CD içerisinde bulunan, imza
bloğunda İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Yüzbaşı Y.. G..’ın adının
bulunduğu “Bursa İli ve İlçelerinde Görevli Mülki Amir ve Belediye
Başkanlarının Durumu” başlıklı siyasi görüş ve genel tutumlarını içerir
fişleme niteliğindeki çalışmanın aynısı olup adı geçene ait olan ıslak
imzalı belgenin Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele
geçirilmiş olması ile listeleme çalışmalarının kuşkuya yer bırakmayacak
şekilde teyit edildiği anlaşılmış olup,Dosya kapsamındaki
çalışmalara ilgili oldukları alanlar bakımından rakamsal olarak
bakıldığında, yaklaşık; 5000 subay ve astsubayın (Özel operasyon ve
sorgulama timlerinde, özel görevli toplama timlerinde, sıkıyönetim
mahkemelerinde, darbe harekatı timlerinde, gözaltı timlerinde, hasar
tespit timlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç
depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve
gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, müzahir personeller,
operasyonel faaliyetleri yürütecek personeller, öncelikli ve özellikli
görevlendirilecek personeller ve sıkıyönetim görevlerinde kullanılacak
personelin yaklaşık 3500 kişi olduğu) sicil ve görev yerleri ile, 13000
sivil (Çeşitli bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarında çalışan üst düzey
kamu personeli, Yargıtay ve Sayıştay üyeleri, hakim, savcı, vali,
kaymakam, belediye başkanı, emniyet mensubu, siyasi parti üye ve
yöneticileri, öğrenciler vs.) kişinin görev yerleri ve bazı kişisel
bilgileri ile, 2000 tüzel kişinin adresleri ile birlikte belirlenmiş
kategoriler içinde listelendiği görülmektedir. Yukarıda yapılan
açıklamalar ışığında; yürütme organını cebren ıskat veya vazife
görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan
Balyoz Güvenlik Harekat, Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat planları ile
diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu
görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş bir coğrafi alana yayılan,
yaklaşık 20000 gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003 yılına ait bilgi
ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen
kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya
kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu
sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler,
yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntıları ile sanıkların görev, unvan
ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine
ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç
suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir
alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte
bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış
olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate
alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm
belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak
gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş
icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır. Bu
kapsamda; oluşumun yasadışı olması, çalışmanın kapsamı, nispeten
kısıtlı imkan ve personelle hukuka aykırı olarak ve gizlice yapılması
ile tanıklar M.. Ü.., S..E.. B.., B.. A.., O..G.., B.. B.., A.. Y.., S..
K..ve M..E..B..’ın anlatımları da nazara alındığında; planlama,
görevlendirme ve çalışmaların askeri hiyerarşiye, yazışma şekil ve
tekniklerine uymadığına ve belgelerin içeriğine ilişkin itirazlar
yerinde görülmemiştir. 2.3- Dijital Belgelerin Saklanması;Sanıklar
tarafından hazırlanan planlar, yapılan organizasyon ve
görevlendirmeler, görevlendirmelerin gereklerine ilişkin çalışmalar,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı, meşru görev ve
yetkileri, mutad imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan yapılmış ve
bu nedenlerle her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler
olmayıp, ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon ile
gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla
yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere
ele geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından
girişilen eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu
çerçevede hayatın olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı
mahallerde Balyoz, Suga, Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi
olmayan ancak Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev ve yetkileri ile de
ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul edilen çok
sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda,
yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer
faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna
varılmaktadır. Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahalleri,
planlar dahilinde görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de
uyumludur. Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz
unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma
Komutanlığına ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava
Kuvvetlerinden istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda
gizlenmiş olarak ele geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan
belgelerin de kara unsuru olan 1.Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak
bilinen kontrollü evrak bürosundan çıkarılmış olması arasındaki
paralellik, oluşa ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun olduğunu
göstermektedir. Dava konusu plan ile bu kapsamdaki belgelerin, ilgili
suçun icrası kapsamında olsun ya da olmasın, bu planın icrasında görev
alan unsurlara ait yerlerde ve mensup kişilerde en az bir nüsha olarak
çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular nitelikte görülmüştür.2.4- 05-07 Mart 2003 Tarihli Plan Semineri2.4.1- Süreç;Balyoz
Güvenlik Harekat Planının “HAZIRLIK SAFHASI” adlı bölümünde, “Balyoz
Güvenlik Harekat Planının, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo”
isimli jenerik bir plan şeklinde, “GİZLİ” gizlilik derecesinde ve özel
seçilmiş, sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan
seminerinde denenip müzakere edileceği”,“AST BİRLİKLERE GÖREVLER”
adlı bölümünde ise, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En
Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı
plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm
listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin
güncelleneceği” ifade edilmek suretiyle, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığının 2003 yılı Tatbikat Programlama (TATPROG)
dokümanına göre, 04-06 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı
bünyesinde icra edilecek olan plan seminerinde, örtülü şekilde Balyoz
Güvenlik Harekat Planının görüşüleceğinin kararlaştırıldığı, Ayrıca
1.Ordu Komutanlığının, Tuğgeneral M.. Ö.. imzalı 07 Şubat 2003 tarihli
yazısında, icra edilecek plan seminerindeki arzların mutlaka somut
verilere dayandırılmasının ast birliklere emredilmesi suretiyle, Balyoz
Güvenlik Harekat Planının yukarıda bahsedilen “ast birliklere görevler”
başlıklı bölümü ile de paralellik sağlandığı,1.Ordu Komutanı
Orgeneral Ç.. D..’ın, 05 Mart 2003 günü plan seminerinin açılışında,
“Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci
öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz.
İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz, yaşadığımız durumları
ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o
kötü senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan
bir kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek
bilmiyorum. Öyle bazı endişe verici bazı gelişmeler de var. Bütün
gelişmeler içerisinde tabi sağduyulu ve sağlam düşünmek sağlam duruş
vaziyetinde olması lazım silahlı kuvvetlerinin, çünkü halkımızın bütün
olumsuz gelişmelere karşı tek dayanağı yine silahlı kuvvetler. Bu
bakımdan da bu olumsuz gelişmeler içte gelişecek olumsuz gelişmelere
karşı hazırlıklı olmak planları gözden geçirmek ve hatta yoksa
planlarımız yeni planlar üretmek durumundayız ….. şimdi arkadaşlar, bu
bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik taşıyor”
şeklindeki ifadelerinin de bu durumu teyit eder nitelikte olduğu
anlaşılmıştır.1.Ordu Komutanlığının 12 Aralık 2002 tarihli Plan
Çalışması Uygulama Esasları yazısında plan seminerinin, “Olasılığı En
Yüksek Tehlikeli Senaryo” esas alınarak icra edileceğinin belirtildiği;
Kara Kuvvetleri Komutanlığının 02 Ocak 2003 tarihli yazı ve eklerine
göre ise, icra edilecek plan seminerinde “Türkiye ile Kırmızı arasındaki
sorunların barışçı yollardan çözümlenememesi ve giderek tırmanan
gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içinde Ertuğrul Harekat Planı
incelenmek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi
gereği hazırlanan Harekat Planının geliştirilmesi, uygulamaya dönük
hazırlıkların ve komuta kontrol sistemlerinin gözden geçirilmesi”
hedeflenmiş ve 03 Ocak 2003 tarihli yazısına göre de “plan seminerinin,
Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanında emredildiği şekli
ile icra edilmesi”, teklif edilen “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli
Senaryonun” ise 04-06 Mart 2003 tarihli plan seminerinden sonraki bir
tarihte “plan çalışması” şeklinde incelenmesi emredilmiştir.Genelkurmay
Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının
03 Ocak 2003 tarihli açık emrine rağmen, 1.Ordu Komutanı Orgeneral
Çetin Doğan’ın icra edilecek plan seminerini Genelkurmay Başkanlığı ve
Kara Kuvvetleri Komutanlığının öngördüğü kapsamda yapmama kararlılığı
nedeniyle, 1.Ordu Komutanlığı Karargahı tarafından, Ordu Komutanı ile
Kuvvet Komutanının arası açılmasın düşüncesi ile Kara Kuvvetleri
Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içermeyen 14 Ocak
2003 tarihli, 1.Ordu ast birliklerine ise Olasılığı En Yüksek Tehlikeli
Senaryoyu içerir 15 Ocak 2003 tarihli; “1.Ordu Plan Semineri-2003”
konulu yazının gönderilmesi düşünülmüş ancak, hem ast birliklere hem de
Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu
içerir 31 Ocak 2003 tarihli tek bir yazının gönderilmesine karar
verilmiş olduğu, 1. Ordu Komutanlığı Harekat Y.Başkanı Tuğgeneral M..
Ö.. ve Harekat Şube Müdürü Kurmay Albay S.. T..’nin anlatımlarından
anlaşılmıştır. İcra edilecek plan seminerine ilişkin olarak 1.Ordu
Komutanlığınca ast birliklere gönderilen 04 Ocak 2003 tarihli yazıda,
seminerin 1 ve 2. gününde Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun, 3.
gününde ise Egemen Harekat Planının esas alınacağı belirtilmiş iken, 06
Şubat 2003 tarihli yazıda, 04 Ocak 2003 tarihli emre ilişkin olarak
metinden “Egemen Harekat Planı esas alınarak” ifadesinin çıkartılarak
yerine “önceden gönderilecek özel durum esas alınarak” ifadesinin ilave
edilmesi istenmiştir. 1.Ordu Komutanlığının 21 Şubat 2003 tarihli
yazısı ile, 04-06 Mart 2003 tarihinde icra edilmesi planlanan seminerin
05-07 Mart 2003 tarihine alındığı ast birliklere bildirilmiştir.Kara
Kuvvetleri Komutanlığının “Harp Oyunu ve Plan Tatbikat/Seminerleri İcra
Esasları”na göre, plan seminerinde gerçek isimlerin kullanılmayacağı
belirtilmesine rağmen, 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen plan
seminerinde görevden uzaklaştırılması düşünülen bazı yer belediye
başkanlarının adları ile imam hatip lisesi müdürlerine yer verildiği,
ayrıca aynı emirlere aykırı olarak 1. Ordu Komutanı Ç.. D..’ın talimatı
ile plan seminerindeki konuşmaların kayıt altına alındığı da
görülmüştür.2.4.2- Plan Seminerinde Yapılan Konuşmaların Balyoz Güvenlik Harekat Planı İçeriğini Doğrulaması;Duruşmada
sanıklar tarafından da doğrulanan plan seminerine ilişkin ses kayıtları
dinlendiğinde, söz alan kimi katılımcıların, Balyoz Güvenlik Harekat
Planı ve nihai hedefini seminerde örtülü bir biçimde tartıştıkları,
siyasi iktidara yönelik yapılan askeri darbelerin yerinde
müdahaleler olduğuna ilişkin anlatımlarda bulundukları, bu
kapsamda; 5. Kolordu 3. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay E..
A..’ın, “Komutanım Türk Silahlı Kuvvetleri en tehlikeli senaryo olarak
belirlenen bu senaryo ki, bana göre hafif bir senaryo, bunun daha ağır
veçheleri de var. Bu senaryonun iç müdahale etmek için, iç tehdidi
bertaraf etmeyi, behemehal bertaraf etmeyi takiben iç hat manevrasında
olan bir ülkenin yapması gereken şeyi son derece tereddütsüz, sert ve
seri bir biçimde yapması lazım, demokratik olmayan unsurların
demokrasiyi yıkmak için demokratik haklardan yararlanmasına müsaade
etmek akıllı devletlerin çözüm tarzı olmamalıdır”,5. Kolordu
Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın, “12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine
dönmüş, hergün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol birbirine girmişti. Ama
bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke
sütliman haline geldi. Eee şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması
için fazla uğraşa gerek yok. Yani kuvvetleri sağa sola göndermenin,
bana göre yapılacak en kolay harekat tarzı bir 12 Eylül gibi harekatın
baştan itibaren organize edilmek suretiyle bir anda söndürülmesi imkan
sağlar diye düşünüyorum. Burada, tabi burada söylemek istemedik ama
sonunda bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bundan sonraki konuşmalarda da
dikkate alın...” şeklinde anlatımlarda bulundukları tespit edilmiştir.Yine,
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI”
başlıklı bölümünde, “Potansiyel tehdit teşkil eden unsurların
belirlenmesi ve bunların ele geçirilmesi veya kontrol altına alınması;
eldeki arşivin incelenmesi yanında, kim, nerelerde, hangi evlerde
barınıyor bunların planlanması; kritik alanların tespiti ve başlangıçtan
itibaren kontrol altına alınması doğru ve gerçekçi istihbarat akışını
gerekli kıldığından askerden arındırılan Milli
İstihbarat Teşkilatı (M.İ.T.) yeniden yapılandırılarak müzahir personel
kilit görevlere getirilerek (EK-C) başına muvazzaf bir generalin
atanacağı” belirtilmiş,Bu çalışmayı doğrular tarzda plan seminerinde
konuşan 5. Kolordu 3. Mekanize Piyade Taktik Tümen Komutanı Tümgeneral
B.. B..’nın, “Bir diğer konu, az önce sayın komutanlarımızın büyük
rakamlarla ifade ettiği bu boyuttaki irticai ve bölücü örgütlerin biz
geçmişte bir 12 Eylül harekatında listelerini elimizde hazır bulduk.
Bunların liderlerinin, o listeleri de hazır bulmamızın altında yatan
neden istihbarat kuruluşlarının ki, bunların başında gelen Milli
İstihbarat Teşkilatının başında askerin bulunmasından kaynaklanıyordu.
İçinde bulunduğumuz ortamda bu listeleri sağlıklı bulup bulamama
konusunda ben şahsen endişe taşıyorum. Bu bakımdan Kara Kuvvetleri
Komutanına da Milli
Güvenlik Kurulu üyesi, Genelkurmay Başkanına, bu kanunlarda her türlü
teklifi yapabilecek makam Ankara’daki toplantıda bu atmosferde MİT’in
başındaki yetkilinin de asker kökenli olmasının, hatta Kara
Kuvvetlerinde bir sınıf halinde teşkilatlanan ancak şuanda pek
fonksiyonel olmadığı konusunda hem fikir olduğumuz istihbarat sınıfında
geçmişte olduğu gibi MİT içerisinde belli bir yüzde içerisinde, belli
bir süre daha yer almasının uygun alacağını değerlendiriyorum. Arz
ederim” şeklinde,Aynı konuda konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Evet
sıkıyönetim yeterli mi meselesi tabi ayrı bir konu, sıkıyönetim
konusunda ben mevcut düzen içerisinde olabilecek hani çalışmaları bütün
zorluklara rağmen yapılması gerekir, eee asker kişi olması yönünde
biliyorsunuz arkadaşlarımızın hepside bilsinler zaten yasal mevzu,
gerçekten de önemli MİT’in başında bir asker kişinin olması, önemli
asker kişi önemli, asker kişi nasıl oluyor onları hep birlikte bilelim. Milli Güvenlik Kurulunda atama kararlaştırılır. Alınması ve yerine adam konması MİT’in, Milli Güvenlik Kurulunda yapılır. Milli, Milli
Güvenlik Kurulunda da, mevcut, işte hükümet budur. Bu mevcut hükümetin
efendim silahlı kuvvetlerin işine gelecek bir adamı şey yapacak
kendisine bu konuda tarafsız doğru bilgiler verecek kimseyi getirmesi de
söz konusu değil. Kendilerine yakın sandıkları bazı askeri kişileri de
gündeme getirmişlerdir. Tabi bu sorun yaratacağı düşüncesiyle de bu da
kabul edilmemiştir, yani yani bu konu Cumhurbaşkanı, yahut şu bu
kimseler tarafından bazı adamlar uyanmıştır. Bu da bize gavurların
dediği gibi "off the record" olarak söylüyorum. Adamlar kendilerine
uygun kişileri oraya getirme çabasında, çok zor, iş bu şartlar altında
MİT’i şey yapmak, o yüzden de biz iç hizmetin verdiği bize yetki var.
Ötesi berisi yok kanun” biçiminde ifadelerde bulundukları görülmüştür.Balyoz
Güvenlik Harekat Planının “AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde,
“Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli
Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine
kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile
teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği”
belirtilmiş,Bu çalışmaya uygun olarak, Orgeneral Ç.. D.. ile 3.
Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.. arasında plan
seminerinde gerçekleşen konuşmada,Ç.. D..’ın, “Bu son derece
eksiklik zaten biz plan çalışması içerisinde bu konuda bilgi istedik.
Yani her EMASYA bölgesindeki komutanlar kendileri, kendi bölgesindeki
bilgileri, şahısları belirlemelerini istedik. Sanıyorum ki bu konuda
bazı var”,M.. Y..’ın, “Klasörler burada yanımızda getirdik komutanım.
İstanbul ili için daha çok bilgiye ihtiyacımız olmasına rağmen elimizde
yeterli bilgi var. Yani fırınlarından pastanelerine kadar hepsini
çıkardık. Listelerimiz hazır, örgütlerin nerelerde olduğu, vakıflar
nerelerde, sinagoglar, kiliseler, nereleri korunacak, yeterli bir
çalışma yaptığımızı sanıyorum. Gelişmeye muhtaç yalnız komutanım. Çünkü
bazı noktalarda gelip tıkanıyorsunuz. Karşı tarafta muhatap olduğunuz
kişiler neden acaba bu bilgiyi istiyor diye soru işareti ile size
geldiğinde o zaman şu çalışmamızın gizlilik derecesi ifşa olma durumuna
geldiği için emir verdik. Kolordu komutanımızda aynı şekilde emir
verdiler orada durduk”,Ç.. D..’ın, “Yoo yoo durmayın. Bilgi sahibi
olmamızın, bazılarının bazı faaliyetlerde caydırmada etkisi olur. Yani
silahlı kuvvetler olarak bazı bilgiler istenilmesi bazı şeyleri şey
yapılması, insanların bilgi alması bu adamaların cüret ve cesaretlerini
kırma bakımından şeyler olur, bizim duruşumuzu biliyorlar zaten, bizim
duruşumuzu tutumumuzu biliyorlar ve bu durumda da silahlı kuvvetlerin
boş durmadığını herhangi bir duruma karşıda tepki göstereceğini
bilmeleri gerekir. Ben bu konuda gereğinden fazla birşey değil, bizim
yasal zemin içerisinde yasal görevimizi bulmak için bir görev yapıyoruz.
Bu durumda ben taa 1997 yılında o zaman Batı Çalışma Grubunun başında
olarak bir yazı yazdım, bütün garnizon komutanlarına o dönemde ve bunu
ele geçirmişler. Ele geçirende C.G. beni Devlet Güvenlik Mahkemesine
mahkemeye verdi. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Orda
şöyle yazmıştım. Açıkça bazı camilerde işte silahlı kuvvetler aleyhine
şeyler oku, rejim aleyhine hutbeler okutulduğu konuşmalar yapıldığı,
işte garnizon komutanları görevi müsait olan personelin tamam mı
görevlendirilerek yer, zaman tespiti suretiyle bunların
belgelendirilmesini ve bu suretle bizi bilgilendirilmesini, bizim de
bunu bir şeyi ilgili yetkili, yetkili makamlara bunu duyuracağımız yönde
bir yazı yaz, gayet demokratik bir yazı aynı şekilde de böyle yapan
var, kim yapıyor ediyor bunları bizim bilme ülkenin birlik ve
bütünlüğünü koruma yönündeki şeyimizin bir vazifemizin bir neticesidir”
şeklinde ifadelerde bulundukları tespit edilmiştir. Balyoz Güvenlik
Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Devlet otoritesi
hâkim kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil
şahıslar atanacağı, bu maksatla; bütün kilit görevleri Askeri personelin
devralacağı, anılan kilit personelin, Harp Akademileri Komutanlığı,
sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve
subaylardan, yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan
tefrik edilerek, bu personele ait hazırlanmış olan isim listelerinin
güncellenerek hazır tutulacağı” belirtilmiş,Bu çalışma içeriğine
uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü
Kurmay Albay E.. K..’ın, “Kamu görevlerinin devralınması için önceden
belirlenmiş olan personel görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu
maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan
yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlığına
gönderilmiş olacaktır. Askeri personel bütün kilit görevleri alacaktır.
Bu personel Harp Akademileri, sınıf okulları ve diğer askeri
birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde
emekli general ve subaylardan tefrik edilecektir. Sıkıyönetim komutan
yardımcılıklarınca, personel tehdit eden, potansiyel tehdit eden
şahıslar gözaltına alınacaktır. Bu şahısların gözaltına alınması için
timler teşkil edilecek bunların her sıkıyönetim komutan yardımcılığı
için belli yerlerde gözaltında tutulması planlanacaktır” biçiminde,Aynı
konuya ilişkin olarak Orgeneral Ç.. D.., 3. Kolordu 66. Zırhlı Tugay
Komutanı Tuğgeneral İ.. B.. ve 15. Kolordu 2. Zırhlı Tugay Komutanı M..
V.. tarafından yapılan konuşmalarda ise;Ç.. D..’ın, “Belli
yerlerdeki efendim belediye, büyükşehir belediye başkanlığı dâhil,
büyükşehir belediye başkanlığının ötesinde küçük hani normal bağlı
belediye başkanlıkları örgütleri var. Bunların bir bölümü irticacı,
gerici ve değerlendirmeler içerisinde de ne yapıldı, Tümen Komutanınız
bunlarında problem yaratacağını söyledi. Doğrudan doğruya bu belediyeye
yönetimlerine el koyma gibi görevlendirmeleriniz yok mu? Mesela diyelim
ki Pendik Belediye Başkanı, Yakacık Belediye Başkanı, Ümraniye Belediye
Başkanı yahut şuradaki buradaki belirli mahallerde yönetimi bütünüyle
buradaki halkın ihtiyaçları ve bilmem bir de askeri yönetimin doğrudan
doğruya olması gereken, Şişli Belediye Başkanı demiyorum, belli
yerlerdeki bütün faaliyetleri hizmetleri kontrol etme fiilen orda
görevlendirme gibi bir düşünceniz yok bu şeye göre. Eskileri kontrollü
olarak güdeceksiniz. Ama şu var yani. Gözle aşikar olan bir şey var.
Şimdi bir büyükşehir belediyesi var. Bir İski’si bir keskisi bilmem nesi
var. Şirketleri var, ondan sonra bunun ötesinde bir de neler var. Belli
Pendik Belediye Başkanı var, yani adam. Üsküdar Belediye Başkanı var.
Yani belli, irtica olan adamlar sıkıyönetimde ne yapıyor. İstanbul
Belediye Başkanı değişti mi 12 Eylül’de, değişti değil mi? Buyurun. Ben
şimdi daha bazı sorular soracağım, çünkü Kuvvai İnzibatiyenin temsilcisi
var burada, Jandarma Bölge Komutanımız bu konularda hem istihbarat
bilgisi bakımından…”,İ.. B..’nın, “Komutanım bilgileri, biz belediye
başkanlığına ulaşmakta güçlük çekiyoruz, malum nedenlerden dolayı
direkt temasa da geçmemiz pek uygun değil, değişik zamanlarda gerek
personelim gerekse kaymakamlıktan bilgi almak suretiyle hangi
belediyelerin müzahir, hangi belediyelerin böyle bir kalkışmada bizim
vereceğimiz emirlere uymayabileceğini flu olarak çıkardım. Bölgemde 8
belediyenin böyle bir durum oluşması halinde verdiğim talimatlara aynen
uyabileceğini değerlendiriyorum, ancak 4 belediyenin de uygun safhada
başkanlarının değiştirilmesi için Kolorduya teklifim de var komutanım”,M..
V..’un, “Bölgedeki bütün basın yayın kuruluşları kontrol altına
alınacak, halkın kışkırtılması ve tansiyonun yükseltilmesine yönelik
yayınlar engellenecek, rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak, bütün
eğitim kurum ve kuruluşlarında eğitimin kesintisiz devam ettirilmesi
için gerekli tedbirler alınacak, halkın seyahat özgürlüğünün
kısıtlanmaması için karayolu, havayolu ve demiryolu ulaşımı açık
bulundurulacak. Tuzla Belediye Başkanı İ.G. ve Sultanbeyli Belediye
Başkanı Y.K. yerine tespit edilen personelle değiştirilecek, Kartal'da
12, Pendik'te 2 ve Sultanbeyli de 3 olmak üzere, toplam 17 amacı dışında
faaliyet gösteren kurum derhal kapanarak sorumlular hakkında yasal
işlem yapılacak” şeklinde ifadelerde bulundukları görülmüştür.Balyoz
Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Alışveriş
merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel
listelerinde (EK-M) olası değişiklikler hassasiyetle takip edilecek ve
herhangi bir aksaklığa meydan verilmeyeceği” belirtilmiş,Bu konuyu
doğrular şekilde plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube
Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Başta gıda maddeleri olmak üzere bölge
halkının temel
gereksinimlerinin karşılanmasında kontrolün belediyelere
bırakılmayacağını, sıkıyönetim komutan yardımcılıklarının büyük
alışveriş merkezlerini doğrudan kontrol ederek bu merkezlerin
imkânlarından yararlanılacağını” ifade ettiği,Konuya ilişkin
açıklamalarda bulunan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Sıkıyönetim ilan
edildiği zaman en önemli konu, en önemli konu, halkın günlük
ihtiyaçlarının, yemesinden, içmesinden, barınmasından, asayişinden
tamamen silahlı kuvvetlerin sorumlu olmasıdır. Ve yapılan her harekette,
yanlış adımda, polisin yaptığı hareket yanlışsa, bizlerin yaptığı,
sokakta devriye gezen bir jandarmanın yaptığı bir hareket yahut da bir
merkez komutanlığına bağlı bir inzibat erinin yaptığı hareket kötüyse,
faturası hepimize çıkacaktır. Onun için de bu konularda temel, temel
yaklaşım biçiminin belirlenmesi icap eder. Sıkıyönetim hallerinde,
sıkıyönetim hallerinde görev ve sorumlulukların belirlenmesinde Merkez
Komutanlığı ve bu birim içerisinde görev yapanlar, diğer unsurlar
tamamen halka davranış biçimlerini, halkla ilişkilerini çok iyi bilmesi
lazım. Bilelim ki bütün ihtiyaçların karşılanmasında silahlı kuvvetler
sorumlu görülecek. Şu halde Devlet Su İşleri, bölgedeki belediyelerin
Diskisi, İskisi, Yaskisi, Maskisi diye bir sürü teşkilatlar ve şirketler
var. Bu şirketler şuanda zaten gerici unsurların elindedir. Bu
şirketler kendilerine serbest bırakıldıkları takdirde, bunları denetim
planlarını yapmadığımız takdirde, bunlarla ilgili planlama, bunların
başına kendi içimizden yani emekli olmuş personel geçirmediğimiz
takdirde, bunları yeni bir yapıya kavuşmadığımız takdirde, bunların
yaptığı her hareket bizi sabotaja yönelik olacaktır ve
baltalayacaklardır ve faturası da halk üzerinde bize çıkacaktır. İşlerin
tıkır tıkır işlemesi ve gitmesi lazım. Üniversitedeki hayatın,
üniversitedeki gençlerin hani böyle gereksiz güç kullanma baskı kullanma
şeklinde değil de, buradaki işlerde bile yani silahlı kuvvetlerin iyi
temsilcilerinin bulunması, yani demir yumrukla değil, demir eldivenle
değil ama böyle yönetimde kadife eldiven dedikleri bir tarzda irticai
kesimle hiçbir surette beraber olmamış unsurların da silahlı kuvvetlerin
yanında olmalarını sağlayıcı tertip ve tedbirler alınması lazım. Böyle
bir olayda, böyle bir olayda Şükrü Paşa bir şey söylemişti, tabi bu
adamlar eli kanlı sopalı falan filan bizim tabi silahlı kuvvetlerin
unsurları varken yani halkı silahlandırmamız söz konusu değil. Ama
halkın manevi gücünün, maddi varlığının bizim yanımızda olması, sonuna
kadar götürülmesi önem taşıyor. Onun için halkla ilişkiler boyutu bu
harekâtta çok önemli. Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim
uygulamalarında temel hatamız, ben yaşamış, bölgede 1960'lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum, temel
hatamız şu olmuştur, sıkıyönetim görevleri harp darp olmadığı halde hep
tali görevler sayılmıştır” şeklinde açıklamalarda bulunduğu tespit
edilmiştir.Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “İCRA SAFHASI” adlı
bölümünde, “Hiçbir hak ve özgürlüğün mutlak ve sınırsız olmadığı gibi,
konu laik devletin bekası olunca haber verme ve basın özgürlüğünün de
sınırsız ve mutlak olmadığı, harekâtın icrası ile birlikte her türlü
yazılı, sözlü ve görsel basın yayın kuruluşlarının kontrol altında
tutulacağı, önceden tespit edilen AKP, yıkıcı, bölücü ve irticai
gruplara müzahir (EK-C) tüm basın yayın kuruluşlarının yayınlarının
derhal durdurulacağı” belirtilmiş,Bu çalışmaya uygun olarak, plan
seminerinde konuşan 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M..
Y..’ın, “26 televizyon, 130 radyo, 2685 neşredilen yayın ve 2015 matbaa
ile Türkiye’deki yazılı ve görsel basının büyük bir bölümü İstanbul da
bulunmaktadır” biçiminde anlatımda bulunduğu anlaşılmıştır.Balyoz Güvenlik Harekat Planının “MAKSAT” adlı bölümünde, “Harekatın maksadının; ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel
bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve
varlığını yeniden tesis etmek ve laik demokratik düzenin işlemesine mani
olan sebepleri, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırmak”
olduğu belirtilmiş, Bu konu, planın “VAZİFE” başlıklı bölümünde ise,
“laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebeplerin, bir daha
hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırılması maksadıyla; derhal, AKP
Hükümetinin iktidardan uzaklaştırılacağı ve mevcut irticai yapılanmanın
şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesi
ile laik devlet otoritesi ve varlığının yeniden tesis edileceği”
şeklinde vurgulanmış, Plan seminerinde konuşan 5. Kolordu Komutanı
Korgeneral Ş.. S..’ın; “Şimdi komutanım, ordu karar, şurada ordu
komutanı olarak şuna karar vermek lazım. Şimdi ortada son derece önemli
bir tehdit var. Buradaki bir başarı sadece İstanbul'la sınırlı
kalmayacak bunu gözleyenler bekleyenler var ve buradaki hareketin
başarısına bağlı olarak İç Anadolu'da Türkiye'nin genelinde bazı
bölgelerde bu olaylar tırmanma gösterebilecek. Onun için buradaki
hareketin süratle bastırılması birinci prensiptir. Bunun için ben, 2. Ve
5. Kolordu Komutanlıklarımız dâhil olmak üzere, benim için ikinci
öncelik dış tehdide müdahale etmektir. Ben önce iç tarafı halletmek
durumundayım. Onun için bu biraz önce ifade edilen seferde kurulacak
birliklerle falan bu işin halledilmesi mümkün değil. Onun için ben, 2.
ve 5. Kolordu Komutanlığından yeterli emniyet tedbirlerini alabilecek
bütün birliklerimi oraya görevlendiririm. Onun dışındakilerin tamamını
buraya getiririm. Getiririm İstanbul'un üzerine çökerim. Ve belediye
başkanıymış, yok ondan sonra savcıymış, hâkimmiş, kaymakammış, bu konuya
olumsuz bakan tablolarda yer alan insanları, gerekirse belediye
başkanlıkları, komutanları o görev de uhdesinde olacak şekilde
görevlendirmek suretiyle ve ağır bir baskı ve biraz evvel ifade ettiği
gibi ben tabi komutan arkadaşıma katılıyorum, ama bir yerde de hani
karşımıza halkı almak meselesi ayrı, bunlar kararlarını vermişlerdir bu
ülkeyi bölecek parçalayacaklardır ve ülkeyi başka bir rejimin içerisine
taşıyacaktır. Böyle kararlı olan bir halka karşı da acımasızca hareket
etmek bizim görevimizdir” biçimindeki anlatımlarının da anılan hususu
kapsar nitelikte olduğu görülmüştür.Balyoz Güvenlik Harekat Planının
“YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “İktidardan
düşürülecek olan AKP Hükümetinin yerine planlanan Hükümet ve bürokratik
kadroların görevi devralmasının sağlanacağı, DP iktidarından beri
devam ettirilen takiyye geleneğine dayalı muhafazakâr
iktidarların devlete sızan ve devlet bürokrasisine sinen bütün çağdışı
anlayış ve izlerinin silinebilmesi için, ekli programı uygulayacak uzun
süreli bir milli mutabakat hükümetinin oluşturulmasının temin edileceği” belirtilmiş,Bu
çalışmayı doğrular biçimde plan seminerinde konuşan Orgeneral Ç..
D..’ın, “Evet içteki birlik bütünlüğü nasıl sağlayacağız, arkadaşlarımız
bu konuyu işte gündeme getirdiler, milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur. Dini öne çıkartan, ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli
birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz, insanların dini inançları farklı
farklıdır, bu eski ümmet Osmanlı döneminde din adına, gaza yapma adına
savaşlar vardı, eski dönemlerde bütün ulusları işte 7 yıl 40 yıl 100 yıl
savaşlarına falan soktular, ama şimdiki dönemde ulusal çıkarlarımız
ulus devlet olmanın özelliğinden dolayı ulusal birliğimizde, ilk
Atatürk'ün o sözü ulusal birliğimizi öne çıkarır. Bunun içinde herşeyden
önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben onu
söyleyeceğim, şeyde Genelkurmay Başkanına, Kuvvet Komutanına diyeceğim
ki, siz meclisi ve hükümeti uyarıcı, bu gidişe dur deyici bir ültimatom
verin gerekirse, gerekirse çağırın bu işin sonu b…ktur işte sonunuz
böyledir, bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal
birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım, milli
mutabakat hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız
bağımsız, bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden
sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulmasını” ifade etmek suretiyle
seminerde oynanmakta olan “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” içinde
öngörülmeyen, ancak “Balyoz Güvenlik Harekat Planında” bulunan ve
kendisi tarafından yazıldığını belirttiği elindeki metinde de geçtiği
anlaşılan “Milli
Mutabakat Hükümeti” tabiri ve yukarıda yapılan belirlemelerle Balyoz
Güvenlik Harekat Planı içeriği ile Plan Seminerinde gerçekleşen
konuşmaların paralelliği de nazara alındığında, seminerde örtülü biçimde
“Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği sonucuna
ulaşılmıştır.Ayrıca Plan Seminerinin, “Ertuğrul Harekat Planını”
incelemek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi
gereği hazırlanan harekat planını geliştirme, uygulamaya dönük
hazırlıkları ve komuta kontrol sistemlerini gözden geçirmeye ilişkin
resmi gündemi dışında ve gündemle de hiçbir şekilde bağdaşmayan başka
bir amaca dönük olarak yapıldığı, seminerin icra makamı olan 1.Ordu
Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın seminer kapanış konuşmasından da açıkça
anlaşılmaktadır. Anılan konuşmada Ç.. D.., “Arkadaşlar bu plan
seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak belli bir çerçeveye
koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjonktürel gelişmelerine göre
dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için
yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan
meselesi tali bir meseledir. Yunanistan eee.. meselesi böyle bir ortam
içerisinde zaten olasılığı en uzak bir senaryodur. Aslında içinde
yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler götüreceği konusu
önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey
Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan çalışmalar sonucunda
nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi
aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha fazla yaklaştırmayayım
herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor. Gerçekten de şu anda ülkenin
içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip
ediliyor. Bir yanda kontrol imkânını pek bulmadığımız çok önemli
gelişmeler var dışarıda, Kuzey Irak'ta ve Irak'ta, bunun ötesinde de
içerde de belli bir partinin militan kadrosu adım adım irticai
örgütlenmeyi bütün yurt sathında yaymak için bazen geri adım atarak,
bazen bir adım geri atarak fakat fırsat bulduğu zaman, geçit bulduğu
zaman da iki adımla bunu telafi ederek mesafe almaktadır…” ifadelerini
kullanmaktadır.Yukarıdaki açıklamalar ve dosya kapsamına göre; bir
çok belgeden de anlaşılacağı üzere, “bilmesi gereken” ve “bilinmesi
gereken” prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle
gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal
teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı
bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata
geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş
bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin
gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır.3-HUKUKİ NİTELENDİRME3.1-Genel Olarak;Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesine göre egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir. Türk Milleti, kendisine ait olan egemenliği Anayasanın
koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliği
kullanmaya ilişkin yetki ve görev Anayasa tarafından Yasama, Yürütme ve
Yargı erklerine verilmiştir. Bu erkler, esasen millete ait olan
egemenliği Anayasanın görevlendirme ve yetkilendirmesine dayanarak
kullanırlar. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir
Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasanın 8. maddesine göre yürütme,
kullanılacak bir yetki ve yerine getirilecek bir görev olarak
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar kurulunun kullandığı devlet yetkisi Anayasadan
kaynaklanmaktadır.Anayasal bir erk olan yürütme erkinin ceza hukuku
bağlamında korunması tabiidir. 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi, yürütme
organının icra fonksiyonlarını, bu organın üyelerinden bağımsız olarak
korumak için düzenlenmiştir. Bu düzenlemedeki koruma, yürütme organının
bütün olarak siyasi icra fonksiyonlarına yönelik olduğundan, korunan
elbette tek tek yürütme organına mensup kimseler veya bu kimselerin
başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, siyasi
icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme
organının bütünü, yani hükümet ile hükümetin siyasi icra fonksiyonları
olmaktadır. Aynı doğrultuda, Anayasamızın 112. maddesinde, Bakanlar
Kurulu, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden birlikte sorumlu
tutulmuştur. Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını
korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bu maddeden ibaret
değildir. Gerçekten yasa koyucu, “yürütme organını cebren ıskat veya
vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek” suçunu
765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ile (5237 sayılı TCK’nın 312. maddesi)
cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada
“bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini” 765
sayılı TCK’nın 171/2. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 316. maddesi),
“halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek” suçunu ise 765
sayılı TCK’nın 149. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 313. maddesinde)
düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin
değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve
korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de
dikkate alınmalıdır. Demokratik bir devlet olan Türkiye
Cumhuriyetinin Hükümeti/Bakanlar Kurulu demokratik seçimler sonucunda ve
anayasal prensipler çerçevesinde oluşur ve görev yapar. Hükümet,
demokratik teamüllere ve anayasal kurallara uygun olarak, demokratik
zeminde sürdürülen yarış sonucunda seçmenlerin tercihine göre belirlenen
siyasi partilere mensup yasama organı üyeleri tarafından kurulur ve
siyasi iktidar bu siyasi kadrolar tarafından üstlenilir. Seçimleri
kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidarı anayasal
çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde
icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de,
siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesinin 30.07.2008 tarih ve 2008/1 esas, 2008/2 sayılı (Siyasi
Parti Kapatma) kararında da belirtildiği gibi, “Temsili parlamenter
sistemin etkinliğini ve işlevselliğini siyasi partiler sağlar. Özgür
siyasi partilerin olmadığı bir sistemin demokrasi olarak
nitelendirilmesi kabul edilemez. Çünkü siyasi partiler olmaksızın,
toplumsal talep ve beklentilerin siyasal direktifler biçiminde
somutlaşması, ulusal iradenin oluşması, toplumsal barışın sağlanması ve
devlet yönetiminin halka dayanması mümkün değildir. ………………Siyasi
partilerin kendilerine göre öne çıkardıkları ülke sorunlarına ilişkin
farklı çözüm önerileri getirmeleri, demokratik siyasi yaşamda
üstlendikleri işlevin doğal sonucudur. Siyasi partiler devlet erkine
yönelik toplumsal talepleri yalnızca dile getiren kurumlar değil,
toplumsal direktifleri somutlaştıran, yorumlayan ve devlete yönlendiren
yaşamsal kurumlardır”.Diğer yandan, AİHM’nin 30 Ocak 1998 tarihli
Türkiye Birleşik Komünist Partisi vd-Türkiye kararında ulaşılan sonuçta
da vurgulandığı gibi, tarafı olduğumuz AİHS bakımından da demokrasi
yegane politik modeldir ve siyasi partilerin rejimin bütününü etkileme
kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. "Hiç kuşkusuz
demokrasi Avrupa kamu düzeninin temel bir unsurudur... Bu ilk önce, Sözleşmenin, insan hakları ve temel
özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin, bir yandan gerçekten
etkili bir siyasal demokratik rejime ve öte yandan ortak bir insan
hakları kavramına ve insan haklarına ortak bir saygıya dayandığını
bildirerek, sözleşme ile demokrasi arasında çok açık bir bağlantı kuran,
dibacesinden çıkmaktadır.....Demokrasi Sözleşme tarafından tasarlanan
yegane politik modeldir ve sadece o Sözleşmeyle bağdaşabilir.………………İktidara
gelen yegane oluşumlar olarak siyasi partilerin ülkelerindeki rejimin
bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün
gereğidir. Siyasi partiler siyasi arenaya müdahale eden diğer
örgütlerden, seçmenlere sundukları toplumsal model önerileriyle ve
iktidara geldikten sonra bu önerileri uygulama yetenekleriyle
ayrılırlar". Bu nedenle, bir programın uygulanması vaadiyle demokratik
serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi
partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda
bulunmaları tabiidir. Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl,
kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan
uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun-meşru yol ve yöntemler de
Anayasa ve yasalarda gösterilmiştir. Hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru
yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması
ancak, ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasadan alan
kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi
Anayasadan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka
bir anlayışta aranmamalıdır. 3.2- 765 Sayılı TCK’nın 171 ve 5237 Sayılı TCK’nın 316. Maddeleri;Yukarıda
da değinildiği üzere, yasa koyucu suçun konusunu farklı açılardan
korumak üzere farklı suçlar düzenlemiştir. Bu bağlamda kalan ve 765
sayılı TCK’nın 171/2 ile 5237 sayılı TCK’nın 316. maddelerinde
düzenlenmiş bulunan gizli ittifak suçu, “hükümeti cebren ıskat veya
vazife görmekten cebren men etme” suçunu hususi vasıtalarla işlemek
konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacaktır. Buradaki
amaç suç cebren işlenecek olduğundan, ittifak iradesinin de cebir
içermesi gerektiği tabiidir. İttifakın; vasıtaları tespit etmiş olması,
ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek
nitelikte bulunması gereklidir. Suçun oluşması için vasıtaların temin
edilmiş olması gerekmez.Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin
iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından,
cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç
suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani
hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra
hareketleri sayılacaktır. Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 05.11.1987
tarih ve 1987/103-161 sayılı kararında da belirtildiği gibi, “T.C.K.nun
171. maddesinde belirtilen ittifak suçu: İttifaka dahil kişiler
arasında fikir uygunluğunun belirli, programlı bir şekle girmiş olması,
vasıtaların tespit edilmesi ve gayeye yakın, ciddi ve tehlikeli
olmasıdır. Teşekkül eden ittifakın gayeye ait bir takım faaliyetlerde
bulunmuş olması halinde ise esas suça ait icra hareketlerine başlanılmış
olmaktadır.”“Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men
etme” suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan
unsurlardan biri de, bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin,
elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete
geçmiş olmasıdır. Bu bir araya gelme olgusu hem elverişlilik bakımından
hukuksal bir gereklilik hem de icra hareketlerinin neticeye ulaşması
bakımından fiili bir zorunluluktur. Dolayısıyla sanıklara yüklenen suçun
işlenmesi bakımından gerekli olan icra hareketlerinin başlangıcında, bu
icra hareketlerini amaç suç istikametinde yönetecek,
yönlendirecek bir anlaşmanın bulunması zorunludur. Bu açıdan
bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj
Hava Harekat Planının hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların
birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve
çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmaları ile tüm dosya
kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri
başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği
açıkça görülmektedir.Sanıklar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik
organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak
faaliyet gösterdiklerinden ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru emir
komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem
veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki
görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu
illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği
ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller
yerine, bu yasadışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması
gerektiği anlaşılmaktadır. Amacı ve yöntemi itibariyle askeri
hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu
görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve
anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, yapılan
görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile
uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik
gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın
icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik,
güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasadışı oluşumda, önceden
tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan,
belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda
geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.Buna göre;
gerçekleşen ittifak olgusunun 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı
TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçu işlemeye yönelik olduğu, bu
suçu hususi/elverişli vasıtalarla işlemeye ilişkin bulunduğu, sayısal
yeterliliği ve gizliliği içerdiği, maddi olgularla belirlenen bir
biçimde gerçekleştiği ve amaç suça yönelik olarak harekete geçmekten
başka yapacak bir şey kalmayacak şekilde tamamlandığı görülmektedir.
Sanıklarca gerçekleştirilen ittifak, suçun hem 765 sayılı TCK’daki hem
de 5237 sayılı TCK’daki unsurlarını taşımaktadır.Askeri Yargıtay
Daireler Kurulunun 24.12.1987 tarih ve 1987/173-208 sayılı kararında da
belirtildiği gibi, ittifakı bizzat gerçekleştirenlerle birlikte sonradan
bu ittifaka dahil olanlar da gizli ittifak suçunun failleri
olabilir. Buna göre; amaç suça yönelik icra hareketlerinin başlangıcında
mevcut olan anlaşmaya dahil olduğu tespit edilen, ancak; amaç suçun
icrasına yönelik faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer
bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumunun, şüpheden
sanık yararlanır ilkesi gereğince ittifak suçu kapsamında kaldığının
kabulü gerekmiştir. Mütemadi bir suç olan ittifak suçunda, suç
tarihi temadinin kesildiği tarihtir. Buna göre; gerçekleştirilen ittifak
sonrasında bir kısım sanıklarca başlatılan icra hareketlerinin elde
olmayan nedenlerle tamamlanamadığı somut olayda, icra hareketlerinde
bulundukları kesin olarak saptanamayan bir kısım sanıkların ittifak
halinin de, aksi kanıtlanmadığı sürece; icra hareketlerinin yarıda
kaldığı bu aşamaya kadar temadi edeceği kabul edilmelidir. Somut olayın
özellikleri nazara alındığında olaydaki ittifakın; birleşen iradeleri,
hususi ve elverişli vasıtaları, gizliliği ve maddi olgularla belirlenme
ölçütünü koruyacak biçimde soruşturmanın başlangıcına kadar temadi
ettiğinin kabulü, hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu durumda,
“Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu
işlemek üzere oluşan ittifaka dahil olup da bu yönde icrai bir
faaliyette bulunmayan bir kısım sanıkların soruşturmanın başlamasından
evvel bu ittifaktan çekilmiş olduklarının kabulü gerekir.Bu
kapsamda, 765 sayılı TCK’nın gizli ittifak suçunu düzenleyen 171.
maddesinin son fıkrasında “Cürmün icrasına ve kanuni takibata
başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler” ve 5237
sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasında “Amaçlanan suç işlenmeden
veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan
çekilenlere ceza verilmez” denilmek suretiyle etkin pişmanlık hali
düzenlenmiştir. Yukarıda da açıklandığı gibi, somut olaydaki suçun
icrasına başlanmasından sonra, ancak; “soruşturmaya başlanmadan önce”
gerçekleşen ve çekilme olarak kabul edilmesi gereken halin, 5237 sayılı
TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasına uyduğu ve bu düzenlemenin ittifak
suçunu işledikleri kabul edilen sanıklar bakımından lehe olduğu
anlaşılmaktadır.3.3- Cebir/Şiddet ve Elverişlilik UnsuruAmaç
suça ilişkin maddede aranan cebir/şiddet, her durumda ve her aşamada dar
anlamıyla maddi cebir, fiziki kuvvet kullanımı olarak anlaşılmamalıdır.
Suç, elverişli olmak kaydıyla manevi nitelikteki bir cebirle de
işlenebilecektir. Buradaki cebrin, suçun konusu, suçla korunan hukuki
yarar da dikkate alındığında; hukuka aykırı iradede mevcut, cebirle
ulaşılacak hukuka aykırı amaçlara cebir içeren zorlayıcı iradeyle
yönelmiş ve gerektiğinde fiziki cebir kullanacağı, fiziki cebirle
sürdürüleceği duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkmış
hareketler olarak anlaşılması zorunludur. Dolayısıyla maddedeki cebir
geniş anlamıyla kabul edilmelidir. Cebrin/şiddetin niteliği ve
mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı
vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı
cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin
olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel
sebepler de dikkate alınmalıdır. Siyasi iktidar düzeni ve fonksiyonları
aleyhine suçların, genel olarak devlet düzeni dışında kalan kimseler,
terörist gruplar gibi suç örgütleri tarafından işlenmesine girişileceği
düşünülebilirse de; başka ülkelerdeki örneklerde de görüldüğü gibi,
özellikle yürütme erkinin cebren ıskatı suçunun, genellikle o ülkelerin
silahlı kuvvetlerine mensup faillerce işlendiği görülmektedir. Zaten
yasal düzenlemede bu suç, failler bakımından bir özellik göstermemekte,
devlet düzenine dahil faillerce de bu suçun işlenebileceği
görülmektedir. Önemli olan, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki
amaç suça yönelen yasadışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli
elverişliliğe sahip olup olmamasıdır. Dava konusu olayda, hükümeti
cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini
gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak
etmiş oldukları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu ittifakın
sağlanmasından sonra, amaç suçun icrasına başlanmasından tüm
neticelerinin gerçekleşmesine kadarki safhaları belirleyen bir planlama,
bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu
organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde
görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun görüşmeler,
çalışma grupları, fişlemeler, takipler, keşifler, istihbarat
faaliyetleri ile özel operasyon ve sorgulama, özel görevli toplama,
darbe harekatı, gözaltı ve hasar tespit timlerinde görevlendirilecek
personeller, sıkıyönetim mahkemelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında,
özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda,
alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek
personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek, öncelikli ve özellikli
görevlendirilecek personeller, müzahir subay ve astsubaylar, keşif
timleri, tahrip timleri, hassas personel, ilişiği kesilecek personel,
tutuklanacaklar, toplama merkezleri, gıda depoları vb. yerlerin
belirlenmesine kadar Balyoz Güvenlik Harekat Planındaki ifadesiyle
“harekat ortamının şekillendirilmesi”, maddi cebir olarak ortaya çıkacak
hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından
öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan
çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya
bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı
“sokağa çıkma” diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamından, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut olan ve
başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan
kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar
sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı
Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde
kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen
iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan
kimselerdir. Ancak, sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik
yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve
kaynağını Anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye
dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren
ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. Esasen yurt savunması
ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle
uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, Devlet düzeni
dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik
kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı
Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra
organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira,
planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip
sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak
olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir
maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır. Kaldı ki; bu yasadışı oluşum
tarafından bu oluşuma yakınlıkları değerlendirilerek hazırlanmış
bulunan “Gen Etüd” listesi ve benzeri listeler ile müzahir listeleri de
dikkate alındığında, sanıkların amaç suçu işleme ve mümkün olan engel
sebeplerin ve kişilerin bertaraf edilmesi yönünde aldıkları mesafe göz
önünde bulundurulmalıdır. Suçun oluşumu için gerekli olan cebir/şiddet
ve elverişlilik gibi unsurların değerlendirilmesinde, bu hususlar da
nazara alınmalıdır.Bu kapsamda; sanıklara yüklenen eylemin
kanıtlanan şekliyle 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312.
maddelerinde düzenlenen suçları oluşturduğu ve mahkemece yapılan lehe
yasa değerlendirmesinin sonucu itibariyle isabetli olduğu neticesine
varılmış, eylemlerinin neticeyi oluşturmaya elverişli olmadığı ve
cebir/şiddet içermediğine ilişkin olarak ileri sürülen itirazlar yerinde
görülmemiştir.Ayrıca, sanıklara yüklenen suçun niteliği ve işleniş
şekli itibariyle; amaç suçu birlikte işlemeye yönelmiş icra
hareketlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi zorunludur. Pek çok
sanık bizzat işledikleri araç eylemler/suçlarla, hep birlikte
yöneldikleri amaç suçu gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Gerçekleşen ittifakın amacına uygun, aynı zamanda sanıkların görev
ve konumlarıyla uyumlu bir iş bölümü; suçun niteliği ve işleniş şekli
bakımından bir gerekliliktir. Bu nedenle amaç suç bakımından suçun
işlenişine 765 sayılı TCK’nın 65/3 ve 5237 sayılı TCK’nın 39.
maddelerinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün
değildir. Yüklenen amaç suçun işlenmesi bağlamında gerçekleştirilecek
eylemlerin ayrı bir suç oluşturması halinde bu suçlara anılan biçimde
iştirak mümkündür. Ancak bu tür bir iştirakin mümkün olduğu araç suçlar,
765 sayılı TCK bakımından amaç suç içerisinde fikri içtimaya
uğrayacağından ayrıca cezalandırılmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı,
amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içerisinde oldukları tespit
edilen sanıklar arasında amaç suça gösterilen biçimde iştirak bakımından
bir ayırıma gidilmeyip, asli fail olarak sorumlu tutulmalarında bir
isabetsizlik görülmemiştir.Nitekim konu, Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 10.02.1992 tarih, 1991/364 esas ve 1992/23 sayılı ve
22.12.2009 tarih, 2009/93-308 sayılı kararlarında 765 sayılı TCK’nın
125. maddesi bakımından tartışılmış ve aynı Kanunun 65/3. maddesinde
düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.3.4- Delil Değerlendirmesinin Denetlenmesine İlişkin Ölçütler;- Denetim sırasında her bir delil, suç için ittifak temelinde
belli sanıklar tarafından oluşturulmuş gizlilik içerisinde hareket eden
yasadışı bir oluşumun faaliyetleri kapsamında ele alınmış,
faaliyetlerin niteliği, yüklenen suçla ilişkisi, harekat planları ve
diğer belgelerle bağlantısı, ilişkilendirilen sanıkların bu faaliyetleri
yüklenen suç kapsamında gösterip göstermedikleri hususu; görevlendirme
yazıları, üst yazılar, asıl ve bağlantılı belge içerikleri ayrıntılı bir
incelemeye tabi tutularak belirlenmiş, bu belirlemeler yapılırken
belgelerin oluşturulma ve kaydedilme tarih ve süreçleri ile bu
süreçlerde yer alan sanıkların yüklenen suçun icrası bakımından
üstlendikleri roller dikkate alınmış, sanıkların uzmanlık alanları ve
görevleri ile faaliyet alanları karşılaştırılmış, sanıkların yer
aldıkları belgelerin sayısı ile önem ve değeri göz önünde
bulundurulmuştur.- Anayasamızın 137. maddesinde kanunsuz emir konusu
“Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan
kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa
hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri
verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile
yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu
olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine
getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. Askeri
hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu
güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır”
şeklinde düzenlenmiştir. Konusu suç teşkil eden emrin hiçbir suretle
yerine getirilmeyeceğine ve yerine getirenin sorumluluktan
kurtulamayacağına dair bu anayasal düzenlemenin istisnalarından birinin
de “askeri hizmetlerin görülmesi” olduğu ve istisnanın “kanunla
gösterilmesi” gerektiği anlaşılmaktadır. Sanıklara yüklenen suçun “askeri hizmetlerin görülmesi” kapsamında bulunmadığı açıktır.Konu;
765 sayılı TCK’nın 49. maddesinde, “Kanunun bir hükmünü veya
salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri
icra suretiyle,…………….işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez”
şeklinde, 5237 sayılı TCK’nın 24/2-3. maddelerinde “Ceza Sorumluluğunu
Kaldıran ve Azaltan Nedenler” başlığı altında “(2) Yetkili bir merciden
verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan
sorumlu olmaz. (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine
getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur”
şeklinde düzenlenmiştir. Sanıklara yüklenen suç kapsamında
oluşturulan yasadışı oluşumdaki emir verme konumlarının
yetkili/salahiyettar bir merci olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.Konu;
Anayasamızın 137. maddesi bağlamında askeri hizmetlerin görülmesi için
kanunla getirilen istisnalar bakımından ele alındığında;Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 14/1. maddesinde, “Ast; amir ve üstüne
umumi adap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeye,
amirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen
hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur” şeklinde, Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 33. maddesinde, “Emirlerin,
hizmete mütaallik olması (Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu madde 8 ve
16) ve kanun ve nizamları ihlal etmemesi şarttır. Ancak Askeri Ceza
Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren haller haricinde ast,
aldığı emri kanun ve nizama uygun bulmasa bile emri yapar ve ondan sonra
şikayet eder. Amirin verdiği emir Askeri Ceza Kanununun 41.
maddesinin b fıkrası şümulüne giren hallere mütaallik ise emir ifa
olunmaz ve fakat gecikmeksizin en kısa yoldan bir derece yukarı amire
malûmat verilir. Bu takdirde emrin yapılmasından doğacak bütün
mesuliyet as’ta aittir” şeklinde düzenlenmiştir.Ayrıca, Türk Silahlı
Kuvvetler İç Hizmet Kanunu 16. maddesi “Amir; maiyetine hizmetle
münasebeti olmıyan emir veremez….” şeklinde,8. maddesi ise, “Emir:
Hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette
ifadesidir” şeklinde, hükümler içermektedir.Konuyu ilgilendiren Askeri Ceza Kanunu hükümlerine gelince;41/2-3.
maddesi “2 - Hizmete mütaallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil
ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldur. 3 - Aşağıdaki
hallerde maduna da faili müşterek cezası verilir: A: Kendisine verilen
emrin hudutlarını aşmış ise, B: Amirin emrinin adli ve askeri bir suç
maksadını ihtiva eden bir fiile mütaallik olduğu kendisince malüm ise”
şeklinde,109. maddesi ise “1. Rütbe veya makam ve memuriyetinin
nüfuz ve salahiyetini suistimal ederek madununa bir suçun yapılmasını
teklif eden, amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.2. Suç
yapılır veya yapılmağa teşebbüs edilirse faili asliye muayyen olan ceza,
emir veren hakkında artırılarak hükmolunur” şeklindedir.Askeri Ceza
Kanununun ek 8/1 maddesi uyarınca, 5237 sayılı TCK’nın genel
hükümlerine dahil olan 24. maddesi hükmü Askeri Ceza Kanununda yer
verilen suçlar hakkında da uygulanacaktır.İncelenen askeri
mevzuattan da anlaşıldığı üzere, Anayasamızın 137. maddesinde yer alan
“Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine
getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” şeklindeki hükme askeri
hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen bir istisna
bulunmamaktadır. Bu kapsamda, Dairemiz tarafından delillerin
değerlendirilmesine ilişkin denetim yapılırken, sanıkların verilen
emirlerin askeri hizmetlerin görülmesi bağlamında olduğuna dair bir
yanılgıya düşmüş olup olamayacakları da değerlendirilmiştir.- 05-07
Mart 2003 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilen plan
seminerine, yasal bir görevin ifası kapsamında katılmanın hukuki
sorumluluk doğurmayacağında kuşku bulunmamaktadır. Bu durumun, plan
seminerine katılan pek çok kişi hakkında kamu davası açmamış
bulunan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da kabul edildiği
açıktır. Ancak yukarıda plan seminerine ilişkin açıklamalarda da izah
edildiği üzere, anılan plan seminerinde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik
Harekat Planının” değerlendirildiği de maddi bir vakıadır. Buna göre,
plan seminerine katılan sanıkların hukuki durumlarının tespiti
noktasında, plan seminerinin örtülü gündemini bilerek katılıp
katılmadıklarının belirlenmesi aranmış; sanıkların konumu, amaç suça
matuf hazırlanan hangi liste ya da listeler içinde yer aldıkları, plan
seminerinde yaptıkları sunum ya da konuşmalarının içeriği bu belirlemede
nazara alınmıştır.- Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında
kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi
kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili
personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında
hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesinde yer alıp, yasadışı
oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini
bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki
faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde
saptanamayan sanıkların hukuki durumları yukarıda açıklandığı şekli ile
ittifak suçu kapsamında değerlendirilmiştir.-Balyoz Güvenlik Harekat
Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı
EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev
bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme
içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç
kapsamında görev tevdii edildiği; bir kısmının kendileri için belirlenen
görevlerle ilgili çalışma yaptıkları; tevdii edilen görevleri yerine
getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç
kapsamında olduğunu bildikleri kuşkuya yer bırakmayacak biçimde
saptanamamış, eylemleri başka bir suç da oluşturmayan bu sanıkların
beraatlerine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.C- KARAR
I- Sanıklar A.. A.., A.. A.., A.. Ç.., A.. Y.., A.. G.., A.. D.., A..
B.., D.. A.., E.. Ş.., E.. Y.., E.. Y.., E.. E.., E.. K.., E.. A.., F..
C.., H.. Ö.., H.. Y.., H.. B.., H.. D.., İ.. Ç.., İ.. S.., İ.. K.., L..
G.., L.. M.., M.. B.., M.. B.., M.. F.., M.. A.., M.. K.., M.. K.., O..
Ç.., R.. Y.., R.. G.., S.. G.., S.. D.. ve U.. Ü.. hakkında kurulan
hükme yönelik yapılan temyiz incelemesinde;Sanık A.. A.. hakkındaki
mahkumiyet hükmüne esas alınan “24 Ocak - 30 Ocak ve 31 Ocak - 20 Şubat
2003” tarihli belgelerin Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve ekleri
kapsamında hazırlandığına dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve
inandırıcı delil elde edilemediği gibi, 1400 kişinin yer aldığı EK-B
listesinde adının geçmesinin oluş, tüm dosya kapsamı ve yukarıda
açıklanan ölçütlere göre mahkumiyet için yeterli olmadığı
anlaşıldığından tebliğnamedeki bu sanığa ilişkin bozma düşüncesine
iştirak edilmemiştir.Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçun
sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek
mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan Cumhuriyet savcısının
yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün
ONANMASINA,II- Sanıklar Ç.. D.., H.. F.., Ö.. Ö.., A.. E.., A..
G.., A.. E.., A.. N.., A.. Ö.., A.. E.., A.. Y.., A.. K.., A.. Ç.., A..
Ç.., A.. T.., B.. B.., B.. B.., B.. T.., C.. Ç.., C.. T.., C.. B.., C..
K.., D.. C.., D.. S.., E.. A.., E.. B.., E.. S.., E.. B.., F.. D.., F..
M.., G.. K.., H.. K.., H.. Y.., H.. C.., H.. H.., H.. H.., İ.. Ö.., İ..
B.., İ.. O.., K.. S.., K.. K.., K.. P.., K.. A.., L.. S.., M.. H.., M..
İ.., M.. V.., M.. O.., M.. Y.., M.. Ö.., M.. G.., M.. K.., M.. T.., M..
Ö.., M.. Ö.., M.. E.., N.. B.., N.. A.., N.. K.., Ö.. K.., R.. G.., S..
B.., S.. K.., S.. B.., S.. P.., S.. T.., Ş.. S.., T.. B.., T.. G.., T..
Ç.., T.. A.., U.. U.., Y.. B.., Y.. O.., Y.. T.., Z.. G.., A.. K.., A..
D.., A.. E.., A.. H.., A.. K.., A.. Ü.., A.. D.., A.. Ü.., A.. T.., A..
T.., A.. A.., A.. Ö.., A.. Ü.., A.. Ö.., A.. S.., A.. G.., A.. G.., A..
K.., A.. Ü.., A.. T.., A.. Y.., B.. K.., B.. M.., B.. T.., B.. D.., B..
K.., B.. A.., B.. G.., B.. K.., B.. O.., C.. G.., C.. E.., C.. H.., Ç..
C.., D.. Ç.., D.. G.., D.. Ö.., D.. R.., D.. T.., D..
Ç.., E.. K.., E.. G.., E.. K.., E.. K.., E.. İ.., E.. A.., E.. B.., E..
Ü.., E.. A.., E.. A.., E.. K.., E.. Ş.., E.. U.., F.. Y.., F.. U.., F..
Y.., F.. G.., G.. K.., G.. Y.., G.. Ç.., H.. Ç.., H.. K.., H.. S.., H..
E.., H.. A.., H.. Ş.., H.. Ö.., H.. Ş.., H.. G.., H.. Ç.., H.. D.., H..
Ö.., H.. T.., İ.. K.., İ.. T.., İ.. T.., K.. A.., K.. D.., K.. Y.., K..
B.., K.. E.., L.. Ç.., M.. A.., M.. K.., M.. Ç.., M.. O.., M.. D.., M..
E.., M.. E.., M.. Ç.., M.. K.., M.. E.., M.. Ö.., M.. A.., M.. U.., M..
Y.., M.. Y.., M.. S.., M.. D.., M.. A.., M.. Ö.., M.. S.., M.. Ü.., M..
Ç.., M.. P.., M.. B.., M.. İ.., M.. K.., N.. E.., N.. İ.., N.. S..,
N.. S.., N.. K.., N.. G.., N.. Ü.., O.. U.., O.. B.., O.. G.., O.. K..,
Ö.. K.., Ö.. Ç.., R.. O.., R.. G.., R.. A.., R.. D.., R.. Y.., R.. T..,
R.. U.., S.. K.., S.. T.., S.. A.., S.. K.., Ş.. Y.., Ş.. B.., T.. D..,
T.. Ç.., T.. E.., T.. Y.., T.. K.., U.. A.., Ü.. M.., Ü.. Ö.., Y.. E..,
Y.. K.., Y.. A.., Y.. K.., Y.. Y.., Y.. G.., Z.. İ.., B.. M.., A.. Ş..,
A.. K.., B.. T.., E.. Ö.., E.. A.., L.. E.., L.. U.., M.. K.., O..
T.., Ö.. T.., S.. B.. ve H.. B.. hakkında kurulan hükme yönelik temyize
gelince;İmza bloğunda sanık S.. B..’in adının bulunduğu “Bilgi Notu”
başlıklı, “Teklif” konulu, 27 Aralık 2002 tarihli belge içeriğine göre,
sanık R.. T..’ın; bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi gözetim
altına alınacak hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transfer
edilerek, gözetim süresince bahse konu adalarda tutulmasına ilişkin
detaylı planlamaların yapıldığı çalışmalara katıldığının, “Ankara
Bölgesi Müzahir Subay-Astsubay” listesinde adı yer alan sanık A..
Ş..’in, Suga Harekat Planı kapsamında “Bilgi Notu” başlıklı,
“Sıkıyönetim İlanı” konulu Ocak 2003 tarihli belgeyi hazırladığının,“Çarşaf”
ve “Sakal” eylem planlarına esas teşkil eden tedhiş eylemlerinde, en
uygun camilerin belirlenebilmesi için oluşturulan ekipler tarafından
keşif ve gözlem faaliyetleri yapıldığı, “Görevlendirme Çizelgesi”
başlıklı çizelgeye göre Eyüp Camii ekip lideri olan sanık H.. S..’ın
emrinde bulunan sanıklar N.. İ.. ve M.. K.. tarafından da anılan camiye
ilişkin olarak keşif ve gözlem yapıldığının dosya kapsamından
anlaşılması karşısında, Amaç suç istikametindeki faaliyetlerin
içerisinde bulundukları tespit edilen sanıklar R.. T.., A.. Ş.. ve H..
S..’ın yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesinde bir
isabetsizlik görülmemiş, adı geçen sanıklar hakkında tebliğnamedeki
bozma düşüncesine bu nedenle iştirak edilmemiştir. Yapılan
yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların
Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması
dışında yasadışı bir oluşum meydana getirerek, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırma veya görevlerini yapmasını kısmen veya
tamamen engelleme amacına yönelik olarak cebir içeren elverişli
eylemleri gerçekleştirdikleri, sanıkların sübutu kabul olunan
eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki yapısal bağlılık ve
bütünlüğüne nazaran amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek
nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı
tayin edilmiş, sanık H.. B..’ün ise suç delillerini gizleme suçunu
işlediği kabul olunmuş, bir kısım sanıklar hakkında cezayı azaltıcı
sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle
reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümde aşağıdaki
hususlar dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar ve
müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında bir
kısım sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri yerinde görülmeyen diğer
temyiz itirazlarının reddine, ancak; 1- Yüklenen suçun niteliği ve
dosya kapsamına göre suçtan doğrudan zarar görmeyen A.. D.., H.. T..,
R.. K.., A.. K.., A.. K.., M.. G.., Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları
Derneği ile Hukukçular Derneğinin davaya katılmalarına karar verilerek
lehlerine vekalet ücreti tayin edilmesi,2- Sanık B.. D..’in baba ve
koca olmadığı gözetilmeden, 4721 sayılı Medeni Kanunun 471. maddesi
nazara alınarak 765 sayılı TCK'nın 33. maddesi uyarınca hapis
halinin sona erdirilmesine kadar babalık ve kocalık sıfatının verdiği
hakları kullanmaktan mahrumiyetine karar verilmesi, Kanuna aykırı
olup hükmün bu nedenlerle BOZULMASINA, bu hususların yeniden yargılama
yapılmaksızın CMUK'nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün
bulunduğundan, a- Hükmün, katılanlar lehine vekalet ücreti verilmesine ilişkin 13. bendinin karardan çıkartılmasına,b-
Hüküm fıkrasının “babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları
kullanmaya” ilişkin 8. bendinin 6. paragrafındaki “ayrıca bu süre
boyunca” ibaresinden sonra gelmek üzere "Sanık B.. D.. dışında kalan
diğer sanıkların" ibaresinin eklenmesi suretiyle bir kısım sanıklar
yönünden re'sen de temyize tabi olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,III-a)
Sanıklar B.. S.., H.. G.., L.. G.., A.. T.., A.. Ç.., A.. S.., A.. C..,
B.. E.., B.. K.., B.. G.., B.. G.., C.. B.., C.. C.., C.. S.., D.. K..,
D.. K.., E.. K.., E.. K.., F.. A.., F.. Ç.., F.. P.., G.. G.., H.. A..,
H.. Y.., H.. P.., H.. Ö.., H.. A.., H.. D.., H.. N.., İ.. Ö.., İ.. N..,
K.. D.., M.. Ş.., M.. G.., M.. Ü.., M.. A.., M.. H.., M.. Y.., N.. K..,
N.. U.., N.. Ö.., O.. G.., R.. T.., S.. Y.., S.. Y.., S.. G.., S.. C..,
T.. E.., V.. T.., Y.. D.., Y.. E.., Y.. G.., Z.. K.., A.. Ş.., A..
T.., G.. Ü.., K.. E.., L.. E.., M.. C.., N.. I.., R.. E.., S.. D.. ve
T.. G.. hakkında kurulan hükme ilişkin incelemede;Balyoz Güvenlik
Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi
edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen
“görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A ile Suga Harekat Planı
kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listelerinde yer
alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın
mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı
istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulunduklarına dair her türlü
kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemeyen
sanıkların, yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; sübut bulan
eylemlerinin amaç suçun işlenmesine yönelik ittifak suçu kapsamında
kaldığı, suç için gerçekleştirilen ittifakın dosya kapsamına göre
soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulünün de mümkün
olmadığı nazara alındığında, soruşturma başlamadan önce ittifaktan
çekilmiş olarak kabul edilmesi gereken sanıklar hakkında lehe olan 5237
sayılı TCK'nın 316/2. ve CMK'nın 223/4-a maddeleri gereğince "ceza
verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi gerekirken, suç vasfının
tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,III-b)
Sanıklar A.. D.., A.. A.., H.. H.., A.. B.., A.. D.., A.. T.., B.. A..,
C.. E.., D.. U.., G.. Ç.., G.. S.., H.. I.., H.. P.., İ.. Y.., İ.. K..,
Ş.. D.., T.. Ö.., T.. K.., A.. C.., C.. U.., C.. T.., K.. Y.., M.. D..,
Ö.. Y.. ve T.. D.. hakkında kurulan hükme ilişkin yapılan temyiz
incelemesinde;Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen
“görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga
Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi
dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde
adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii
edildiğine; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili
çalışma yaptıklarına; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan
bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu
bildiklerine dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil
bulunmaması ve ayrıca eylemlerinin başka bir suç da oluşturmaması
karşısında beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar
verilmesi,Kanuna aykırı, sanıklar ve müdafilerinin temyiz
dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanıklar müdafilerinin
ileri sürdükleri temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş
olduğundan, bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan
hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre
tutuklama kararlarının kaldırılarak tutuklu olan sanıkların
TAHLİYELERİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değillerse
salıverilmeleri için yazı yazılmasına, tutuklama amacıyla yakalama
kararı çıkartılan sanıklar hakkındaki YAKALAMA EMİRLERİNİN GERİ
ALINMASINA, 09.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.