Taraflar arasında görülen tapu iptali ile tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .........'ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ile miras payı oranında tescil isteğine ilişkindir.Davacılar, babaları olan mirasbırakan A. A. 'ın 830 ada 134 parsel sayılı taşınmazını kendisine bakan kızı Leyla'nın yakın arkadaşı davalı Semra'ya;onun da diğer davalı Telli'ye satış aktiyle temlik ettiğini, ancak yapılan işlemlerin muvazaalı olduğu gibi murisin akit tarihinde ehil olmadığını, taşınmazda halen Leyla'nın oturduğunu ileri sürerek tapu iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişler; yargılama sırasında ise parsel numarasında maddi hata yaptıklarını,çekişme konusu parselin 135 parsel sayılı taşınmaz olduğunu bildirmişlerdir.Davalı Semra,çekişmeli taşınmazı arkadaşı Leyla'nın "ekonomik durumlarının iyi olmadığını, eşinin çalışmadığını, evde babasına bakmak zorunda kaldığını, babasının bu evi satayım" şeklindeki söylemi üzerine yatırım amacıyla eşinin tedarik ettiği para ile satın aldığını, 2006-2007 yılları için Leyla ve ailesinin taşınmazda bedelsiz oturmasına müsaade ettiklerini, 2008 yılında ise Leyla'nın eşi Ali ile kira sözleşmesi yaptıklarını, ekonomik sıkıntıya girmesi üzerine taşınmazı arkadaşı olan diğer davalıya sattığını, murisin hukuki ehliyetinin bulunduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur.Davalı Telli,davacı Münevver'in vekaletnamesinin sunulmadığını, dava dışı ortakların bulunduğunu, davacılardan Gülenden tarafından murisin vesayet altına alınması amacıyla açılan davanın reddedildiğini, taşınmazı yatırım amacıyla arkadaşı Semra'dan satın alıp taşınmazda oturan Leyla'nın kocası Ali ile 01.06.2009 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli kira sözleşmesi yaptığını,tapu kaydına güvenerek iyiniyetle iktisabının korunması gerektiğini belirtip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacı M.. A.. yönünden vekaletnamesinin olmadığı ve duruşmada da muvafakatını bildirmediği gerekçesi ile davanın açılmamış sayılmasına, davacılar M. G. N. yönünden ise satışın gerçek olduğu gerekçesi ile muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı açılan davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1945 doğumlu mirasbırakan A. A. 'ın 06.05.2011 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak çocukları davacılar M. , G. ve N. ile dava dışı Münevver ve Leyla'nın kaldığı,135 parsel sayılı taşınmazını davalı Semra'ya 27.07.2006;onun da diğer davalı Telli'ye 20.05.2009 tarihli satış aktiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.Davada,ehliyetsizlik hukuki sebebi yanında muris muvazaası hukuki sebebine de dayanıldığına göre, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle inceleme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden hiçbir araştırma ve inceleme yapılmamıştır.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi, şahsın hak elde edebilmesini, borç (yükümlülük) altına girebilmesini, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunu'nun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunu'nun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.O halde; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde tarafların delilleri eksiksiz toplanmak suretiyle tahkikat yapıldıktan sonra, taşınmazın davalı Semra'ya yapılan temlik tarihi itibariyle mirasbırakanın ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi; yok eğer, yukarıda belirtilen tarihte murisin ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde, terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve Türk Medeni Kanunu'nun 702/4. maddesi hükmünün eldeki istek bakımından uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek ehliyetsizlik sebebiyle pay oranında açılan davanın reddine karar verilmesi gerekeceği, buna bağlı olarak da muris muvazaası ile ilgili istek bakımından bir inceleme ve soruşturma yapılamayacağı kuşkusuzdur.Hâl böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacılar vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 21.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.