Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11894 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 9760 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : DÜZCE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 06/04/2010NUMARASI : 2006/583-2010/101Taraflar arasında görülen davada; Davacı, 85 yaşında olup, hasta ve yaşlı olduğunu, bu sebeple yaptığı hukuki işlemlerin mahiyetini anlayacak durumda olmadığını, sağlığında sahip olduğu yerleri çocukları arasında paylaştırmak istediğini, sadece 778 parsel sayılı taşınmazın yarısını davalının eşi olan oğlu M.. 'ya devretmeyi düşünürken davalının dava konusu 213, 215, 1230 ve 778 parselin temlikini hazırlatıp tamamını sanki tek taşınmazı devrediyormuş gibi kendisini kandırarak işleme onay vermesini sağladığını, davalının temlikten sonra kendisi ile ilgilenmeyip aşağılayıcı ve küçük düşürücü davranışlarda bulunduğunu ileri sürüp, tapuların iptali ile adına tescilini istemiş, yargılama sırasında davacının vesayet altına alınması üzerine vasisi davayı takip etmiştir. Davalı, akdin feshi için hiçbir yasal gerekçe bulunmadığını bildirip, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, noterlikçe tanzim edilen azilname ve feragat beyanının henüz vasi atanmadan önceki dönemde gerçekleşmiş olduğu, yargılama koşulları oluşmadığı gibi Borçlar Kanununun 244/2. maddesindeki şartlarında gerçekleşmediği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik, bağıştan rücu ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali, tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152 – 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Ne var ki, mahkemece ileri sürülen hukuki sebepler yönünden hükme yeterli bir araştırma yapıldığından sözedilemez. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olayda; çekişme konusu 213, 215, 1230 ve 778 parsel sayılı taşınmazların tamamı davacı adına kayıtlı iken 10.03.2006 tarihli akitle Borçlar Kanununun 242. maddesi gereğince rücu şartlı olarak davalı gelinine bağışladığı, Düzce Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/1863 esas, 2007/77 karar sayılı dosyasında 29.05.2007 tarihli kararla davacının vesayet altına alındığı görülmektedir. Hal böyle olunca, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, akit tarihinde davacının ehliyetli olup olmadığı yönünde Adli Tıp Kurumundan rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun saptanması halinde davacının davadan feragatının dikkate alınamayacağı, ehliyetli olduğunun saptanması halinde feragatın dikkate alınması gerektiğinin gözetilmesi, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.