MAHKEMESİ : EDREMİT 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 29/04/2010NUMARASI : 2006/464-2010/229Taraflar arasında görülen davada;Davacı, dava konusu 513 ada 8 parseldeki 12, 13,14 nolu bağımsız bölümleri davalılardan Yıldıray ile evli oldukları dönemde eşit pay ile satın aldıklarını, 2004 yılında boşandıklarını bilahare 16.04.2001 tarihli sahte vekaletle taşınmazlardaki paylarının satıldığını, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek, tapu iptal tescil olmadığı taktirde bedelin tahsili isteklerinde bulunmuştur. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davalı Y... aleyhine açılan davanın açılmamış sayılmasına, diğer davalı aleyhine açılan davanın ise iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkindir. Mahkemece davalı Y... hakkındaki davanın açılmamış sayılmasına, davalı B.. hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili 17.11.2009 tarihli oturma gelmemiştir. Davalılardan Y... vekili davayı takip etmeyeceğini bildirmiş, dava davalı Burhan vekili tarafından takip edilmiş, bir sonraki celse davacı taraf bir yenileme dilekçesi vermeden duruşmaya gelmiştir. Bu durumda davalı Y.. hakkındaki dava yenilenmediğinden açılmamış sayılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir reddine. Davacının diğer davalı hakkındaki temyizine gelince; Davacı, davalılardan Y.. ile evli oldukları dönemde 513 ada 8 sayılı parseldeki 12, 13, 14 nolu bağımsız bölümleri eşit paylarla satın aldıklarını, yine bu dönemde 16.03.2001 tarihli vekaletname ile boşandığı eşi davalı Y..’ı vekil tayin ettiğini, bilahare E.. Aile Mahkemesinin 09.04.2004 gün 2004/240 esas, 295 karar sayılı ilamıyla boşanmalarına karar verdiğini, kararın 20.04.2004 tarihinde kesinleştiğini, dava konusu taşınmazların ise 24.04.2006 tarihli akitle vekil Y. tarafından kendi üzerindeki 1/2 payı ile birlikte 1/2 payını vekaleten diğer davalı Burhan’a satış suretiyle aktardığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır. Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; yanlar arasındaki uyuşmazlığı sona erdirecek bir soruşturma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, tarafların bildirecekleri tüm delillerin toplanması toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek davalı Y.. ile B..’ın el ve işbirliği içerisinde hareket edip etmediklerinin açıklığa kavuşturulması, Y..’la davacı arasında düzenlenen 11.11.2003 günlü protokol mülkiyetin naklini gerektirecek bir belge değilse de protokol içeriğinden Altınoluktaki dairenin davacıya, işyerinin Y...’a bırakılmasının kararlaştırıldığı görülmekle yapılan temliki işlemlerin bu protokolün uygulanması anlamında olup olmadığının irdelenmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle kararın açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.