MAHKEMESİ : GAZİOSMANPAŞA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/11/2009NUMARASI : 2007/215-2009/498Taraflar arasında birleştirilerek görülen davalarda;Davacı, kendisini dolandırmak amacıyla evlendiğini öğrendiği eşinden boşanmakta iken, herhangi bir hak talebini önleme düşüncesiyle 6 sayılı parseldeki 52/549 payını gerektiğinde satması için torununu vekil tayin ettiğini, boşanmanın gerçekleşmesiyle taşınmazın satılması gereğinin ortadan kalktığını, buna rağmen vekil torununun taşınmazı annesi P.. ile teyzeleri P.. ve N..'a satış suretiyle temlik ettiğini öğrendiğini ileri sürerek, tapu iptali-tescil istemiştir.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Noksanın tamamlanması yoluyla getirtilen kayıt ve belgelerden, davaya konu 6 sayılı parseldeki çekişmeli 52/549 pay davacıya ait iken, davacının 27.9.1999 tarihli vekaletnamesiyle vekil kıldığı torunu G.. B..tarafından davalılar olan annesi ve iki teyzesine 11.7.2001 tarihli resmi akitle satış yoluyla devredildiği görülmektedir.Davacı, dava dışı H..adındaki bir kişiyle evlenmesinden sonra bu kişinin kendisi ile mallarını elinden alıp dolandırmak amacıyla evlendiğini anladığını ve boşanma davası açtığını, boşanma davasının seyrine göre vereceği talimat doğrultusunda davaya konu taşınmazı satması için torununu vekil tayin ettiğini, boşanmanın lehine sonuçlanmasına ve torununa bir talimat vermemesine rağmen torununun vekalet görevini kötüye kullanmak suretiyle taşınmazdaki payını kendisinden habersiz ve iradesine aykırı biçimde davalılara devrettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ancak, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Ne varki, somut olayda yukarıdaki ilkeler çerçevesinde bir soruşturma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmalarında söz konusu edilen delillerin toplanması, diğer taraftan çekişmeli payın satış tarihindeki değerinin keşfen belirlenmesi; ondan sonra yukarıda değinilen ilkeler gözetilerek tüm delillerin değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilip yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazı açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.