Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11370 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 7320 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : ANTALYA 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/02/2010NUMARASI : 2008/365-2010/35Taraflar arasında görülen davada; Davacı, taşınmazları ile ilgili işlemlerin takibi için oğlu B..’a verdiği vekaletname kullanılarak kayden maliki olduğu 1 ve 3 nolu bağımsız bölümlerin satış suretiyle vekilin eşi davalıya temlik edildiğini, davalının eşi vekil üzerinde kurduğu baskı, hile ve tehdit sonucu devrin gerçekleştiğini, satış bedelinin ödenmediğini ileri sürüp, tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı, davanın 1 yıllık sürede açılmadığını, dava konusu taşınmazları bedelini ödeyerek satın aldığını, iddiaların doğru olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin geçerli bir işlem olup satış bedelinin vekile ödendiği, davacının iddiasının sabit bulunmadığı, davacının vekilden satış bedelini isteyebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 02.11.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat T.. Ö.. ile temyiz edilen vekili Avukat A.. R.. T.. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının 13.09.2006 tarihinde dava konusu taşınmazları satış yetkisini içerir vekaletnameyi dava dışı oğlu B.. H..’e verdiği, anılan vekaletname ile çekişme konusu 1 ve 3 nolu dükkanların satış suretiyle 08.12.2006 tarihli akitle vekilin eşi davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.Mahkemece, hile ve ikrah iddialarının kanıtlanamadığı gözetilerek anılan hukuksal nedenlere dayalı istek bakımından davanın reddedilmiş olması doğrudur. Davacının bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.Ancak, dava dilekçesi içeriğinden, olayların anlatım şeklinden davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayanıldığı görülmektedir.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacının oğlu olan vekil Burak’ın vekaletnamenin düzenlenmesinden kısa bir süre sonra eşi olan davalıya değerinin çok altında bir bedelle dava konusu taşınmazları temlik ettiği, taşınmazların davacıya ait olduğunu ve tahmini değerini bilen davacının gelini konumundaki davalının vekilin zararlandırma eylemine alıcı sıfatıyla ortak olduğu, diğer bir deyişle vekille davalının davacıyı elbirliğiyle zararlandırıcı işlem yaptıkları sabittir. O halde, davanın vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 02.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.