Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 11291 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 10187 - Esas Yıl 2010
MAHKEMESİ: KÖRFEZ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/12/2009NUMARASI : 2008/145-2009/649Taraflar arasında görülen davada;Davacı, maliki olduğu 263 parsel sayılı taşınmazın satışı için davalı C.'i v..tayin ettiğini, ancak vekili azlederek azlin vekile 21.06.2006 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen taşınmazın önce davalı T..'a, sonrasında ise davalı H..'e temlik edildiğini, davalıların el ve işbirliği içerisinde olduklarını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteminde bulunmuştur.Davalılardan H.., iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının malik olduğu çekişme konusu 263 parsel sayılı taşınmazın 06.10.2000 tarihinde vekil tayin ettiği C.. tarafından 01.02.2007 tarihinde davalı T..' a, bu şahsın da 02.02.2007 tarihinde diğer davalı H..'e satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; dosyadaki delillerden ve özellikle davacı tanıklarının anlatımlarından her üç davalının samimi arkadaş oldukları; davalı tanıklarının anlatımlarından, davalılardan T..'ın elinde C..'in vekil olduğuna ilişkin vekalet ile taşınmazın satımı konusunda anlaştıklarını ve taşınmazı satmak istediğini bildirdiği, oysa o tarihte T.'ın malik olmadığı gibi, ibraz edilen “Sözleşme” başlıklı harici belgede davalı T..'ın davalı C..'den 140 milyar lira değerinde tarla ve arsa satın aldığı, bedellerini de çekler ile ödeyeceği, C..'in de taşınmazların tapularını vereceğinin bildirilmesine karşın bu belgenin son kayıt maliki davalı H.. tarafından ibraz edildiği, keza taşınmazın T..'a 01.02.2007 tarihinde onunda H..'e 02.02.2007 tarihinde temlik edildiği görülmektedir.Hal böyle olunca, belirlenen bu olgular, yukarıdaki ilkelerde gözetilmek suretiyle iddianın sübut bulması sebebiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Öyle ise, davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.