Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11239 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 10271 - Esas Yıl 2010





01MAHKEMESİ : DİYARBAKIR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 15/04/2010NUMARASI : 2008/264-2010/310Taraflar arasında görülen davada;Davacı, 81 parsel sayılı taşınmazdaki 50/1363 payının, kardeşi olan dava dışı Y..’a verdiği vekaletname kullanılmak suretiyle, diğer kardeşi davalıya satış suretiyle temlik edildiğini, satış bedelinin kendisine ödenmediğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir. Davalı, satışın bedeli karşılığında yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, çekişme konusu pay temlikinin, vekalet görevinin kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği, vekil ile davalının el ve işbirliği içinde olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Davalı, çekişmeli taşınmazdaki davacının payını 1993 yılında haricen satın aldığını, o tarih itibariyle bedelin bir kısmını ödediğini, taşınmaz üzerindeki binada da o tarihten beri oturduğunu, davacının bu ilişkiyi resmileştirmek amacıyla kardeşini vekil tayin ettiğini ve satışın gerçekleştirildiğini, kalan bedeli de akitten önce posta kanalıyla davacıya gönderdiğini savunmuş, mahkemece dava dışı kardeşin aldığı vekaletname ile taşınmazın davalıya satıldığı, satış bedelinin tamamının davacıya ödendiğinin kanıtlanamadığı, dava dışı vekil ile davalının el ve işbirliği içinde olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının 24.04.2007 tarihinde dava dışı kardeşi Y..’u 81 parsel sayılı taşınmazdaki payının satışı için özel olarak yetkilendirdiği, vekilin de davalıya 02.05.2007 tarihinde davacıya ait 50/1363 payı satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlığı çözümleyecek nitelikte bir inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, tarafların bildirecekleri tüm delillerin toplanması, yerinde keşif yapılarak akit tarihinde davacı payına isabet eden gerçek bedelin saptanması, davalının savunması üzerinde durularak, gerçekten 1993 yılından beri taşınmazı davalının kullanıp kullanmadığının da açıklığa savuşturulması, toplanan ve toplanacak tüm delillerin, yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda değerlendirilerek, varılacak sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulması gerekirken, eksin inceleme ile yetinilerek karar verilmiş olması doğru değildir.Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.