Taraflar
arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir
3. Asliye Ticaret Mahkemesince asıl davanın reddine, karşı davada karar
verilmesine yer olmadığına dair verilen 20.12.2011 gün ve 2010/357 Esas
2011/634 Karar sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 29.01.2013 gün ve
2012/6961 Esas 2013/1588 Karar sayılı ilamı ile;"... Davacı
vekili, 07.04.2008 tarihinde davalıdan 0 km olarak aldığı C. Marka J.
tipi yolcu taşımacılığında kullanılan aracın kısa aralıklarla üç kez
motor yakmak suretiyle arıza yaptığını, ilk ikisinde motorun komple
değiştirildiğini, 27.01.2010 tarihinde araç tekrar arıza yapınca davalı
servise bırakarak 18.03.2010 tarihinde ihtarname çektiklerini ileri
sürerek ayıplı araç için ödenen bedelinin ticari faiziyle birlikte ve
kazanç kaybı ile aracın serviste kalacağı süre içindeki tazminatın
ticari faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalı-karşı
davacı vekili, müvekkilinin C.S. şirketinin Türkiye'deki yetkili
distribütörü B. Otomotiv AŞ.'nin yetkili bayisi olduğunu, bu şirkete
davanın ihbar edilmesi gerektiğini, olayda zamanaşımının dolduğunu,
davanın bu nedenle reddedileceğini, davacının kalitesiz yakıt
kullanımından dolayı aracının arızalandığını, 4077 sayılı Yasanın olayda
uygulanamayacağını belirterek asıl davanın reddini istemiş, karşı
davasında ise davacının elde ettiği menfaat tutarının BK'nun 205.
maddesi uyarınca davacı-karşı davalıdan tahsilini istemiştir.Mahkemece,
dosya kapsamı, iş emirleri, delil tespiti raporu, bilirkişi raporu
karşısında asıl davada araçta gizli ayıplı olduğu kabul edilse dahi,
davanın belirlenen sürede açılmadığı gerekçesiyle, açılan davanın
zamanaşımı süresi dolduğundan reddine, asıl dava reddedildiğinden karşı
dava bu nedenle konusuz kaldığı için karşı davada karar verilmesine yer
olmadığına, (HMK 186.madde) karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince
temyiz edilmiştir.Somut olayda, 08.03.2011 tarihli üç kişilik
bilirkişi kurulundan alınan raporun 6.sayfasının ddd) Ayıp, gizli veya
hileli olmalıdır başlıklı bölümünün 3. paragrafında (sayfanın
8.paragrafı) "Ayıpla ilgili maddi koşullara genel olarak bakacak
olursak, teknik incelemeden de anlaşıldığı gibi, olaydaki ayıbın lüzumlu
vasıflarda ayıbın bir türü olan satılan malda elverişliliği önemli
şekilde azaltan maddi bir ayıp söz konusu olduğu gibi bu ayıp GİZLİ ve
HİLELİ BİR AYIP NİTELİĞİNDEDİR" denilmiştir.Bu söz konusu
rapordaki belirtilen hileli ayıbın aksine mahkemece ayıbın hileli olduğu
kanıtlanamadığı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.Yapılması
gereken iş; anılan bilirkişi raporuna itibar edilmeyecekse, konusunda
uzman üç kişilik yeni bir bilirkişi kurulundan, özellikle ayıbın hileli
olup olmadığı konusunda Yargıtay denetimine elverişli ve ayrıntılı rapor
alınarak, alıcının iğfal edilip edilmediği üzerinde yeterince durulup,
bir karar verilmekten ibarettir..."gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davacı vekiliHukuk
Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava; ayıplı malın iadesi ve tazminat istemine ilişkindir.Davacı
vekili,müvekkilince 07.04.2008 tarihinde davalı taraftan 0 km olarak
satın alınan aracın 28/02/2009, 23/03/2009 ve 27/01/2010 tarihlerinde
motor yakmak suretiyle arızalandığını, müvekkili tarafından aracın
ayıpsız misli ile değiştirilmesi veya araç için ödenen bedeli iadesi
istenilmiş ise de bu istemin kabul edilmediğini, aracın halen davalı
tarafa ait serviste tamir edilmeksizin bekletildiğini, aracın tüm
arızalar sonunda toplam 34 gün serviste kaldığını, bu süre boyunca
müvekkilince aracın kullanılamaması nedeniyle günlük 150.00 TL kazanç
kaybına uğranıldığını, ayıbın tamir ile giderilmesi mümkün olan basit
bir ayıp olmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile ayıplı araç için ödenen 53.870,13 TL'nin satın alma tarihinden
itibaren ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini, aracın
kullanılamaması nedeniyle doğan ve günlük net 150,00 TL üzerinden tespit
edilen kazanç kaybının, davanın açılma tarihine kadar olan bölümü olan
20.100,00 TL'sinin ve dava sonuçlanıncaya kadar aracın serviste kalacağı
her gün için 150,00 TL'sinin ticari faizi ile birlikte davalıdan
tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, TTK'nın 25.
maddesine göre dava konusu aracın satım tarihinden itibaren altı aylık
dava zamanaşımı süresinin dolduğunu, araç için müvekkili şirkete
40.470,52 TL'nin ödendiğini, araçtaki arızaların niteliksiz yakıt
kullanımından kaynaklandığını, aracın servise son gelişinden sonra
davacı tarafça araç bırakılarak gidildiğini, teslim alınmaktan imtina
edilen dava konusu aracın gelir kaybından söz edilemeyeceğini
belirterek, davanın reddini savunmuştur.Davalı-karşı davacı
vekili karşı davasında[/u], esas davada araç bedelinin iadesine karar
verilmesi halinde, aracın satın alındığı tarihten 27/01/2010 tarihindeki
km.si olan 193.632 km'ye kadar kullanımından elde edilen menfaat
tutarının BK'nın 205. maddesi uyarınca hesaplanarak taraflarına
verilmesinin gerektiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile 10.000,00 TL'nin davacı- karşı davalıdan tahsilini
talep ve dava etmiştir.[u]Davacı-karşı davalı vekili, karşı
davaya cevabında, davalı-karşı davacının taleplerinin hakkaniyete aykırı
olduğunu, araç satın alındıktan sonra davalı-karşı davacı firmanın da
müvekkilinden aldığı parayı kullandığını belirterek karşı davanın
reddini savunmuştur.Aracın ithalatçı firması olan ihbar olunan
vekili, davanın TTK'nın 25. maddesi hükümlerine göre zamanaşımına
uğradığını, dava konusu araçtaki şikayetlerin niteliksiz yakıt
kullanımına dayalı olduğunu, araçtan elde edilen menfaatlerin iadesinin
gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece,bilirkişi
raporu ile araçtaki ayıbın gizli ayıp olduğunun bildirildiği ancak
ayıbın hileli ayıp olduğunun kanıtlanamadığı, davacı tarafça ayıp
ihbarlarını süresinde yapıldığı ancak, aracın satın alındığı tarihten
itibaren zamanaşımı süresinin dolduğu, aracın 07.04.2008 tarihinde satın
alındığı, en son arızanın 27.01.2010 günü ortaya çıktığı ve 34 gün
serviste kaldığı, bu sürenin ilavesi ile 12.05.2010 tarihinde iki yıllık
garanti süresinin dolduğundan bahisle, asıl davanın reddine, asıl
davanın reddedilmesi nedeni ile karşı dava konusuz kaldığından karşı
davada karar verilmesine yer olmadığına dair verilen karar, taraf
vekillerinin temyizi üzerine,Özel Dairece, yukarıda açıklanan
nedenlerle bozulmuştur.Mahkemece, bilirkişi raporunda ayıbın
hileli ayıp olduğu şeklindeki görüşün, hukukçu bilirkişi tarafından
ileri sürüldüğü, ayrıca arızaların sürücüden kaynaklanmayan ve imalat
hatasından kaynaklanan arızalar olup aracın gizli ayıplı bir araç
olduğunun bildirildiği, hukukçu bilirkişinin konunun uzmanı olmadığı
halde bu şekilde ayıbın gizli ve hileli bir ayıp niteliğindedir
şeklindeki belirtmesinin, tüm bilirkişiler tarafından benimsenmediği,
rapora itiraz üzerine alınan ek raporda da hileli ayıptan
bahsedilmediği, bu nedenle nihai kararda gizli ayıp olmadığının kabul
edildiği, bozmaya esas rapordaki hukukçu bilirkişi görüşünün herhangi
bir teknik veriye dayanmadığı, hukukçu bilirkişinin teknik bir konu
hakkında bu şekilde beyanda bulunmasının geçerli ve kabul edilebilir
olmadığı belirtilerek, direnme kararı verilmiştir.Direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.Uyuşmazlık;Yerel
Mahkemece alınan bilirkişi raporunda, dava konusu araçtaki ayıbın,
hileli ayıp olduğu konusunda bir tespitin yapılıp yapılmadığı, varılacak
sonuca göre, konusunda uzman üç kişilik yeni bir bilirkişi kurulundan,
özellikle ayıbın hileli olup olmadığı konusunda rapor alınmasının
gerekip gerekmediği ve dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı
noktasında toplanmaktadır.Öncelikle, uyuşmazlığın temelinde yatan ayıp kavramı üzerinde durmakta yarar vardır;818
sayılı Mülga Borçlar Kanunu'nun 194. maddesi ile 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu'nun 219. maddesine göre; bir maldaki ayıp; satıcının zikr
ve vaat ettiği vasıflarda veya niteliği gereği malda bulunması gereken
lüzumlu vasıflarda eksiklik olmak üzere iki türde ortaya çıkabilecektir.
Bunlardan ikinci tür olan yani lüzumlu vasıflarda eksiklik şeklinde
ortaya çıkan ayıptan bunun varlığını bilmese dahi satıcı sorumludur.
Ayıp, maddi, hukuki ya da ekonomik eksiklik şeklinde ortaya çıkabilir.
Bunlardan yola çıkılarak; satıcı ve dolayısıyla teselsül ilişkisi
nedeniyle ithalatçıyı maldaki ayıptan sorumlu tutmanın maddi koşulları;
ortada ayıp sayılan bir eksikliğin olması, ardından maldaki eksikliğin
önemli olması ve ayıbın malın yarar ve zararının alıcıya geçtiği anda
varolması, tüketicinin ayıbın varlığını bilmeden malı satın almış
olması, olarak sayılabilir.Tüketici yasası ile ilgili ayıba
ilişkin düzenleme ise, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanunun 4. maddesinde yer almaktadır.Anılan maddenin birinci
fıkrasında; "Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda
yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit
edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım
amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları
azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler
içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul
edilir." denilmekte, devam eden fıkralarda ise buna ilişkin biçimsel
koşullar sayılmaktadır.Görüldüğü üzere; Borçlar Kanunundaki ayıp
kavramı ile 4077 sayılı Kanununun 4. maddesinde yer alan ayıp
kavramları birbiri ile örtüşmektedir.Borçlar kanununda tanımını
bulan ayıba karşı tekeffül, satılan şeyin satıcının zikrettiği vasıfları
taşımamasından veya bu şeyin değerini sözleşme gereğince ondan beklenen
yararları azaltan veya kaldıran eksiklikler bulunmasından satıcının
sorumlu olmasıdır (TANDOĞAN, Haluk: Özel Borç İlişkileri, c. 1/1, Ankara
1988, sh 163; YAVUZ, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku, Özel Hükümler,
İstanbul 2007, 7. Baskı, sh 97). Diğer bir anlatımla ayıp, satılanın
normal niteliklerinden ayrılmasıdır.Ayıba karşı tekeffül borcu,
satıcının mülkiyeti geçirme borcunun tamamlayıcısıdır. Aynı zamanda
satıcının bu borcu kanuni bir borç mahiyetindedir (YAVUZ, Nihat: Ayıplı
İfa, Ankara 2010, 2. Baskı, sh. 91- 92).818 sayılı Mülga
Borçlar Kanunu'nun 196. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
221. maddesine göre; satıcı, satılanın ayıbını alıcıdan hile ile
gizlemiş ise satımda tekeffül hükmünü kaldıran veya sınırlayan her şart
batıldır. Satıcı, tekeffül ödevini kaldırırsa kendisi ve karşı akit için
gizli kalmış olan ayıplardan sorumlu olmak istemediğini belirtmektedir.
Bu nedenle böyle bir açıklamanın bağlayıcı olabilmesi, satıcının
kendisince bilinen ayıpların alıcıdan saklı kaldığını ve diğer ayıpların
gerçekten tarafından bilinmeyen ayıplar olduğunu kabul ettiğini gerekli
kılar.Bu ilkeler gereğince her kim, alıcının sözleşme
yapılırken ayıpları henüz bilmeyeceği ve yalnız bu nedenden onun için
zarar verici olan tekeffül görevinin kaldırılmasına razı olacağı üzerine
spekülasyon yaparsa, hileli davranıyor demektir. Satıcının hilesi
durumunda, tekeffül borcunu sınırlayan ya da kaldıran sözleşme kayıtları
sonuç doğurmaz.Sorumsuzluk anlaşmasına ilişkin 818 sayılı Mülga
Borçlar Kanunu'nun 99. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
115. maddesi, satıcının ayıptan sorumluluğunu kaldıran anlaşmalarda da
uygulanır. Bu nedenle ayıplı mal tesliminde ağır ihmali bulunan satıcı,
sorumsuzluk anlaşmasından yararlanamaz (YAVUZ, Cevdet: Türk Borçlar
Hukuku, Özel Hükümler, İstanbul 2007, 7. Baskı, sh 104). Bu duruma göre,
satıcının sadece ayıbı hile ile gizlemiş olması durumunda değil,
satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu sayıldığı her durumda
sorumsuzluk anlaşması geçersiz sayılır.Durumun gerekli kıldığı,
muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları
araştırmakla yükümlü değildir. Fakat onları meydana çıkar çıkmaz hemen
ihbar etmelidir (YAVUZ, Nihat: Ayıplı İfa, Ankara 2010, 2. Baskı, sh.
107).818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu'nun 200. maddesi ile 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 225. maddesine göre, alıcıyı iğfal etmiş
olan satıcı, ayıbın kendisine vaktinde ihbar edilmemiş olduğunu ileri
sürerek sorumluluktan kurtulamaz.Bile bile aldatma yani hile
varsa satıcı ne tam zamanında ayıpların ihbar edilmediğine ne de kısa
zamanaşımı süresine dayanabilir. Bu durumda 818 sayılı Mülga Borçlar
Kanunu'nun 125 ve 126. Maddeleri ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
146. ve 147. maddeleri uygulanır. Hileli davranış, ayıpları aldatıcı
olarak söylememede ya da alıcının malı muayene etmemesine ya da ayıpları
bildirmeden ya da tekeffül talep haklarını korumak için zorunlu olan
başka önlemlerden vazgeçmesine aldatıcı eylemleriyle sebebiyet vermede
bulunur.Uyuşmazlığın niteliği gereği biraz da bilirkişi
incelemesi üzerinde durulmasında fayda vardır. 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun 266. maddesine göre bir davada çözümü
hakim tarafından bilinmeyen, özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde
oy ve görüşüne başvurulan üçüncü kişiye bilirkişi denir. Bilirkişi,
kendisine verilen görevi, mahkemenin sevk ve idaresi altında yürütür,
mahkemece tespit edilmiş vakıalar hakkında görüş bildirir.HMK'nın
281/2-3. maddesine göre, mahkeme kendiliğinden, bilirkişi raporunda
noksan veya müphem gördüğü hususların tamamlanması veya açıklanması için
bilirkişiye yeni sorulara sorarak ek rapor alabileceği gibi, tayin
edeceği duruşmada sözlü açıklamalarda bulunmasını da isteyebilir,
gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse yeni bilirkişi seçerek
tekrar inceleme de yaptırabilir (KURU, Baki- ARSLAN, Ramazan- YILMAZ,
Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Yetkin Yayınları, 22. Baskı,
Ankara 2011, sh.447-448).Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:Oysa mahkemece yapılacak iş,
davaya konu uyuşmazlığın temelinde yatan motor arızası konusunda rapor
vermeye yeterli konusunda uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden; ayıbın
varlığını ve niteliğini belirleme konusunda teknik bilirkişinin uzman
olduğu, hukukçu bilirkişiden bu konuda teknik rapor alınamayacağı
gözetilmek suretiyle ayıbın hileli ayıp olup olmadığı konusunda Yargıtay
denetimine elverişli rapor alınarak, yukarıda açıklanan ilkeler
doğrultusunda davacı alıcının iğfal edilip edilmediğinin tespiti ile
varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile
ve yazılı gerekçeyle karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.Tarafların
karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara,
bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel
Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,
önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇ:
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının
Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
27.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.