MAHKEMESİ : KÜTAHYA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 12/11/2009NUMARASI : 2006/491-2009/325Taraflar arasında görülen davada;Davacılar miras bırakanları İ.. E..’in çocuksuz olarak öldüğünü, diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak tüm malvarlığını davalı B..E.. ve gelinine satış göstererek devrettiğini, hastalığı nedeniyle iradesi sakat olan muristen hileli yöntemlerle devirlerin yapıldığını ileri sürüp tapu kayıtlarının miras payları oranında iptali ile adlarına tescilini istemişler, yargılama sırasında davalarını ıslah ederek 3.kişiye satılan 29 nolu bağımsız bölüm yönünden miras payları oranında tazminata karar verilmesini istemişler davalı A.. hakkındaki davayı atiye bırakmışlardır.Davalılar miras bırakanın sağlığında kardeşi B.. ve çoçuklarına serbest iradesiyle bir kısım taşınmazlarını sattığını bildirip davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davalı A.. D..A.. aleyhine açılan davanın HUMK.’nun 409.maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına, diğer davalılar aleyhine açılan davanın işlemlerin danışıklı olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali tescil ve tazminat isteklerine ilişkindir.Mahkemece, davalı A.D.A. hakkındaki davanın açılmamış sayılmasına, diğer davalılar hakkındaki davanın subut bulmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacılar ile davalılardan B.’ın miras bırakanı olan İ. E. 28.1.2006 tarihinde bekar ve çocuksuz olarak öldüğü çekişme konusu 770 ada 26 parsel sayılı taşınmazın 151/20798 payı muris adına kayıtlı iken 22.11.1979 tarihinde 70/20798 payını davalı kardeşi B.’a satış suretiyle temlik ettiği, bu taşınmazın daha sonra imar uygulamasına tabi tutularak murise ait payın 2554 ada 1 sayılı parsele gittiği,miras bırakanın bu parseldeki 63/156 payını 4.4.2005 tarihinde B.’ın gelini olan davalı Z..satış yoluyla devrettiği, aynı tarihte aynı akitle miras bırakanın 82 ada 227 parsel sayılı taşınmazdaki 29 nolu bağımsız bölümü davalı Z.’ye satış suretiyle temlik ettiği, Z.’nin de bu bağımsız bölümü 29.8.2005 tarihinde dava dışı 3.kişiye devrettiği, miras bırakanın yine 4.4.2005 tarihinde 100 ada 38 parsel sayılı taşınmazını da davalı B.. ‘a sattığı, çekişmeli taşınmazlardan 372 ada 17 parselin 4/8 payı ile 372 ada 9 parseldeki 864/1728 payı miras bırakan adına kayıtlı iken 5.9.2000 tarihinde B.’ın oğlu B..’e satış yoluyla temlik ettiği, B.’inde bu taşınmazları 6.12.2001 tarihinde babası B..’a devrettiği, davacıların yargılama sırasında 55 ada 32 parselle ilgili (davalı A. D.A. hakkındaki ) davalarını atiye bıraktıkları görülmektedir.Davacılar, miras bırakanın davalılara yukarıda değinildiği şekilde yapmış olduğu temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olduğunu, 2.el durumundaki kişilere yapılan temliklerin de muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olaya gelince; miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, temlike konu taşınmazlar dışında miras bırakanın başkaca mal varlığının kalmadığı, bir kimsenin tüm malvarlığını yaşam süreci içerisinde ihtiyacı olmadığı halde elden çıkarmasının yaşamın gerçeklerine ve hayatın olağan akışına uygun düştüğünün söylenemeyeceği, davalı olan gelin Zarife’nin ev hanımı olup bir gelirinin bulunmadığı, satış bedellerinin de ödendiğinin kanıtlanamadığı, akitte gösterilen değerler ile taşınmazların gerçek değerleri arasında aşırı fiyat farkı olduğu hususları dosya kapsamı ile sabit olup bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde miras bırakanın temliklerdeki gerçek amacının mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmelidir.Hemen belirtilmedir ki, ilk el durumunda bulunan kişilere yapılan temliklerin muvazaalı olması sebebiyle hukuken geçerli kabul edilemeyeceği, 2.el durumunda bulunan taşınmaz maliklerinin de Türk Medeni Kanununun 1024.maddesi hükmü uyarınca muvazaalı işlemi bilen ve bilmesi gerekli kişi konumunda bulundukları bu nedenle aynı yasanın 1023.maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacakları sabittir. Diğer yönden Z..’nin 3.kişiye yapmış olduğu 29 nolu bağımsız bölümle ilgili satış bakımından davacıların taleplerini ıslah ederek tazminata çevirdikleri gözetilmek suretiyle yukarıdaki ilkelerle birlikte tüm delillerin değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacıların, temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.