Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11049 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 4040 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasında görülen davada İstanbul 31. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 14/11/2012 tarih ve 2011/33-2012/242 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 10/06/2014 günü hazır bulunan davacı vekili Av. S.. B.. ile davalı vekili Av. A.. Ş..dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin 10 adet kurucu pay sahibi olduğunu, her yıl ödenmesi gereken %10 kar payını ayırmayıp, sermaye sahibi ortakların sermayelerine ilave ettiğini, TTK ve anasözleşme hükümlerini ihlal ettiğini, 1998-2007 yıllarını kapsayan kar payının tahsili için yapılan icra takibinin itirazla durduğunu ileri sürerek, itirazın iptaline, takibin devamına ve inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, 1998 yılı kâr payı istemiyle ilgili olarak açılan davanın reddine karar verildiğini, henüz kesinleşmediğini, derdestlik itirazında bulunduklarını, ana sözleşmesinin 36/son maddesi uyarınca kâr payı dağıtılmasına karar verilmeyerek, kârın tamamının olağanüstü yedek akçeye ayrılmasında bir usulsüzlük olmadığını, yeniden değerleme değer artış fonu, iştiraklerden gelen YDDAF gibi şirketin ticari kazancı ile ilgisi olmayan ve yasal hükümler gereğince oluşturulan düzenleyici mahiyetteki hesaplarda yer alan kârlar ve fonların TTK'nın 298. maddesi kapsamında kalan karlardan bulunmadığını, bunlardan kâr payı istemenin mümkün olmadığını, normal ticari karlar bulunmadığını, müvekkil şirketin 23.10.1998 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında “Kâr payı dağıtılmasına karar verildiği takdirde, dağıtılacak safi kârın, en son kâr dağıtılan 1993 yılındaki 300 milyar TL sermayenin dağıtım tarihindeki sermayeye oranlanması suretiyle hesaplanacak miktarların kurucu senetlere kâr payı dağıtılacağına karar verildiğini ve kurucu senetlerle ilgili kâr payı dağıtımının sınırlandırıldığını, inkar tazminatı koşullarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacının kurucu pay sahibi olduğu, kurucu pay sahibinin şirketin alacaklısı durumunda bulunduğu, hukuki temelinin TTK'nın 298. maddesinde düzenlendiği, anılan Kanun'un 466. maddesinin kârın tevzii ile ilgili olduğu, ikinci fıkranın 3 numaralı bendi ve üçüncü fıkra hükümleri, gayesi esas itibariyle başka işletmelere iştirakten ibaret olan “Holding” şirketleri hakkında cari olmadığı, davalı şirketin ana sözleşmesinde kurucuları arasında ister (A) ister (B) grubu olsun, holdingin yıllık kazancından TTK'nın 466. maddesinde yazılı yedek akçe ile pay sahipleri için ödenmiş sermayelerinin %5'i oranında 1. tertip temettü hissesi ayrıldıktan sonra kalanın 1/10'unu kurucu hisselerine tahsis edileceğinin hükme bağlandığı, ana sözleşmenin 36. maddesinde karın dağıtım şeklinin düzenlendiği, zamanının 37. maddesinde belirlendiği, davalının 20.11.1998 tarihli genel kurulunda kurucu kâr payı dağıtıldığı sermaye artırımından evvelki kâr dağıtımlarına teşmil edilmemek, ana sözleşmenin ve %10 oranındaki kurucu kâr payı miktarınınDeğiştirilmesi hükmünde olmamak, sadece kurucu kâr payının oranlanacağı sermaye miktarını belirlemek amacına yönelik olarak ve anılan yasal düzenlemelere uygun, şirketin en fazla lehine ve en düşük sermaye miktarına oranlama yapılarak bundan böyle kurucu intifa hakkı sahiplerine ödenecek kurucu kâr payının belirtilen hususlar çerçevesinde sınırlandırılmasına, yine en son 1993 yılında kurucu intifa hakkı (senedi) sahiplerine, kâr payı ödemesi yapılmış olduğu nazara alınarak ana sözleşmenin tadili mahiyetinde olmamak ve bundan önceki kâr payı dağıtımı işlemlerine teşmil edilmemek suretiyle bundan böyle kâr payı dağıtımı işlemlerinde kurucu intifa sahiplerine yapılacak kâr payı ödemelerinin, genel kurulun 1993 yılındaki kâr dağıtım kararı tarihindeki sermaye olan 300 milyar TL'ye göre elde edilen oran göz önünde tutularak sınırlandırılmasına, diğer bir deyişle herhangi bir kâr payı dağıtımı işlemi yapıldığı takdirde, dağıtılacak safi kârın 1993 yılındaki 300 milyar TL sermayenin dağıtım tarihindeki sermayeye oranlanması suretiyle hesaplanacak miktarından kurucu intifa senedi sahiplerine ana sözleşmedeki oran ve esaslara göre tahsis edilmesine karar verildiği, 1998-1999-2002-2003-2005-2006 ve 2007 yıllarında genel kurullarda kârın dağıtılmasına dair bir karar alınmadığı, kurucu senet sahiplerine kâr payı verilmediği, anılan yıllara ait kârın fevkalade yedeklere ayrıldığı, kurucu intifa senedi sahiplerinin kâr payı dağıtım koşulları gerçekleştiği halde şirketçe bu tür pay sahiplerine sözleşmesel haklarının kasıtlı olarak zedelenmesi halinde gerek şirkete gerekse yöneticilerin kişisel sorumluluklarına dayanarak bunlar aleyhine genel hükümlerden doğan dâvâ haklarını kullanabilecekleri, davalının holding olduğu, ana sözleşmesinin 36/2a maddesinde “tevzi edilecek temettülere göre TTK'nın 466/3 maddesine uygun ayrılması icap eden ihtiyat tefrik olunur.” hükmünün bulunduğu, anılan hükmün, holding şirketleri için cari olmadığı, ana sözleşmesinin 36/2a maddesinin, TTK'nın 466 maddesinin 2. fıkrasının 3 bendi ile çeliştiği, 2. tertip fevkalade yedek ayırmaması gereken davalı şirketin, kârını dağıtmayarak fevkalade ihtiyatlara almasının kurucu hisse (intifa) senedi sahipleri ile şirket arasında oluşmuş bulunan akdi ilişkiyi zedelediği, faaliyet alanının başka şirketlerin sermayesine iştirak etmek ve hisse senetlerini elinde tutmak, bu hisse senetlerinin alıp satarak, kâr elde etmek, iştirak ettiği şirketlerin kârlarına payları oranında iştirak etmek olduğu, anılan şirketlerinin genel karakteri gereği, iştirak hisselerini alıp satmaları faaliyet konuları ile ilgili olduğu cihetle, iştirak hisselerinin satışından doğan kârın reel ve dağıtılabilir bir kâr bulunduğu, keza iştiraklerden alınan kâr paylarının da reel ve dağıtılabilir kâr mahiyetinde olduğu, faaliyet alanına giriyorsa, ticari amaçla taşınmaz alıp satmış ise, alım fiatı ile satış fiatı arasındaki müspet farkın da, şirketin dönem kârına dahil edilmesi gerektiği, ayrıca amortismana konu iktisadi kıymetin elden çıkartılması halinde, satış bedelinin üzerine amortismanlar eklenmek suretiyle bulunan değerden iktisap değeri, (yeniden değerleme yapılmış ise bu işlem sonunda bulunan kıymet) düşüldükten sonra bir artı değer oluşuyor ise bunun da reel kâr olarak kabul edileceği, davacının kurucu pay sahibinin şirketin alacaklısı durumunda bulunduğu, bu alacak hakkına muvafakati bulunmadan genel kurul kararı ile sınırlama getirilemeyeceği, takibinde haklı bulunduğu anlaşıldığından lehine inkar tazminatı hükmedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalıdan 1.768.340,12 TL alacaklı olduğunun tespiti ile davalının icra takip dosyasına yaptığı vaki itirazın iptaline, davacının asıl alacak kısmı olan 1.263.622,78 TL ye takip tarihinden itibaren reeskont faiz oranları üzerinden işlemiş temerrüt faizi uygulanmasına, %20 icra inkar tazminatı olan 353.668,02 TL'nin ayrıca tahsiline karar verilmiştir.Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamları dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.2-Dava, davalı şirketin kurucu intifa pay sahibi olan davacının dağıtılmadığını ileri sürdüğü kar payının tahsili için yapılan icra takibine itirazın iptaline ilişkindir.Davacının, davalı şirkete ait 10 adet kurucu intifa senedi sahibi olduğu hususu uyuşmazlık konusu değildir. Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6762 sayılı Kanun'un 298. maddesinde hukuki temelini bulan kurucu intifa senetleri, ortaklık kuruluşunda emeği geçenlere veya bunların dışındaki kişilere atıfet olarak bedelsiz çıkıralan senet türüdür. Anılan senet sahiplerine aynı Kanunun 466. maddesi hükmüne göre kardan pay verilir. Gerek Dairemizin kararlılık kazanan içtihatları (Bkz. 11.05.2001 tarih, 2001/3163 Esas-2001/4878 Karar, 04.05.2010 tarih, 2008/9248 Esas-2010/4881 Karar sayılı ilamları) gerekse doktrinde (Bk. Poroy-Tekinalp-Çamoğlu.; Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, Güncelleştirilmiş 10. Tıpkı Basım, s.676 ve devamı) benimsendiği üzere, kurucular ve bunların halefleri ile anonim şirket arasında ilişki, bir ortaklık ilişkisi olmayıp, Borçlar Kanunu'nda tanımlanmamış, ancak aynı kanun kapsamında akit serbestisi ilkesi çerçevesinde yapılmış kendine özgü bir sözleşme niteliğindedir.Davacı, davalı anonim şirketin kurucu pay sahibi olduğunu, kurucu hisse senetleri sahibine %10 kar payı ödeneceği yönündeki ana sözleşmesine uyulmadığını, karın sermaye sahibi ortakların sermayesine ilave edildiğini ileri sürmüş, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak, hüküm doğru değerlendirmeler içermediği gibi, temel alınan bilirkişi raporu da karar vermeye elverişli değildir. Davacının hüküm altına alınan kar payları, davalının sahip olduğu iştirak hisselerinin satışından elde edilen tutara göre hesaplanmıştır. Ancak, Dairemizin 05.02.2010 tarih, 2008/4682 Esas-2010/1316 Karar sayılı ve 04.05.2010 tarih, 2008/9248 Esas-2010/4881 Karar sayılı ilamlarında da kabul edildiği üzere, davalı şirketin sahibi olduğu iştirak hisseleri satışından elde edilen tutar, şirketin ticari faaliyeti sonucu elde edilen 'safi kar' kapsamına girmemektedir. 6762 sayılı TTK'nın 298. maddesinde belirlenen ticari etkinlik sonucu elde edilen kazanç tanımlaması arasında yer almamaktadır.Bu durum karşısında, davacı kurucu pay sahibinin bu şekilde oluşan kardan pay isteyemeyeceğinin dikkate alınmadan hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.3-Ayrıca, davalı şirketin 'Holding' vasfı dikkate alınarak ve somut olaya uygulanması gereken TTK'nın 466/3. maddesinin 'Holding' niteliğindeki anonim şirketlerde uygulanmayacağı gerekçesiyle anılan esas sözleşme hükmünün kanuna aykırı bulunduğu, davalının fevkalade yedek ayırmasının yanlış olduğu kabul edilmiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere, kurucu intifa pay senedi sahibi veya bunların halefleri ile şirket arasındaki ilişki, sermaye sahibi ortak ile şirket arasındaki ilişkiden ayrı, sözleşme serbestisi kapsamında değerlendirilen kendine özgü bir akit olduğundan, ana sözleşmenin 36. maddesinin TTK'nın 466. maddesine aykırı olduğu hususu, davacıyı etkilemeyecektir. Başka bir anlatımla, ana sözleşmede yazılı koşullar çerçevesinde davacı ile davalı arasında akdi bir ilişki mevcut olup, ana sözleşmenin ilgili hükmü davacıyı bağlayacaktır. Ayrıca, her ticaret ortaklığı gibi anonim ortaklığın nihai amacı kar elde edip ortaklarına dağıtmaktır. Bu amaç, anasözleşmelerde yer almaz çeşitli kanunlardaki kişi birliklerini ayıran, “müşterek gaye” kıstasından ve “ortaklık” kavramından doğar. Başka bir deyişle “anonim şirket kanunen yasak olmayan her türlü iktisadi maksat ve konular için kurulur” (TTK’nın 271) ve kâr elde etmek ve paylaştırmak nihai amacını elde etmek hedefine yönelir ve bu yolda çaba harcar. Ortaklığın bütün organları bu nihai amaca uygun kararlar almak zorundadır. Şirketin nihai amacının kar elde edip ortaklara dağıtması esas olmakla birlikte anasözleşmeye konulacak hükümler yanında kanunda gösterilen nedenler bu genel ilkenin istisnalarını oluşturmaktadır. Bu istisnaların en önemlisi ve uygulamada da sıkça görülüp dava konusu uyuşmazlığa da konu olan TTK’nın 469/2. maddesindeki düzenlemedir. Anılan düzenleme gereğince şirketin devamlı inkişafı ve mümkün mertebe istikrarlı kâr dağıtımını temin bakımından anasözleşmede zikredilenlerden başka yedek akçeler ayrılmasına şirket genel kurulunca karar verilebilir. Kâr payı hakkı ile bu hakkın istisnasını oluşturan TTK’nın 469/2. fıkrası arasındaki hassas dengenin kurulması zorunludur.Dairemizin 05.02.2010 tarih ve 2008/4682 Esas, 2010/1316 Karar sayılı ilamında da açıklandığı üzere, kurucu intifa senedi sahibini de ilgilendiren bir husus daha vardır ki, o da şirketin varlığı, gelişmesi ve dolayısıyla ileride istikrarlı kâr dağıtılmasını temindir. Bu itibarla, şayet kârın yedek akçeye ayrılmaması halinde anılan hususlar tehlikeye düşer ise bundan kurucular da etkileneceğinden şirketin, kârın yedek akçe olarak ayrılmasının ortaklığın devamlı gelişimi için gerekli olduğunu davalının kanıtlaması halinde, kurucu intifa senedi sahipleri şirketten bir talepte bulunamayacaktır.O halde, davalı vekilinin, kârın yedek akçeye ayrılmasına yönelik aldığı kararların şirketin devamlı gelişimi için uygun ve yararlı olduğu, davacının bu yönüyle talep hakkının bulunmadığı yönündeki bilirkişi raporuna itirazı üzerinde durulup, ek rapor alınması veya yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerekirken, yazılı şekilde eksik incelemeye dayalı hüküm kurulması da kabul şekli bakımından doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.4-Davacı vekili, dava dilekçesinde istediği kar payını talep ettiği yıllara göre açıklamış ve 2002 yılının 2. sermaye artışıyla ilgili talebi aşılarak yazılı şekilde hüküm kurulması da yine kabul şekli bakımından doğru olmamış, kararın bu yönüyle de bozulması gerekmiştir.SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2), (3) ve (4) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.100,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak, davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 10/06/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.