Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11036 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 6960 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : SAMANDAĞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/10/2009NUMARASI : 2009/576-2009/485Taraflar arasında birleştirilerek görülen davalarda; Davacı, kayden davalılara ait 1191, 2854, 2855 ve 6085 parsel sayılı taşınmazların, kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldıklarını, özel mülkiyete konu olamayacaklarını ileri sürerek, tapu iptali, terkin, elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinde bulunmuştur. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Dairece; "yargılama aşamasında yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa uyarınca davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmesi" gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmiştir. Karar, taraf vekillerince süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 26.10.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden Hazine vekili Avukat H. S.geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Mahkemece, hükmüne uyulan Daire bozma kararında gösterildiği şekilde işlem yapılarak, 3402 sayılı Kadastro Yasasının 12/3 maddesi hükmüne ilave düzenlemeler getiren 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa hükümleri gözetilmek suretiyle davanın hak düşürücü süreden reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Öyleyse bu yöne değinen davacı Hazinenin temyiz itirazları yerinde olmayıp, aleyhindeki hükmün bu yöne hasren ONANMASINA;Ancak, her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Dava tarihi itibariyle davasında haklı olduğu saptanan tarafın dava sona erdirilmeden çıkan yasal düzenleme gereğince haksız duruma düşmesi halinde, yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı açıktır. Diğer taraftan HUMK'nun 417.maddesi hükmü uyarınca davada iki taraftan herbiri kısmen haklı çıkarsa mahkemenin her birini masraflardan sorumlu tutması ve bu masrafları kazanılan ve kaybedilen oranda taraflara tahmil etmesi gerekir. Ayrıca 29.05.1957 tarih 4/16 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca avukatlık ücretinin yargılama giderlerinden sayıldığı ve mahkemece kendiliğinden gözetilerek hükme bağlanacağı da kuşkusuzdur. Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı Hazinenin davasında dava tarihi itibariyle kısmen haklı ve kısmen de haksız olduğu keşfen saptandığı ve davanın niteliği gözetildiğinde, maktu avukatlık ücretine değil belirlenen dava değeri üzerinden (kazanılan ve kaybedilen oranda) taraflar yararına nispi avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken davacı hazine lehine avukatlık ücreti takdir edilmemesi ve davalılar yararına maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi doğru değildir.Tarafların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlere hasren HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davacı vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının diğer temyiz edenden alınmasına, 26.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.