Taraflar arasındaki “ rücuen tazminat ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.04.2012 gün ve 2009/1742 E.,2012/640 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 05.03.2013 gün ve 2012/12002 Esas 2013/2892 Karar sayılı ilamı ile;(…Davacı vekili, müvekkiline kasko poliçesi ile sigortalı olan aracın davalı Derviş'in sürücüsü ve işleteni olduğu araç ile çarpışması sonucu meydana gelen kazada sigortalı araç için ödenen 8.290 TL hasar bedelinden davalının %75 kusuruna tekabül eden 6.217 TL.nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı Derviş vekili, kazanın meydana gelmesinde asıl kusurun davacıya sigortalı araç sürücüsünde bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece; toplanan delillere göre, davacı tarafından 10.01.2008 başlangıç tarihli kasko poliçesi tanzim edilmişse de kazanın meydana geldiği 24.02.2008 tarihinde sigorta primlerinin davalı tarafından ödendiğine dair belge ibraz edilmediği, sigorta primleri ödenmediğinden taraflar arasında geçerli kasko sözleşmesinin varlığından söz edilemeyeceği, poliçenin teslim edilmiş olmasının sigortacının sorumluluğunu başlatmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava, kasko poliçesinden kaynaklanan ve sigorta tarafından ödenen hasar bedelinin kusurlu araç malik ve sürücüsünden rücuen tahsili istemine ilişkindir.Mahkemece sigorta primleri ödenmediğinden geçerli kasko sözleşmesi bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili temyiz dilekçesinde poliçe primlerine ilişkin ödeme planını ibraz etmiş olup, poliçe ilk taksidinin sigortacı tarafından tahsil edildiği anlaşılmaktadır. Davacı sigorta şirketi tarafından ibraz edilen belgeye göre hasarlı araç için ödenen tazminat bedelinden bakiye prim bedelinin düşülerek kalan miktarın ödendiği belirtilmiştir. Kaldı ki, sigortalı ile davacı arasında düzenlenen 10.04.2008 tarihli ibranamede sigortalı, alacağı devir ve temlik ettiğini bildirdiğinden alacağın temliki hükümleri ve halefiyet hükümleri uyarınca sigorta şirketi ödediği bedeli talep edebilecektir. O halde mahkemece primlerin ödenmesi hususunda tarafların delilleri sorularak ve bu hususta yeterli araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile hüküm verilmesi isabetli olmamıştır....)gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davacı vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.Davacı vekili, müvekkiline kasko poliçesi ile sigortalı olan aracın davalının sürücüsü ve işleteni olduğu araç ile çarpışması sonucu meydana gelen kazada sigortalı araç için ödenen hasar bedelinden davalının %75 kusuruna tekabül eden kısmın ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı, kazanın meydana gelmesinde asıl kusurun davacıya sigortalı araç sürücüsünde bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, toplanan delillere göre, davacı tarafından 10.01.2008 başlangıç tarihli kasko poliçesi tanzim edilmişse de kazanın meydana geldiği 24.02.2008 tarihinde sigorta primlerinin davalı tarafından ödendiğine dair belge ibraz edilmediği, sigorta primleri ödenmediğinden taraflar arasında geçerli kasko sözleşmesinin varlığından söz edilemeyeceği, poliçenin teslim edilmiş olmasının sigortacının sorumluluğunu başlatmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen kasko sigorta poliçesinin ve alacağın temlikinin geçerli olup olmadığı; varılacak sonuca göre davalının hasar bedelinden sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemelerin ortaya konulmasında yarar vardır:Alacağın temliki, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 162 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir(6098 sayılı TBK m.183. vd.). 818 sayılı Kanun'un rızai temliki düzenleyen 162.maddesinde; “Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını üçüncü bir şahsa temlik edebilir. Borçlu, alacağın temlik edilmemesi şart edilmiş olduğunu, bu şartı ihtiva etmeyen bir ikrarı bilkitabeye istinat ile alacağını temellük eden üçüncü bir şahsa karşı iddia edemez” “Akdin Şekli” başlıklı 163.maddesinde ise; “Tahriri şekilde yapılmış olmadıkça alacağın temliki muteber olmaz. Bir alacağın temlikini va'detmek, hususi şekle tabi değildir” hükümleri mevcuttur.Şu hale göre BK’nun 163. maddesinde alacağın temliki sözleşmesinin geçerliliği sadece yazılı şekle tabi tutulmuş olup resmi şekle bağlanmamıştır. Dolayısıyla yazılı şekilde düzenlenmiş olması şartıyla, bir kimse bir başkasından olan alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir; böyle bir sözleşme alacağın temliki hükmünde olup, hukuken geçerlidir.Aynı Kanunun 164.maddesinde; “alacağın temliki kanun veya mahkeme kararı mucibince vuku bulduğu halde, bir güna merasime tabi olmaksızın ve evvelki alacaklı tarafından rıza izhar edilmesine bile ihtiyaç bulunmaksızın üçüncü şahıslara karşı dermeyan edilebilir.”“Hüsnüniyetle Yapılan Ödeme” başlıklı 165.maddesinde de; “Temlik veya temellük eden tarafından alacağın temlik olunduğu kendisine bildirilmezden mukaddem evvelki alacaklıya ve mütevali temlikler vaki olmuş ise alacağı temellük edenlerden tercihi lazım gelen biri var iken diğerine hüsnü niyetle tediyede bulunan borçlu, beri olur.” Borçluya ait def’iler başlıklı 167.maddesi ise; “Borçlu, temlike vakıf olduğu zaman; temlik edene karşı haiz olduğu defileri, temellük edene karşı dahi dermeyan edebilir. Borçlunun matlubu temlik eden zimmetinde temlike vakıf olduğu zaman müeccel bir alacağı var idiyse bu alacağın temlik edilen matluptan sonra muacceliyet iktisap etmiş olmaması şartıyla borç ile takas edilmesini talep edebilir” hükmünü içermektedir.Bu hükümlerden de açıkça anlaşılacağı üzere, alacağın temliki; bir alacağın alacaklı tarafından bir başka kimseye devredilmesidir. Bu suretle borç münasebetinde alacaklının şahsında bir değişiklik vuku bulmakta, eski alacaklının (temlik edenin) yerini yeni alacaklı (temellük eden) almaktadır. Aynı zamanda, temlik edilen alacak eski alacaklının malvarlığından çıkarak yeni alacaklının mamelekine dâhil olmakta, alacağı talep etmek hakkı da yeni alacaklıya intikâl etmektedir.Eğer alacaklı, alacağını bir başkası vasıtasıyla tahsil ettirmek isterse, bu kimseye tahsil yetkisi verecek yerde alacağını ona temlik eder ki, bu halde alacağın temliki tahsil maksadıyla yapılmış olmaktadır. Alacaklı, mevcut bir borcu için teminat olmak üzere alacağını kendi alacaklısına rehnedeceği yerde ona temlik ederse, bu halde alacağın temliki teminat maksadıyla yapılmış olur.Alacağın temlikinin rızai, kazai ve kanuni olmak üzere başlıca üç çeşidi vardır:Rızaî temlik; alacağın temlik eden ile temellük eden arasında yapılan bir anlaşmayla temlik edilmesidir ki Borçlar Kanunumuzun 162-172.maddelerinde düzenlenmiş olan temlik nev’i de budur.Kanunî temlik; alacağın muayyen vakıaların gerçekleşmesi üzerine kanundan ötürü bir başkasına temlik edilmesidir ki, bunun en tipik misalini ölüm vakıasının gerçekleşmesi halinde ölen kimseye (murise) ait alacakların kanundan ötürü mirasçılara intikâl etmesi teşkil eder. Burada alacaklar, rızaî temlikteki gibi bir hukukî muameleyle değil, kendiliğinden intikâl etmektedirler.Kazaî temlik ise; alacağın bir mahkeme hükmüyle temlik edilmesidir. Meselâ mirasçılar mirasın taksiminde anlaşamadıkları için mahkemeye başvurarak taksimin hâkim tarafından yapılmasını talep ettikleri takdirde hâkim, bu talep üzerine hisseleri teşkil edip mirasçılara tahsis eder. İşte hâkimin tahsis ettiği bu hisseler içinde bulunan alacaklar mirasçıya mahkeme hükmüyle intikâl etmiş olurlar.Alacağın temlikin söz konusu olabilmesi için, evvelemirde temlik edilecek bir alacağın mevcut olması gerekir. Kural olarak, bütün alacaklar temlik edilebilir. Böylece halen iktisap edilmiş (kazanılmış) bir alacak kadar ileride iktisap olunacak bir alacak da; keza muaccel bir alacak kadar bir vadeye veya şarta bağlanmış olan alacaklar da temlik olunabilir. Alacağın hukukî muameleden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya doğrudan doğruya kanundan doğmuş olmasının da bir önemi yoktur.Alacağın temliki, mahiyeti itibariyle iki taraflı bir hukukî muamele, yani akit olup; temlik eden ile temellük edenin iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun suretle beyan etmeleriyle meydana gelir.Kanunumuz alacağın temlikinin «yazılı» şekilde yapılmasını öngörmektedir. Bu itibarladır ki, bir muteberlik şekli olarak yazılı şekle uyulmadıkça alacağın temlikinin hiçbir hükmü yoktur. Bununla birlikte, temlik senedinde (temliknamede) sadece temlik edenin imzasının bulunması kâfi olup, ayrıca temellük edenin imzasının bulunmasına lüzum yoktur. Temlik senedine tarih konulması da şart değildir.Alacağın temlikinin hüküm ifade edebilmesi için, temlik edenin bu alacak üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması da lâzımdır. Kural olarak, alacak hakkı sahibinin, alacağı üzerinde tasarruf yetkisi vardır. Ancak bazı hallerde, meselâ iflâsta masaya dahil olan alacakları üzerinde alacaklının (müflisin) tasarruf yetkisi yoktur. Diğer taraftan, bir alacak üzerinde sahibinden başka kimselerin, meselâ kanunî veya akdî mümessillerin de tasarruf yetkileri olabilir. İşte, alacağın temliki ancak alacak üzerinde tasarruf yetkisi bulunan kimseler tarafından yapılabilir. Temlik edenin tasarruf yetkisi bulunmadığı takdirde, yapılmış olan temlik muteber olmaz; temlikin muteber hale gelebilmesi için, alacaklının icazet vermesi; yani temliki sonradan onaylaması gerekir.Alacak, temlik edilmekle temlik edenin malvarlığından çıkarak temellük edenin mamelekine dahil olur; buna karşılık temlik edenin «alacaklı» sıfatı da artık son bulur, onun yerini temellük eden alır. Böylece temlik eden, borçludan edimini ifa etmesini talep edemeyeceği gibi, borçlu tarafından vâki olan ifayı da kabul edemez. Borçlu, edimini bundan böyle «temellük edene», yani «yeni alacaklı»sına ifa etmekle mükelleftir. Ancak, alacağın temliki borçlunun muvafakatini gerektirmediğinden, borçlunun bu temlikten haberi bulunmayabilir. Temlikten habersiz olan borçlu, hüsnüniyetle borcunu temlik edene, yani eski alacaklısına ifa ederse, borcundan kurtulur.Eğer borçlu, alacağın temlik edilmiş olduğundan haberdar edilmiş bulunuyorsa, borcunu ancak temellük edene ifa edebilir; temlik edene ifada bulunmuş olduğu takdirde, temellük edene karşı da ikinci bir ifada bulunmakla mükellef olur. Borçluya alacağın temlik edilmiş olduğunu temlik eden de, temellük eden de bildirebilir; bu ihbar herhangi bir şekle de bağlı değildir.Kural böyle olmakla beraber, bunun istisnaları da vardır. Gerçekten, bazı alacakların temlik edilemeyecekleri bizzat kanunda belirtilmiştir. Buna misâl olarak nişanın bozulması halinde kusursuz nişanlı lehine doğan manevî tazminat hakkını zikredebiliriz. Vekâlet ve alacağın temliki hükümleri birbirleri ile karşılaştırıldığında açıkça görüleceği üzere; vekalet sözleşmesinin alacağın temliki sözleşmesine göre daha geniş kapsamlı olduğu; buna karşılık alacağın temliki sözleşmesinin ise aslında vekalet sözleşmesinin özel bir türü olduğu anlaşılmaktadır.Öte yandan; 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Müddet” başlıklı 1282.maddesinde aynen;“Aksi kararlaştırılmış olmadıkça sigortacı, primin ödendiği tarihten itibaren gerçekleşen rizikolardan mesuldür. Sigortanın devam müddeti mukavelede yazılı değilse tarafların müşterek maksadiyle mahalli teamül ve sair haller göz önünde tutularak mahkemece tayin olunur.”Hükmü yer almakta;Aynı Kanunun 1294. maddesinde;“Sigorta ettiren kimse, primlerin en yüksek haddinin tayinine ait hususi hükümler mahfuz kalmak üzere, mukavele ile kararlaştırılmış olan primi ödemekle mükelleftir. Sigorta primi mukavelede gösterilmemişse ilgili vekaletçe tasdik edilmiş olan tarifeler gereğince tayin olunur.(Değişik fıkra: 21/06/1994 - KHK - 537/1 md.) Sigorta primi para olarak ödenir. Ödeme için senet verilmesi halinde senet bedelinin tahsil edildiği tarihte ödeme yapılmış sayılır.Primin aylık veya yıllık olarak taksitle ödenmesi kararlaştırılabilir. Böyle bir mukavele yoksa sigorta priminin toptan ödenmesi lazımdır.”Denilmekte;Yine Aynı Kanunun “Ödeme zamanı” başlıklı 1295.maddesinde ise;“Sigorta priminin tamamının, taksitle ödenmesi kararlaştırılmışsa ilk taksitin, akit yapılır yapılmaz ve poliçenin teslimi karşılığında ödenmesi gerekir.(İkinci fıkra iptal: Anayasa Mahkemesi'nin 11/03/1997 tarih ve E.1997/24, K.1997/35, sayılı Kararı ile)Sigortacının sorumluluğu primin veya ilk taksitin ödendiği tarihten başlar. Şu kadar ki, kara ve denizde mal taşıma işlerine ait sigortalarda sigortacının sorumluluğu, akdin yapıldığı andan başlıyacağı gibi sigorta primi de henüz poliçe tanzim edilmemiş olsa bile o anda muaccel olur.Sigortacının sorumluluğu başlamadan önce sigorta ettiren kararlaştırılmış olan primin yarısını ödeyerek mukaveleden kısmen veya tamamen cayabilir.”Şeklinde düzenleme bulunmaktadır.Bu hükümler göstermektedir ki, sigorta hukukunda ilke olarak, sigorta akdinin meydana gelmiş olması, sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmez. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu(TTK)’ nun 1279 ncu maddesi hükmüne göre riziko, genel olarak sigorta sözleşmesinin vücut bulması ve yine aynı Yasanın 1295 nci maddesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlamasından sonra oluşması halinde sigorta teminatı içerisinde kabul edilir. Sigortacının sorumluluğunun başlayabilmesi için de TTK’nun 1282 ve 1295. nci maddeleri hükümleri uyarınca primin tamamının veya taksitle ödemenin kararlaştırıldığı durumda da ilk taksitinin ödenmiş olması zorunludur. TTK.nun 1295 nci maddesinde yer alan bu düzenleme emredici niteliktedir. Ancak, anılan Kanun'un 1264/4. maddesi hükmü uyarınca, sigorta ettiren yararına aksine düzenleme yapmak da mümkündür.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davanın, kasko poliçesinden kaynaklanan ve sigorta tarafından ödenen hasar bedelinin kusurlu araç malik ve sürücüsünden rücuen tahsili istemine ilişkin olduğu, mahkemece sigorta primleri ödenmediğinden geçerli kasko sözleşmesi bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği ancak poliçe primlerine ilişkin ödeme planının ibraz edildiği ve poliçe ilk taksidinin sigortacı tarafından tahsil edildiği anlaşıldığından, davacı sigorta şirketi tarafından ibraz edilen belgeye göre de hasarlı araç için ödenen tazminat bedelinden bakiye prim bedelinin düşülerek kalan miktarın ödendiğinin belirtildiği de anlaşıldığından; kaldı ki, sigortalı ile davacı arasında düzenlenen 10.04.2008 tarihli ibranamede sigortalı, alacağı devir ve temlik ettiğini bildirdiğinden alacağın temliki hükümleri ve halefiyet hükümleri uyarınca sigorta şirketinin ödediği bedeli talep edebileceği de gözetildiğinde sigorta şirketinin bu davayı açabileceğinde kuşku yoktur.Bu nedenle, Yerel Mahkemece yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ışığında, işin esasına girilerek araştırmanın eksiksiz olarak yapılarak, elde edilecek sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır.Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 18.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.