T.C.YARGITAYHUKUK GENEL KURULUESAS NO. 2014/15-2182KARAR NO. 2015/1047KARAR TARİHİ. 18.3.2015> HAKİMİN BİLİRKİŞİ YERİNE GEÇEREK İŞ BEDELİNİ GEREKÇELİ KARARDA HESAPLAMASI--BİLİRKİŞİ RAPORUNA İTİRAZ İMKANI SAĞLAMA 818/m.61,4131086/m.275DAVA : Taraflar arasındaki 'iş
bedeli alacağı' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 1.
Asliye Ticaret Mahkemesince asıl (2003/513 E.) ve birleştirilen
(2003/1294 E.) davaların reddine, birleşen diğer (2003/1470 E.) davada
ise davalı S.G.'e yönelik davanın husumet yönünden reddine, davalı
şirket hakkında kabulüne dair verilen 20.02.2009 gün ve E:2003/513,
K:2009/67 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 20.10.2011 gün ve
E:2010/3354, K:2011/6076 sayılı ilamı ile; (... Davacı-karşı
davalı şirket tarafından açılan dava iş bedelinin tahsili; Davalı-karşı
davacı kooperatif tarafından açılan ve birleştirilen 2003/1294 Esas
sayılı dava, gerçek dışı faturalar kullanılarak tahsil edilen 200.104,62
TL'nin; 2003/1470 esas sayılı birleştirilen dava ise, tahsil edildiği
halde yapılmayan 29.000,00 TL'nin tahsili istemlerine ilişkindir. Mahkemece,
şirketin davası ile kooperatifin birleştirilen 2003/1294 esas sayılı
davalarının reddine; Kooperatifin birleşen 2003/1470 esas sayılı davasın
da ise davalı S.G.'e yönelik davanın husumet yönünden reddine, davalı
şirket hakkında kabulüne ve 29.000,00 TL'nin şirketten tahsiline karar
verilmiş ve verilen karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir. 1-)
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun
gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir
isabetsizlik bulunmamasına göre taraf vekillerinin aşağıdaki bendin
kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2-) Tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; Yanlar
arasında adi yazılı şekilde 01.11.1996 tarihli asıl ve 30.07.2001
tarihli ek sözleşmeler yapılmıştır. Bu sözleşmeler, niteliğince Borçlar
Kanunu'nun 355. maddesinde tanımı yapılan birer 'eser' sözleşmeleridir.
Davacı-karşı davalı şirket yüklenici; davalı-karşı davacı kooperatif ise
eser sahibidir. Yüklenici şirket, Antalya, Merkez Güzeloba mahallesinde
bulunan, tapu sicilin ... ada ve 2 numaralı parselinde kayıtlı
taşınmaza; 'Bayındırlık Birim Fiyatları + %10 (KDV hariç)' bedelle,
sözleşmedeki koşullarla inşaat yapımını yüklenmiştir. Yüklenici şirket,
fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak, tüm iş bedelinden ödenmeyen
100.000,00 TL'nin kooperatiften tahsilini dava etmiştir. Yanlar
arasındaki sözleşmeleri şirket adına imzalayan S.G.'ün, sözleşme
tarihinden 2002 yılına kadar ki süre içinde aynı zamanda davalı-karşı
davacı kooperatifin müdürü olduğu mahkemece saptanmış ve 1163 Sayılı
Kooperatifler Kanunu'nun 59/VI. maddesi gereğince, sözleşmelerin
geçersiz olduğu kabul edilmiştir. Mahkemenin bu yöndeki kabulü isabetli
olmuştur. Çünkü, 1163 Sayılı Kanun'un 59/VI. maddesi gereğince,
kooperatifin yönetim kurulu üyeleri ve personeli, ortaklık işlemleri
dışında kendisi veya başkası namına, bizzat veya dolaylı olarak
kooperatif ile kooperatifin konusuna giren bir ticari muamele yapamaz.
Anılan bu yasa hükmü, 'emredici' hukuk kuralıdır. Emredici hukuk
kuralına aykırı olarak sözleşme yapılamaz ve hukuksal bir tasarrufda da
bulunulamaz. Aksi halde, aykırı yapılan sözleşme veya tasarruf 'batıl'
olur. Borçlar Kanunu'nun 20/I. maddesi gereğince de; bir sözleşmenin
konusu olanaksız ise, o sözleşme batıldır. Bir sözleşme ile yüklenilen
edim, eylemli olarak veya hukuksal nedenlerle yerine getirilemiyorsa, o
sözleşme olanaksızdır. Yanlar arasındaki sözleşmelerin 'batıl'
olması sebebiyle; kooperatif vekilince sunulan 09.02.2009 tarihli
dilekçesinin; 'imalat ve birim fiyat esasına tabi olarak yapılan bir
işte, ek iş olamaz. Yüklenici ne imal ettiyse onun birim fiyata göre
hesaplanan bedelini alır. Kesinlikle kabul anlamına gelmemek kaydıyla ek
iş olabileceği varsayımında ise ek iş için verilecek ücret hiçbir zaman
sözleşme fiyatı olamaz. Rayiç bedel olur. Bu ise en basit yöntemle
Bayındırlık Birim Fiyatıdır. Bilirkişilerin yaptığı gibi bir hesaplama
yapılamaz. Kesinlikle kabul etmediğimiz ek işlere, sözleşme birim fiyatı
olan Bayındırlık Birim Fiyatı+%10 uygulanamaz' içerikli (III.A)
maddesindeki açıklama mahkemece dayanak alınmış ve '...davacı
yüklenicinin imalat tutarı yapıldığı yıl karsız rayiç tutarı üzerinden
hesaplanması gerekmekte ise de, davalı kooperatif vekili 09.02.2009
tarihli dilekçesinin III.A bendinde rayiç bedelin en basit yöntemle
karsız Bayındırlık Birim Fiyatı olduğunu kabul etmiş olması nedeni ile
bu anlamda davacı lehine usulü müktesep hak doğduğu kabul edilerek ve
bilirkişilerin Bayındırlık Birim Fiyatları üzerinden hesaplama yapıldığı
gözetilerek, ayrıca rayiç bedel üzerinden yeniden hesaplama yapılmasına
gerek görülmemiştir' gerekçesiyle 14.05.2007 günlü bilirkişi raporu
mahkemece doğrudan revize edilerek sözleşme kapsamındaki işlerin
bedelinin 2003 yılından 2001 yılına eskale edilerek ve %25 kar düşülerek
(813.888,37) TL ve 28.01.2009 tarihli ek raporda aynı sebeple de eskale
edilerek sözleşme dışı iş bedelinin de (64.555,56)TL olduğunun kabulü
ile toplam (931.393,93) TL tutarındaki iş bedeli, yine eskaleli
hesaplanan (1.005.813,95) TL miktarındaki kooperatif ödemesinden
düşülerek, Kooperatifin 74.423,02 TL fazla ödemesinin bulunduğundan
bahisle yüklenicinin davasının reddine karar verilmiştir. Oysa, yukarıda
gösterildiği üzere, davalı vekilinin, mahkemenin kabulünün aksine
kooperatif vekilinin 09.02.2009 günlü dilekçesinde ve dilekçesinin
(III.A) maddesinde hiçbir konuda 'kabulü' yoktur. Davacı yararına da
oluşan bir kazanılmış haktan da, belirtilen davalı vekilinin
bildirimiyle söz edilemez. Nitekim, Kooperatif vekilinin, 03.05.2010
tarihli temyiz dilekçesinin '2.' bendinde aynen: 'bizim söylemediğimiz
bir beyan karara dayanak alınmıştır' denilmektedir. Yüklenici ile
eser sahibinin arasındaki sözleşmenin 'batıl' veya bağlayıcı olmaması
durumunda; sözleşme dışı iş yapıldığında bu işlerin bedeli, Borçlar
Kanunu'nun 413. maddesi hükmüne ve dolayısıyla 'vekaletsiz gerçek-tam
işgörme' kurallarına göre hesaplanır. Anılan yasa hükümlerine göre,
iş-eser sahibi ya da işi görülen, kendi yararı için yapılmış olan bir
işde, yüklenicinin durumun gereğine göre, zorunlu veya yararlı olan
harcamalarının tümünü, faizi ile birlikte, ödemek ve bu tür
yüklenimlerini yerine getirmek ve hakimin takdir edeceği zarar için
tazminat vermek zorundadır. Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için iki
koşulun birlikte gerçekleşmesi zorunludur: Bunlardan birincisi,
işgörende iş-eser sahibi çıkarına davranmak amacı ve iş sahibinin
çıkarına işin görülmesi gerekli olmalı; ikincisi ise, yüklenici, eser-iş
sahibini borç altına sokmak amacını taşımalıdır. Bu madde hükmündeki
'gider' kavramı ise geniş tutulmalı, yalnız harcanan paralar değil, her
türlü mali fedakarlık anlaşılmalıdır. Örneğin: (Y.4.H.D.23.02.1984 gün,
E.767 ve K.987, 11.H.D. 06.03.1975 gün, E.4377 ve K.1580, 15.H.D.
28.09.1995 gün E.2185 ve K.5109, 25.12.2009 gün E.2008/6857 ve
K.2009/7149, Y.H.G.K. 02.11.1968 gün E.1966/4-977 ve K.1968/718 sayılı
kararlar). Dairemizin yerleşen uygulamaları şudur: Borçlar
Kanunu'nun 413. maddesi hükmünün uygulanmasıyla, batıl veya bağlayıcı
olmayan sözleşmeler sebebiyle yüklenici tarafından yasal olarak yapılan
ya da sözleşme dışı yapılan işlerin bedeli, yapıldıkları yıl mahalli
serbest piyasa rayiçlerine göre uzman bilirkişi ya da kurulu
aracılığıyla yapılacak keşif ve inceleme sonucu belirlenir. Mahalli
piyasa rayiçleri ise Bayındırlık Bakanlığı'nca hazırlanan birim
fiyatların oluşturulmasında yararlanılan rayiçler değildir. Yapılan
imalatın, yapıldığı zamanki serbest piyasa fiyatlarına göre değerinin
Borçlar Kanunu'nun 413. maddesi gereğince hesaplanması gerekir ve buna
yüklenici karı da dahildir. (Örneğin; Dairemizin uygulamayı gösterir
kararları: 29.03.2010 gün E.2009/7436 ve K.2010/1727; 19.03.2009 gün,
E.2008/1125 ve K.2009/1574; 06.11.2009 gün, E.2009/3368 ve K.2009/5981;
02.07.2009 gün, E.2008/3523 ve K.2009/4063; 28.04.1987 gün, E.2332 ve
K.1848 sayılı kararlar). Diğer yandan, sözü edilen işlerin bedelleri
yapıldıkları yıl mahalli rayiçlerine göre hesaplanırken; katsayı
uygulanarak güncelleştirilemeyeceği gibi; yapılan ödemeler de
güncelleştirilemez. (Y.15.H.D.12.11.2002 gün, E.3462 ve K.5093;
25.10.1990 gün, E.4678 ve K.4327 sayılı kararları). Mahkemece,
Dairemizin istikrarlı uygulamasını yansıtmayan kararını ve yasal
yöntemine uygun olmayan bilirkişi raporlarını dayanak alarak, doğrudan
iş bedelinin hesabını yaparak ve dosya kapsamına uygun düşmeyen
gerekçelerle davacı yüklenicinin davasının reddine karar verilmesi doğru
olmamıştır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan
birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkat alamaz.
(HUMK.md.76; HMK.md. 25/I.). 04.06.1958 ve 15/6 Sayılı Yargıtay
İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, maddi olayları açıklamak
taraflara ve ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak
yasa hükümlerini tesbit etmek ve uygulamak görevi hakime aittir. Ancak,
hakimin hükme yeterli görmediği rapor ya da raporlar karşısında, yeniden
bilirkişiden görüş almasına veya gerekirse başka bir bilirkişinin
düşüncesine başvurmasına HMK'nın 281 ve 282. maddeleri olanak
vermektedir. Tüm bu sebeplerle; mahkemece, öncelikle taraflarca
sunulan iddia ve savunma doğrultusunda tüm delillerin toplanması; uzman
bilirkişi kurulu oluşturularak yerinde keşif yapılması; yukarıda
açıklanan hususlar dikkate alınarak ve gösterilen yasal yönteme uygun
şekilde bilirkişi kuruluna yüklenicinin hakettiği ve istenebilir
alacağının hesaplattırılması; rapora vaki itirazların değerlendirilip
karşılanması, belirlenen iş bedelinden, kooperatifce kanıtlanan
ödemelerin mahsubunun yapılması ve varılacak sonuca göre yüklenicinin
davasının çözüme bağlanması gerekmektedir. Noksan araştırma ve hukuksal olmayan gerekçelerle karar verilemez, verilen karar, taraflar yararına bozulmalıdır...), Gerekçesiyle
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama
sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel
Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR
: Asıl dava (2003/513 E.), davacı-karşı davalı şirket tarafından açılan
iş bedelinin tahsili; davalı-karşı davacı kooperatif tarafından açılan
ve birleştirilen (2003/1294 E.) sayılı dava, gerçek dışı faturalar
kullanılarak tahsil edilen 200.104,62 TL'nin; 2003/1470 Esas sayılı
birleştirilen dava ise, tahsil edildiği halde yapılmayan iş karşılığı
29.000,00 TL'nin tahsili istemlerine ilişkindir. Mahkemece;
'...kooperatif müdürü olan S.G.'ün aynı zamanda yüklenici şirketin
temsilcisi sıfatı ile şirket adına (dolaylı olarak) kooperatifle
sözleşme yapmış olması karşısında taraflar arasındaki bu sözleşmenin
BK.nun 19/2. maddesi uyarınca geçersiz olduğu, davacı yüklenicinin
yapmış olduğu işin bedelinin geçersiz olan sözleşmede kararlaştırılan
fiyatlar üzerinden değil, sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak
işin yapıldığı tarih itibarı ile karsız rayiç bedel üzerinden talep
etme hakkına sahip olduğu, davacı yüklenicinin imalat tutarı yapıldığı
yıl karsız rayiç tutarı üzerinden hesaplanması gerekmekte ise de, davalı
kooperatif vekili 09.02.2009 tarihli dilekçesinin III.A bendinde rayiç
bedelin en basit yöntemle karsız bayındırlık birim fiyatı olduğunu kabul
etmiş olması nedeni ile bu anlamda davacı lehine usulü müktesep hak
doğduğu kabul edilerek ve bilirkişilerin bayındırlık birim fiyatları
üzerinden hesaplama yapıldığı gözetilerek, ayrıca rayiç bedel üzerinden
yeniden hesaplama yapılmasına gerek görülmediği, asıl dava bakımından
yapılan hesaplamalar dikkate alındığında davacı-yüklenicinin alacağının
bulunmadığı, aksine davalı kooperatifin fazla ödemesi olduğu, naylon
faturaya dayalı olarak açılan birleşen dava yönünden, faturaların gerçek
olduğu ve içeriğindeki malzemelerin inşaata kullanıldığı, birleşen
diğer dava bakımından ise, taleple bağlı kalınarak 29.000 TL nin davalı
yüklenici şirketin sorumlu olduğu, diğer davalı Seyfettin'in fazla
yapılan ödemeler bakımından şahsi sorumluluğunun bulunmadığı
gerekçeleriyle, yüklenici şirketin 2003/513 esas sayılı davası ile
kooperatifin birleştirilen 2003/1294 esas sayılı davalarının reddine;
kooperatifin birleşen 2003/1470 esas sayılı davasında ise davalı S.G.'e
yönelik davanın husumet yönünden reddine, davalı şirket hakkında kabulü
ile 29.000,00 TL'nin şirketten tahsiline karar verilmiştir. Hükmün
taraf vekilleri tarafından temyizleri üzerine, Özel Dairece yukarıda
bozma ilamının (2.) bendinde gösterilen nedenlerle taraflar yararına
bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı, davacı-karşı davalı yüklenici şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 1-)
İş bedelinin hesaplanma yöntemi bakımından davacı yüklenici yararına
kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı (davalı kooperatif vekilinin
9.2.2009 tarihli dilekçesinin III.A bendindeki ifadeler
değerlendirildiğinde); 2-) Taraflar arasındaki uyuşmazlığın mülga
818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 61 vd. maddelerinde düzenlenen 'sebepsiz
zenginleşme' kurallarına göre mi yoksa aynı Kanun'un 413. maddesinde
düzenlenen 'vekaletsiz iş görme' kurallarına göre mi çözümleneceği; 3-)
Hakimin bilirkişinin yerine geçerek iş bedelini gerekçeli kararda
kendisinin hesaplamasının doğru olup olmadığı; noktalarında
toplanmaktadır. Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar vardır. I-)
İş bedelinin hesaplanma yöntemi bakımından davacı yüklenici yararına
kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı (davalı kooperatif vekilinin
9.2.2009 tarihli dilekçesinin III.A bendindeki ifadeler) konusunda
yapılan değerlendirmede; Hemen belirtilmelidir ki, irade beyanı, bir
ruhi hadiseden bir başkasını haberdar etmek üzere yapılan ve bununla
özel hukuk alanındaki ilişkilerde değişiklik yapılması, yeni ilişkiler
yaratılması veya bu gibi ilişkilerin ortadan kaldırılmasının istendiği,
hayatta edinilen tecrübelere, örf ve adete göre halin icaplarından
anlaşılan iradenin hareket ve faaliyeti olarak tanımlanabilir (Belbez,
Hikmet:Akitlerde Sükutun Ehemmiyeti, AÜHF Dergisi, Yıl:1944, Sayı:2,
Sahife:221). İrade beyanları açık (sarih) olabileceği gibi, örtülü
(zımni) de olabilir (Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu m.1/II.fıkra; Hukuk
Genel Kurulunun 30.01.2013 gün ve E:2012/19-670, K:2013/171 sayılı
ilamı). Bir irade beyanının gerçek anlamını tespite yorum (tefsir)
denir. Bütün hukuki işlemlerdeki kesinlik ifade etmeyen irade
beyanlarının gerçek anlam ve amacı, hakim tarafından 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu'nun m.2 ve 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 18/I. maddesine
(6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.19) göre, yorum yoluyla tespit
edilmelidir. Bu noktada, Hukuk Genel Kurulu 3.4.1963 gün ve E:2-93,
K:29 sayılı kararında; 'Gerek dava dilekçeleri, gerek tarafların dava
sırasındaki sözlü veya yazılı diğer bildirimleri (beyanları), kural
olarak, birer hukuk işlemidir ve her hukuk işlemi gibi, Borçlar
Kanununun 18 ve Medeni Kanunun 2.maddeleri gereğince, bildirimde
bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, afaki iyiniyet kuralları
uyarınca kendisine karşı bildirimde bulunulan sözlerden veya yazılardan
ne gibi bir anlam çıkarması gerektiği belli edilerek yorumlanmalı ve bu
yorum sonucuna göre işlem yapılmalıdır' denilmek suretiyle, öğretide de
benimsenen (Necip, Kocayusufpaşaoğlu:Güven Nazariyesi Karşısında Borç
Sözleşmelerinde Hata Kavramı, Garanti Matbaası, İstanbul 1968, s.5 vd;)
güven teorisi gereğince yorum yapılmasını kabul etmiş ve uygulamasını da
bu yönde geliştirmiştir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun yerleşik
uygulamasını yansıtan 06.02.2012 gün ve E:2012/14-606, K:2013/212
sayılı ilamında da; irade beyanlarının yorumunda başvurulan ve genel
kabul gören güven teorisi ışığında gerek beyanda bulunanın beyanının
içeriğine, gerekse beyanın yapıldığı hal ve şartlara bakılarak bir
sonuca varılacağı vurgulanmıştır. Bu bağlamda, hakkaniyete aykırı
yorum ve değerlendirmeler hem yargılamayı hem de hükmü adil olmaktan
uzaklaştırır. Hakimin adil yargılanma ilkesi çerçevesinde taraflara eşit
ve objektif bir biçimde davranma zorunluluğu bulunmaktadır. Dürüstlük
kuralı, işlemlerin yorumlanması, tamamlanması, yeniden gözden
geçirilmesi ve değerlendirilmesinde göz önünde tutulması gereken bir
ilkedir. Nihayet, adil yargılanma hakkı, adaletin 'olmazsa olmaz'
koşuludur ve medeni usul hukukunda yargılamanın her iki tarafına ait
olan bir haktır. Adil bir yargılanma için, hakimin, yorum ve
değerlendirmeleri makul olmak ve normal bir insanın akıl, mantık ve
vicdanını kısmen de olsa tatmin etmek zorundadır. Somut olaya
gelince; davalı kooperatif vekili 09.02.2009 tarihli dilekçesinin III.A
bendinde aynen; 'İmalat ve birim fiyat esasına tabi olarak yapılan bir
işte, ek iş olamaz. Yüklenici ne imal ettiyse onun birim fiyatına göre
hesaplanan bedelini alır. Kesinlikle kabul anlamına gelmemek kaydıyla ek
iş olabileceği varsayımında ise ek iş için verilecek ücret hiçbir zaman
sözleşme fiyatı olmaz. Rayiç bedel olur. Bu ise en basit yöntemle
bayındırlık birim fiyatıdır. Bilirkişilerin yaptığı gibi bir hesaplama
yapılamaz. Kesinlikle kabul etmediğimiz ek işlere, sözleşme birim fiyatı
olan bayındırlık birim fiyatı + %10 uygulanamaz.' demektedir. Yukarıda
yapılan açıklamalar gözetildiğinde, davalı-karşı davacı kooperatif
vekilinin, iş bedelinin hesaplanma yöntemi bakımından özellikle 'kabul
anlamına gelmemek kaydıyla' ibarelerine yer vermesi karşısında iş
bedelinin hesaplanma tarzı bakımından bir kabulü olmadığı, vekilin bu
beyanının açıklama içerdiği kabul edilmiştir. Bir bütün olarak
değerlendirilen bu irade beyanlarının, iş bedelinin hesaplanma yöntemi
bakımından, davacı-karşı davalı yüklenici şirket yararına bağlayıcı
nitelikte olduğu kabul edilemeyeceği gibi, bu konuda usulü kazanılmış
haktan da bahsedilemez. Nitekim, davalı-karşı davacı kooperatif
vekilinin, 03.05.2010 tarihli temyiz dilekçesinin '2.' bendinde aynen:
'bizim söylemediğimiz bir beyan karara dayanak alınmıştır' denilmek
suretiyle, irade beyanlarının mahkemenin gerekçeli kararında
benimsendiği gibi yorumlanmasına karşı çıkarak, bu hususu da temyize
getirmiştir. Görüldüğü üzere, yerel mahkeme kararının '...davacı
yüklenicinin imalat tutarı yapıldığı yıl karsız rayiç tutarı üzerinden
hesaplanması gerekmekte ise de, davalı kooperatif vekili 09.02.2009
tarihli dilekçesinin III.A bendinde rayiç bedelin en basit yöntemle
karsız Bayındırlık Birim Fiyatı olduğunu kabul etmiş olması nedeni ile
bu anlamda davacı lehine usulü müktesep hak doğduğu kabul edilerek ve
bilirkişilerin bayındırlık birim fiyatları üzerinden hesaplama yapıldığı
gözetilerek, ayrıca rayiç bedel üzerinden yeniden hesaplama yapılmasına
gerek görülmemiştir' şeklindeki gerekçesinin hatalı değerlendirmeye
dayalı olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, belirtilen direnme gerekçesi usul ve yasaya aykırıdır. II-)
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 61
ve devamı maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme kurallarına göre
mi yoksa aynı Kanun'un 413. maddesinde düzenlenen vekaletsiz iş görme
kurallarına göre mi çözümleneceği konusunda yapılan değerlendirmede ise;
Taraflar arasındaki eser sözleşmesi niteliğindeki sözleşmeleri
davacı-karşı davalı yüklenici şirket adına imzalayan S.G.'ün, sözleşme
tarihinden 2002 yılına kadarki süre içinde aynı zamanda davalı-karşı
davacı kooperatifin müdürü olduğu mahkemece saptanmış ve 1163 sayılı
Kooperatifler Kanunu'nun 59/VI. maddesi gereğince, sözleşmelerin
geçersiz olduğu kabul edilmiştir. Mahkemenin bu yöndeki kabulü
isabetlidir. Zira, 1163 sayılı Kanun'un 59/VI. maddesi gereğince,
kooperatifin yönetim kurulu üyeleri ve personeli, ortaklık işlemleri
dışında kendisi veya başkası namına, bizzat veya dolaylı olarak
kooperatif ile kooperatifin konusuna giren bir ticari muamele yapamaz.
Anılan bu yasa hükmü, 'emredici' hukuk kuralı nitelinde olup; buna
aykırı olarak sözleşme yapılamaz ve hukuksal bir tasarrufta da
bulunulamaz. Aksi takdirde, aykırı yapılan sözleşme veya tasarruf
'batıl' olur (Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu m.20/I.; 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu m.27). Yüklenici ile eser sahibi arasındaki
sözleşmenin 'batıl' ve dolayısıyla bağlayıcı olmaması durumunda veya
sözleşme dışı iş yapıldığında bu işlerin bedeli, mülga 818 sayılı
Borçlar Kanunu'nun 61 vd. maddelerinde düzenlenen 'sebepsiz zenginleşme'
kurallarına göre değil; aynı Kanunun 413. maddesi (6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu m.529) hükmüne ve dolayısıyla 'vekaletsiz gerçek-tam
işgörme' kurallarına göre hesaplanır. Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, bu noktada 'vekaletsiz iş görme' hükümlerinin irdelenmesinde yarar vardır. Bir
kişinin başkasının işini görebilmesi için, o kişinin kural olarak
kendisine vekalet vermiş olması gerekir. Eğer vekaleti olmadan bir
başkası hesabına bir iş görülürse buna vekaletsiz iş görme veya vekaleti
olmadan iş görme denilir (Aydın, Zevkliler/Emre, Gökyayla:Özel Borç
İlişkileri, 11. Baskı, Ankara 2010, s.509). Mülga 818 sayılı Borçlar
Kanunu(BK)nun 14.Babında yer alan 'Vekaleti Olmadan Başkası Hesabına
Tasarruf' başlıklı 410. maddesinde: 'Vekaleti olmaksızın başkasının
hesabına tasarrufta bulunan kimse, o işi sahibinin menfaatine ve tahmin
olunan maksadına göre yapmaya mecburdur.' hükmü yer almaktadır. Vekaletsiz
iş görmeyi düzenleyen bu maddeye göre, vekaletsiz iş görmenin
unsurları; iş görme, işin başkasına ait olması, vekaletin bulunmaması ve
iş görme iradesinin varlığıdır. İş görmek, insanın herhangi bir
ihtiyacını karşılamak üzere hukuk düzeni içinde yapılabilen her çeşit iş
görme veya yönetmedir. Bunun için iş sahibinin yetki vermesi söz konusu
değildir. Genel olarak iş sahibinin yararları kapsamına giren işlerin
görülmüş olması bu tarifin içine girer. Buna karşılık işin niteliği, bir
yetkinin varlığını gerektiren işlerde bir başkasının hesabına iş görme
söz konusu olamaz (Senai, Olgaç:Kazai ve İlmi İçtihatlarla Türk Borçlar
Kanunu ve İlgili Özel Kanunlar, Aktin Muhtelif Nevileri, C. III, Ankara
1969, s.219-221). Vekaletsiz iş görmenin öğelerinden biri de yapılan
işin başkasına ait olmasıdır. Bu öğe, iş görenin yaptığı iş ile
başkasının hukuki çerçevesine müdahalede bulunduğunu ifade eder. Diğer
taraftan, vekaletsiz iş görmeden söz edilebilmesi için, iş görenin bu
işi yapmaya mezun bulunmaması da gerekir. Nitekim 818 sayılı Borçlar
Kanunu'nun 410. maddesinde mevcut olan 'vekaleti olmaksızın' tabiri de
bunu ifade eder (Cevdet, Yavuz:Borçlar Hukuku Dersleri, Özel Hükümler,
Yenilenmiş 8.Bası, İstanbul 2010, s.563 vd.). Bu nedenle vekaletsiz
iş görmenin söz konusu olabilmesi için, başkasına ait işin vekalet
olmaksızın yapılması gerekir. Vekaleti olmama, hiç temsil yetkisi
verilmemiş olması anlamına geldiği gibi; verilen talimat ya da temsil
yetkisinin aşılmış olması da vekaleti olmama kavramı içinde yer alır. Vekaletsiz
iş görmenin son unsuru, başkasının işini görme unsurudur. İş görenin
başkası menfaatine hareket iradesini taşıması veya işin başkasına ait
olduğunu bilerek faaliyette bulunması şart değildir. Onun genel olarak
bir iş görme iradesine sahip olması, yani iradesinin işin fiili sonucuna
yönelmiş olması yeterlidir (Zevkliler/Gökyayla:age., s.510). Mülga
818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 410 ve devamı maddelerinde tanımını bulan
vekaletsiz iş görme, niteliği gereği, iş sahibinin bilgisi dışında
gerçekleşen bir olgudur.Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 1 Temmuz
2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 526
ve devamı maddelerinde de benzer düzenlemeler yer almaktadır. Vekaletsiz
iş görme ile iki taraf arasında oluşan hukuki ilişki, taraflara bazı
haklar sağlamakta, aynı zamanda bazı borçlar yüklemektedir. Vekaletsiz
iş görmede iş gören, iş sahibinin menfaatine ve tahmin olunan maksadına
uygun olarak hareket etmekle yükümlüdür. İş gören her türlü ihmal ve
dikkatsizlikten sorumludur. İş sahibi de, iş görenin yaptığı tüm zorunlu
ve faydalı masrafları ödemekle yükümlüdür. Nitekim, aynı ilke ve
kabul şekli, Hukuk Genel Kurulunun 02.10.2013 gün ve E:2013/15-95,
K:2013/1431 sayılı ilamında da benimsenmiştir. Nihayet, yerleşik
Yargıtay uygulamasına göre, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)'nun
413.maddesi hükmünün uygulanmasında, batıl veya bağlayıcı olmayan
sözleşmeler sebebiyle yüklenici tarafından yasal olarak yapılan ya da
sözleşme dışı yapılan işlerin bedeli, yapıldıkları yıl mahalli serbest
piyasa rayiçlerine göre uzman bilirkişi ya da kurulu aracılığıyla
yapılacak keşif ve inceleme sonucu belirlenir. Mahalli piyasa rayiçleri
ise Bayındırlık Bakanlığı'nca hazırlanan birim fiyatların
oluşturulmasında yararlanılan rayiçler değildir. Yapılan imalatın,
yapıldığı zamanki serbest piyasa fiyatlarına göre değerinin BK'nun 413.
maddesi gereğince hesaplanması gerektiği gibi, buna yüklenici karı da
dahildir. Bunun yanında, sözü edilen işlerin bedelleri yapıldıkları yıl
mahalli rayiçlerine göre hesaplanırken; katsayı uygulanarak
güncelleştirilemeyeceği gibi; yapılan ödemeler de güncelleştirilemez. Somut
uyuşmazlıkta, batıl olan sözleşmeler nedeniyle yapılan ve iş sahibi
kooperatifçe de benimsenen imalatın bedeli talep edilmektedir.Şu
halde; davacı-karşı davalı yüklenici şirketin, iş bedelini BK.
413.maddesi kapsamında vekaletsiz işgörme kuralı çerçevesinde, imalatın
yapıldığı yıldaki serbest piyasadaki rayiç fiyat üzerinden müteahhit
karı da dahil olmak üzere isteyebileceğinin kabulü gerekir. Yerel
mahkemenin, 'davacı yüklenicinin yapmış olduğu işin bedelini, geçersiz
olan sözleşme nedeniyle, sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak
karsız bedel üzerinden talep etme hakkına sahip olduğu' olduğu yönündeki
direnme gerekçesi hatalı değerlendirmeye dayalıdır. Hukuk Genel
Kurulunda yapılan görüşmede azınlıkta kalan bir kısım üyelerce,
taraflar arasındaki uyuşmazlığın BK'nun 413. maddesindeki vekaletsiz
işgörme ilkesine göre değil, aynı Kanun'un 61 vd. maddelerinde
düzenlenen sebepsiz zenginleşme kurallarına göre çözümlenmesi gerektiği,
bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararının bu gerekçe bakımından
doğru olduğu ileri sürülmüş ise de; Kurul çoğunluğu yukarıda belirtilen
gerekçelerle bu görüşü benimsememiştir. Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, belirtilen direnme gerekçesi usul ve yasaya aykırıdır. III-)
Hakimin bilirkişinin yerine geçerek iş bedelini gerekçeli kararda
kendisinin hesaplamasının doğru olup olmadığı konusuna gelince; Hemen belirtilmelidir ki, 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)'nun 275. maddesi; 'Mahkeme,
çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy
ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği
genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi
dinlenemez.' hükmünü içermektedir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe
giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 'Bilirkişiye
başvurulmasını gerektiren haller' başlığı altında düzenlenen 266/(1)
maddesi de, az yukarıda belirtilen 1086 sayılı HUMK'nun 275. maddesine
koşut bir düzenlemeyi içermektedir. Görüldüğü üzere, genel hayat
tecrübesi ve kültürünün sonucu olarak herkesin bilmesi gereken
konularla, hakimlik mesleğinin gereği olarak hakimin hukuki bilgisi ile
çözümleyebileceği konular dışında kalan ve çözümü özel veya teknik bir
bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi oy ve görüşünü alması gerekir.
Zira, vurgulanan bu ilke hem öğretide hem de Yargıtay uygulamasında
benimsenip, kökleşmiştir (Kuru/Arslan/Yılmaz:Medeni Usul Hukuku,
16.Bası, Ankara 2005, Sahife:502 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medeni
Usul Hukuku, 12.Bası, Ankara 2011, Sahife:517 vd.; Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 09.03.2008 gün ve E:2008/11-262, K:2008/260; 28.03.2007 gün ve
E:2007/11-154, K:2007/168; 07.03.2007 gün ve E:2007/11-94, 2007/113;
14.05.2008 gün ve E:2008/11-392, K:2008/377; 27.06.2012 gün ve
E:2012/7-293, K:2012/418; 17.04.2013 gün ve E:2012/11-783, K:2013/553;
18.02.2015 gün ve E:2013/19-1362, K:2015/826 sayılı ilamları). Somut
uyuşmazlıkta, mahkeme hakiminin gerekçeli kararda hukuki bilgisi
kapsamında çözümü mümkün olmayan tamamen teknik bilirkişinin hesaplama
yapmasını gerektirecek bir konuda iş bedelini hesaplayarak, bu şekilde
karar vermesi doğru değildir. Tarafların bilirkişi incelemesine yapılan
hatalar veya yanlış görülen konularda itiraz olanağı sağlanıp, varsa
hataların düzeltilmesi imkanı varken, gerekçeli kararda olası bir
hatasından karar vermekle dosyadan elini çeken hakimin bu yanlışlığa
veya hataya vardığını anlaması halinde bile düzeltme olanağının
bulunmadığı yerleşik uygulama ve usul kanunu ile belirgindir. Şu
halde, tarafsız kalması gereken hakimin, böylesi bir işle tartışmalı
bir duruma gelmesi kaçınılmaz olacağı gibi, kendisine atfedilen değer
ile de bağdaşmaz. Böylece, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı çözmekle
görevli kılınan hakim, bu davranışıyla uyuşmazlığın bir tarafı haline
gelir ki, bu durum kabul edilemez. Bir davada, gerektiğinde bilirkişinin
değiştirilmesi daha kolay ve mümkün iken, bir hakimin bu nedenle
tarafsızlığını yitirmesine yol açacak bir uygulamaya girişmesi
yüklendiği kamu göreviyle bağdaştırılamaz. Giderek, bu durum hakimin
görevini yapmasını engeller. Durum bu olunca; hakim hükme
yeterli görmediği rapor ya da raporlar karşısında, yeniden bilirkişiden
görüş almasına engel olmadığı gibi gerekirse başka bir bilirkişinin
düşüncesine de başvurabilir (6100 sayılı HMK. m.281, 282). Yapılan
açıklamalar karşısında, hakimin gerekçeli kararda iş bedelini
hesaplayıp, hükmünü de buna dayandırarak karar vermesi doğru olmadığı
gibi, yukarıda iş bedelinin hangi ilke uyarınca hesaplanması gerektiğine
ilişkin yapılan açıklamalara tamamen aykırı olarak düzenlenen bilirkişi
raporunun hükme esas alınması da hatalıdır. Yukarıda ayrı ayrı
incelenen uyuşmazlık konuları bakımından yapılan açıklama ve
değerlendirmeler sonucunda: mahkemece; öncelikle taraflarca sunulan
iddia ve savunma doğrultusunda tüm deliller toplanmalı; uzman bilirkişi
kurulu oluşturularak yerinde keşif yapılmalı; yukarıda açıklanan
hususlar dikkate alınarak ve gösterilen yasal yönteme uygun şekilde
bilirkişi kuruluna yüklenicinin hakettiği ve istenebilir alacağı
hesaplattırılmalı; rapora vaki itirazlar değerlendirilip karşılanmalı,
belirlenen iş bedelinden, kooperatifçe kanıtlanan ödemelerin mahsubu
yapılmalı ve varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmelidir. Hal
böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel
Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve
gerekçeler ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ
: Davacı-karşı davalı yüklenici şirket vekilinin temyiz itirazlarının
kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında
gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen 'Geçici Madde 3' atfıyla
uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429.
maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın
yatırana geri verilmesine, 18.03.2015 gününde yukarıda (I.) ve (III.)
bentte belirtilen uyuşmazlıklar yönünden oybirliği; (II.) bentte
belirtilen uyuşmazlık bakımından ise oyçokluğu ile karar verildi.